DERSHANE BAHANE, CHP ŞAHANE

  • 27.11.2013

Günlerdir bir dershane tartışmasıdır, aldı başını gidiyor.
Gülen Grubu, hükümetin eğitim sisteminden dershaneleri temelli kaldırma kararına karşı toplu saldırı başlattı.
AK Parti’yi ve Sayın Başbakan’ın hedef alan bu saldırılar şirazeden çıktı.
Açık bir savaşa döndü.
Peki; bu meselenin aslı nedir?
AK Parti hükümeti yeni eğitim sistemi içerisinde dershanelerin olmasını istemiyor.
Bunun için de özel bir yasa tasarısı hazırlıyor.
Bu uygulamadan zarar görmemeleri için de özel okullara dönüşme fırsatı veriyor.
Bununla da kalmayıp; dershanesini özel okula dönüştüreceklere arsa ise arsa, bina ise bina hatta öğretmen vermeyi öneriyor.
Üstüne de elektrik, su ve vergi gibi kolaylıklar sağlıyor.
Bundan iyisi Şam’da kayısı.
Bize göre kayısı da ne hikmetse cemaate göre acı biber.
İstemezük” deyip günlerdir Tayyip Erdoğan’a saldırıyorlar.
Bu durumda dershanelerin altında başka şeyler aramamız kaçınılmaz oluyor.
Anlaşılıyor ki; nasıl Gezi Olaylarında mesele birkaç ağaç değilse, bu kavgada da mesele dershaneler değil.
Meselede çok daha derin.
Şimdi biraz geriye gidelim.
AK Parti’nin iktidara geldiği o ilk dönemlere.
Tayyip Erdoğan, cemaatten gelen yaklaşık 40 kişilik listede yer isimlerin tamamını seçilebilir yerlerden milletvekili adayı yaptı.
Cemaate bağlı bu isimler AK Parti’den milletvekili oldu.
Arkasından bazı bakanlıkları istediler.
Başbakan Erdoğan bunu da geri çevirmedi.
Hatta cemaatin çok istediği Diyanet İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nı da kendilerine verdi.
İstekler bitti mi?
Bitmedi.
Bu kez çok kritik bir yer olan Emniyet İstihbarat Dairesi’ni istediler.
Başbakan Erdoğan bunu da geri çevirmedi.
Talepler devam etti.
Vali ve Emniyet müdürlerinin önemli bir kısmı, cemaatin listesindeki isimlerden oluştu.
Yargı, güvenlik ve eğitim de kritik noktalardaki bürokratlar yine cemaatten oluştu.
Başbakan Erdoğan önceki gün, “Ne istediler de bugüne kadar geri çevirdik. İstedikleri her şeyi verdik” sözünün altında yatan bunlardı.
Erdoğan’ın cemaate katkısı ve faydası sadece Türkiye içerisinde olmadı.
Verdiği destek ve yardımlar, sınır ötesine uzandı.
Cemaatin önde gelen isimleri bir gün acil koduyla Başbakan Erdoğan’dan randevu aldılar.
Erdoğan’a, “Efendim Kazakistan’daki okullarımızı kapatma kararı almışlar. Yardımınızı bekliyoruz” dediler.
Erdoğan bunun üzerine işini gücünü bırakıp Kazakistan’a gitti.
Nazarbayev’den okulları kapatılmaması için özel ricada bulundu. Nazarbayev’de Başbakan Erdoğan’ın ricasını geri çevirmedi. Okullar şu anda faaliyet de ise; cemaat bunu Başbakan Erdoğan’a borçlu.
Cemaate yapılanlar o kadar fazla ki, bunları yazmaya ne bu köşe ne de bir kitap yetişir.
Peki; cemaat kendisine bu kadar faydası olmuş olan Erdoğan’a neden savaş açtı?
Papa’ya gösterilen hoşgörü ve diyalog, Başbakan Erdoğan’dan niçin esirgeniyor.
Anlamak mümkün değil.
Şimdi olayları kronolojik olarak alt alta sıralayacağım.
Başbakan Erdoğan’ın cemaate yönelik ilk şaşkınlığı Mavi Marmara olayıydı.
9 vatandaşımızın uluslararası sularda İsrailli askerlerce şehit edildiği günlerdi.
Başbakan Erdoğan bütün dünyayı ayağa kaldırıyordu.
İsrail’i katillikle ve canilikle suçluyordu.
Tam o günlerde Fethullah Gülen’den o şaşırtan açıklama geldi:
- Mavi Marmara gemisi yola çıkmadan önce İsrail’den izin alması gerekirdi.
Oysa saldırı uluslararası sularda meydana gelmişti.
Fethullah Gülen’in; İsrail’e destek açıklaması Erdoğan’da şaşkınlığa neden oldu.
Aslında ilk başta inanamadı.
Bu yüzden çok yakın iki adamını bu sözün hocaya ait olup olmadığını araştırttı.
Gülen’in ağzından bu sözleri tekrar dinleyince çok büyük şok yaşadı.
Hatta aracılar vasıtasıyla bu sözün düzeltilmesini istedi ama cevap olumsuzdu.
Mavi Marmara; Erdoğan ile Gülen arasında bir milat oldu.
Arkası çorap söküğü gibi geldi.
İsrail ile ilişkiler gerildi ve sonunda ip koptu.
Mavi Marmara olayından sadece 6 gün önce MİT Müsteşarı olan Hakan Fidan kucağında bu meseleyi buldu.
Hakan Fidan’ın koltuğa oturur oturmaz ilk işi Mavi Marmara olayının üstüne gitmek oldu.
