28 ŞUBAT VE DARBENİN KAYIP 170 TON ALTINI

  • 27.2.2018

TSK’nın yönetime el koyup sıkıyönetim ilan ettiği saatlerden hemen sonrasıydı.
Henüz güneş doğmamıştı.
Genelkurmay’dan çıkan cemseler, Ulus’daki Merkez Bankası’na yöneldi.
Askerler Merkez Bankası’nın kapısını kırıp içeriye girdi.
Kısa süre sonra banka görevlileri yaka-paça getirtildi.
Güneş ortalığı aydınlattığında bankadan çıkartılan ağır kasalar, cemselere yüklenmiş ve bilinmeyen bir yere doğru yola çıkartılmıştı.
O tarihte Merkez Bankası’nda bir dolar bile yoktu.
Devletin varlığı altın olarak tutuluyordu.
Sonradan anlaşıldı ki cemselere yüklenen o kasalarda külçe altınlar vardı.
Ne kadar dersiniz?
Tam 170 ton altın.
Devletin Silahlı Kuvvetleri, Milletin Merkez Bankası’nı soymuştu.
12 Eylül darbesinde soyulan Merkez Bankası’ndaki 170 ton altının akıbeti bir sır oldu.
10 milyar dolara yakın olan bu devasa zenginliğimizin kimin kasasına girdiğini hala kimse bilmiyor.
Bu bilinen bir soygundu.
Bunun dışında o ihtilalde Türk parası olarak yapılan vurgunların boyutu da meçhul.
28 Şubat’ın yıldönümünde 12 Eylül’ün hırsızlığını niye anlattım.
Ben; 28 Şubat Postmodern darbesini hiçbir zaman askeri bir darbe olarak görmedim.
Benim gözümde 28 Şubat; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ekonomik karteller tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri eli ile soyulması harekatıdır.
28 Şubat; Türk tarihinde gerçekleştirilmiş en büyük soygundur.
Bu soygunun ülkeye maliyeti, en az 100 milyar dolardır.
Bu yazacaklarımı sanırım çoğunuz ilk kez okuyacaksınız.
Şimdi o günlere gidelim.
DYP ve Refah Partisi bir araya gelip REFAH- YOL hükümetini kurmuştu.
Erbakan Başbakan, Tansu Çiller Başbakan Yardımcısı idi.
Hükümetin ilk icraatı ekonomi oldu.
Bozuk olan ekonomiyi toparlamak için canla başla çalışma başlatıldı.
Erbakan’ın ilk işi memur maaşlarına zam yapmak oldu.
Memurlar yüzde 30 zam bekliyordu.
Erbakan, “Bizim size teklifimiz yüzde 50 zam” dedi.
Memur sendikaları adeta şoka girdi.
Özal’ın verdiği yüzde 100’lük zamdan sonra memurların görüp görebileceği en yüksek zammı Erbakan Hoca verdi.
Memurlar bir daha da böyle bir zam göremedi.
Memurun eli para görünce piyasalar hareketlendi. Çark dönmeye başladı. Ekonomi ilk kez toparlanma işaretleri verdi.
Herkes durumdan memnundu.
O dönemde kartel medyasından da hükümete tek bir eleştiri bile yapılmıyordu.
Erbakan tam o dönemde bir şey fark etti.
Bazı bakanlıklarda yüksek miktarda alımlar yani harcamalar yapılıyordu.

Bu alımlar bürokratlar tarafından gerçekleştiriliyor ve işler o dönemin büyük grubuna veriliyordu.
Bakanlar bile bunu engelleyemiyordu.
Kısaca ekonomik çıkar grupları, bazı bakanlıkları sömürüyordu.
Vurgunu fark eden Erbakan müthiş karar aldı.
Devletin bütün gelir ve giderlerini aynı havuzda topladı. 

Bu havuzun sorumluluğunu da kendi üstüne aldı. Artık Başbakan'dan habersiz kimse devletten iş alamayacak, kurumlar hiç kimseye ihale pas edemeyecekti.
Kısaca kartelin devletteki hortumları kesildi.
O güne kadar çürük mallarını piyasa değereninin iki katına devlete kakalayan bu karteller, bir anda sudan çıkmış balık gibi oldu.
İşte 28 Şubat Postmodern darbesinin nedeni, bu havuz sistemidir.
Onun dışındakiler cambaza bak tezgahıdır.

O sürecin göbeğinde yer alan birisi olarak bunun canlı şahidiyim.
O günlerde TGRT’nin Ankara Temsilcisi’ydim.
Genelkurmay’ın bir resepsiyonu vardı. Hükümet ile asker arasında henüz bir gerilim yoktu.
Askerin resepsiyonuna; hükümet, siyasetçiler, bürokratlar, işadamları ve gazeteciler tam kadro katılırdı.
Herkes bir arada olduğu için buralardan bol bol haber çıkardı.
O sırada muhabir arkadaşlardan birisi geldi.
Abi bomba bir haber var” dedi.
Hayırdır” dedim.
“Abi, ünlü işadamı filan ile ünlü medya patronu filan bir köşede konuşuyorlardı. Ben hemen arkalarındaydım. Sırtım dönüktü.  Medya patronu iş adamına dedi ki, “ Durum çok kötü 2 ay dayanamayız. Bunlar gitmezse biz battık” O iş adamı, “Merak etme bazı düşüncelerimiz var. İstanbul’da toplanacağız
Ciddi ve vahim bir durum.
Ses kaydı var mı?” dedim. “Yok abi, sadece duyduklarım bunlar
Tabi kayıt olmayınca bu konuşmayı haber yapamadık.
Ertesi gün de Başbakan Erbakan’dan randevu alıp makamına çıktım. Amacım hükümette bu konuda bir bilgi olup olmadığını öğrenmekti.
Erbakan Hoca’ya, bu işadamı ve medya patronunun son zamanlarda özel bir talebinin olup olmadığını sordum.
Direk olarak değil de aracılarla havuz sisteminden rahatsızlıklarını aktardıklarını belirtti. 
O günden sonra bütün dikkatimi o medya patronunun gazetelerine verdim.
Her gün çıkan haberleri ve manşetleri ince ince okuyorum.
Derken irtica haberleri çıkmaya başladı..
Önce küçük küçük, sonra manşetlere taşındı.
O gün anladım ki; toplantı yapılmış, senaryo yazılmış ve film sahneye konmuştu.
Senaryoyu ekonomik çıkar grupları yazdı, kartel medyası sahneledi, TSK oynadı ve sonuçta  İRTİCA KAZANI FIRINA VERİLDİ.
Senaryoyu inceleyen Çoban Sülü de beğenip imza verince, iş artık ateşi yakmaya kaldı.
Fadime Şahin, uyuşturucu müptelası Ali Kalkancı ve ‘siMİTçi’lerden oluşturulan aczimendiler piyasaya döküldü.