Ulaştığı bilgi ve belgeleri Başbakan Erdoğan’a iletiyordu.
İsrail, ilişkilerin bozulmasından MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı sorumlu tuttu.
Hakan Fidan’ın Başbakan Erdoğan’a yanlış bilgiler aktardığına inanan İsrail, oklarını MİT Müsteşarının üstüne yöneltti.
Yahudi patronların sahibi olduğu uluslararası gazetelerde Hakan Fidan’ı eleştiren haber ve yorumlar çıkmaya başladı.
Tesadüfe bakın ki; hemen hemen aynı zamanlarda Zaman Gazetesi’nde Hakan Fidan’ı eleştiren haberler manşetlere çıkıyordu.
Arkasından PKK ile yapılan ünlü Oslo görüşmesi Türk medyasına sızdı.
Başta Zaman Gazetesi olmak üzere basın, Fidan’ı yerden yere vurdu.
Hakan Fidan’ın İsrail tarafından en nefret edilen isim sayıldığı günlerdi.
Cemaatin yayın organlarında; Hakan Fidan’ın görevden alınıp yerine yeni bir ismin getirilmesine yönelik talepler yer almaya başladı.
Erdoğan bu talebi şiddetle geri çevirdi.
Bu olaydan kısa bir süre sonra şok bir hamle daha geldi.
İstanbul’daki özel yetkili savcılar Hakan Fidan’ı Oslo görüşmeleri konusunda tanık olarak ifadeye çağırdı.
Bunun için Başbakan Erdoğan’ın onayı gerekiyordu.
Erdoğan bu onayı vermedi.
Vermediği gibi apar topar bir yasa çıkartarak Hakan Fidan’ı korumaya aldı.
Eğer Erdoğan bu hamleyi yapmasaydı, Hakan Fidan savcılar tarafından ifadesi alındıktan sonra, “Vatana ihanet” suçlamasıyla tutuklanacaktı.
Mavi Marmara ve onun ardından gelen Fidan olayı iplerin tamamen kopmasına neden oldu.
Arkasından bir takım imalar, hatta sert sözler geldi.
Okyanus ötesinden gelen, “firavun”, “Nemrut” ve “Diktatör” benzetmeleri, zina nedeniyle koltuğundan olanlara “üzüldüm” açıklamaları, karaciğeri iflas eden şarapçılara taziye mesajları
Yetmez gibi Gezi olaylarında protestoculara destek veren haber ve açıklamalar...
Sarıgül’ün Gülen medyasının manşetlerinden inmemesi..
Bütün bunlar üst üste gelince, bir çatışmada kaçınılmaz oldu.
Başbakan Erdoğan’ın kafasında cemaatle ilgili soru işaretleri oluşmaya başlamasıyla birlikte, işler tersine döndü.
Erdoğan; cemaate teslim ettiği kritik noktaları tek tek geri almaya başladı.
Bunun ilk örneği Emniyet Genel Müdürlüğü’nün İstihbarat Dairesi oldu.
Erdoğan’dan umudu kesen cemaat de bu arada boş durmadı.
Onlar da Cumhurbaşkanı Gül’ün etrafında toplanmaya başladı.
Başbakan Erdoğan’ın genel başkanlığı bırakmasından sonra o koltuğa Gül’ü oturtmak isteyen cemaat, bu konuda yoğun temas ve kulis yapıyor.
AK Parti’de bu hamle yapılırken CHP’de de ayrı bir operasyona girişildi.
Eğer Gül operasyonu tutmazsa tutunacak başka bir dal lazımdı.
O dal da, ilişkilerinin çok iyi olduğu Mustafa Sarıgül oldu.
Bunun için de CHP’ye yöneldiler.
Kendilerine çok yakın olan Sarıgül’ün etrafında toplandılar.
Sarıgül’ün CHP’ye tekrar katılmasıyla birlikte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olması da hemen hemen kesinleşti.
Esas amaç bu değil elbette.
Sarıgül’ü Kılıçdaroğlu’nun koltuğuna oturması temel amaç.
Okyanus ötesinden gelen Alevilere şirin gözükme mesajlarının altında da bu var zaten.
Cami-Cemevi projesi de Alevi olan Sarıgül’e duyulan muhabbetten doğan bir hamle.
Aynı şekilde CHP’nin Alevi tabanına bir mesaj.
Cemaat, şimdi AK Parti'den vuruşarak çekiliyor.
Tabi burada bir zorluk var.
Yarın gelebilecek, “Oylar CHP’ye” talimatını cemaatin tabanına anlatma güçlüğü var.
Cemaatin bu talimata tam olarak uyup uymayacağı şüpheli.
Bu yüzden önce kendi tabanında safları sıklaştırması lazımdı.
Bunun için de bir gerilim hatta savaş gerekiyordu.
Dershane bahanesiyle bu yapıldı.
Talimata itiraz edecek cemaat üyelerine, “Ne yapalım AK Parti dershanelerimizi kapattı” denilecek.
Kısaca dershane bahane, CHP şahane.
Allah bu seçimlerde cemaat üyelerine sabır versin.
Bir ellerine oy pusulası, diğer ellerine ‘evet’ mührünü aldıklarında ciddi bir ciddi bir nefs muhasebesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Aşağıya tükürsen sakal, yukarıya tükürsen bıyık.
Ya, “hocamız affetsin” deyip AK Parti’ye, ya da “Allah affetsin” deyip CHP’ye “evet”i basacaklar.
Allah yardımcıları olsun.

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