Acimendiler cübbeleri ve asalarıyla Genelkurmay’ın önünde voltalayıp, sokaklarda zikir çekerek dikkatleri üzerine çekerken, sahte şeyh Ali Kalkancı etrafına topladığı ayyaşlarla sözüm ona ‘Hu’ çekiyordu.
Fadime Şahin de şeyhin yatağında basılma rolünü bir güzel oynuyordu.
"Alkolik ve işsiz" Ali Kalkancı‘yı önce dini eğitime tabi tutmuşlar sonra da rolünü ezberletmişlerdi. 
28 Şubat‘ın sahte şeyhi Müslüm Gündüz ile basılan Fadime Şahin’e rolü ezberletildi ve tesettürlü hale getirildi.
"Aczmendilerin lideri" olarak rol verilen Müslim Gündüz bunlardan daha iyi rol kesiyordu.
Fadime Şahin ile yatakta o meşhur baskını beklerken sabırsızlanmıştı, Müslüm Gündüz; bir ara "yetkililere telefon açmış, "Yahu nerede kaldınız, ben burada üşüdüm" diye yakınmıştı...
Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin’i basmaya hazırlanan emniyetçilerden biri; "Televizyoncu arkadaşlardan biri gecikti. Ama gelmek üzere, o gelir gelmez sizi basacağız, merak etme..." cevabını vermişti!
Resmen bir cambaza bak oyunu oynanıyordu.
Türkiye bir anda irtica gerilimine yakalandı.
Aydın Doğan ve Dinç Bilgin medyası her gün bir irtica manşeti ile çıkıyor, bunların çakma haberlerini okuyan askerler burnundan soluyordu.
Askerlerin bir kısmı para soygunundan haberdardı ve onlara hisseler verilmişti.
Ama büyük bir kısmı, işin bu yönünden habersizdi.
Onlar dolmuşa binmiş; “Laikliği kurtaralım” derken, Türkiye Cumhuriyeti’nin soyup soğana çevrilmesine alet olmuşlardı.
Sonuçta film; soyguncuların lehine milletin aleyhine bitti.
28 Şubat ve sonraki süreçte; devletin 100 milyar doları bu çete tarafından çalındı.

Ekonomik kartel ve kartel medyası devlete taktıkları hortumlar sayesinde hazineyi boşalttılar.
Devletin iki büyük bankası olan Ziraat Bankası ve Vakıflar Bankası aç pirana gibi saldıran bu alçaklar yüzünden neredeyse batma noktasına geldi.
28 Şubat’ta hortumlanarak batan banka sayısı 25, bu bankalarda buhar olan para 30 milyar dolar ve bunun ekonomi üzerindeki etkisi 60 milyar dolardı.
Şimdi size bir liste vereceğim.
Hatırlarsınız o dönemde devalüasyon yapıldı. 
Doların fiyatı bir gecede iki katını çıktı. 
Bu kararla gariban millet iki kat daha fakirleşirken, devalüasyondan bir gün önce dolar alıp stoklayan çıkar grupları bir gecede iki katı zenginleşti.
Döviz kuru eski parayla 630 bin lirayken 5,3 milyar doları satın alıp, 1 gün sonra 1 milyon 100 bin liradan satan bankaların listesi ve vurgunun boyutları şöyle:
CİTİBANK: 1 milyar 63 milyon dolar
DEUTSCHE BANK: 764 milyon dolar
TEB BANKASI: 411 milyon dolar
YAPIKREDİ: 385,7 milyon dolar
CHASE MANHATTAN: 332.6 milyon dolar
OSMANLI BANKASI: 269 milyon dolar
DIŞBANK: 258 milyon dolar
HSBC: 254 milyon dolar
WESTD DEUTSCHE LANDESBANK: 227,2 milyon dolar
GARANTİ BANKASI: 199 milyon dolar
ABN AMRO BANKASI: 135 milyon dolar.
Dikkat ederseniz bunların önemli bir kısmı Amerikan ve Alman bankaları.
Şimdi anladınız mi 28 Şubat’ın arkasındaki dış güçleri.
Ve anladınız mı Almanya ile Amerika’nın Tayyip Erdoğan düşmanlığının nedenini...
Amerikan ve Alman bankaları artık Türkiye’nin hazinesini hortumlayamıyor.
Bunların Türkiye’deki suç ortağı ekonomik karteller, devleti söğüşleyemiyor.
Sonuç;
Amacı ve hedefi ne olursa olsun her darbe bir soygundur.
Darbeciler hem devletin parasını, hem milletin geleceğini çalar.
Rabbim yedirmesin ve boğazlarından getirsin İnşallah.

METİN ÖZER