DİN ADAMI, DEVLET ADAMI

  • 17.3.2018

DİN ADAMI / DEVLET ADAMI
Metin Özer


Tayyip Bey Müslümanları üzen; “Dinin güncellenmesi lazım” sözüne, ertesi gün açıklık getirdi.
Bir yerde kendi ifadesini güncelleyerek; “Biz dinde reform aramıyoruz. Haddimize mi? Allah'ın yüce kitabımız Kuran-ı Kerim'de açıkça ifade ettiği hükümler asla değişmemiştir, değişmeyecektir.” dedi.
Müslüman, bir Müslüman hakkında hüküm verirken 2 ölçüye göre karar verir:
1-Müslüman zahire bakar. 
Yani gördüğüne ve duyduğuna göre hüküm verir.
2- Müslüman su-i zan etmez, hüsn-i zan eder.
Su-i zan kötüye, hüsn-i zan iyiye yormaktır, yani niyetini iyi saymaktır.
Hadis-i şerifte, “Su-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur” buyuruldu.
Biz de bu ölçülere bakarak, Tayyip Bey hakkında hüsn-i zan ettik.
Biz bir devlet ve siyaset adamı olarak kendisini seviyoruz ve sayıyoruz.
Hem devlete, hem millete hem de dine yaptığı sayısız hizmetleri için de dua ediyoruz.
Allahü Teala Tayyip Bey’den razı olsun. Yaptığı hizmetleri kabul buyursun.
Sevgimiz ve saygımız ayrı, yaptığı bir yanlışa “yanlış” dememiz ayrıdır.
Kabul edelim ki; “Dinin güncellenmesi” sözü büyük bir hataydı.
Nitekim bunun hata olduğunu da yüzüne söyledik.
Tayyip Bey de hatasını kabul edip, ertesi gün o sözü söylerken niyetinin ne olduğunu açıkladı.
Dost; kişinin hatasını yüzüne söyleyendir.
Düşman ise; yanlış sözünü bile alkışlayandır.
Dünyalık işlerde yanlışa bilerek alkış tutana YALAKA, din işlerinde yanlışa bilerek alkış tutana MÜNAFIK denir.
Yanlışı alkışlamak, o yanlışı "doğru kabul etmek ve tastiklemek" demektir.

Bir de yapılan bir yanlışa sessiz kalmak var.
Onların da durumu Hadis-i Şerif’te açıklandı: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır
O yüzden Müslüman; söyleyen veya söyleten kim olursa olsun dine ve uygulamalarına aykırı söz, yazı ve ifadelere karşı koymak zorundadır. 
Aksi takdirde dilsiz şeytan olur.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte; “Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde, doğruyu bildirmeyen kimse, Allah’ın Muhammed Aleyhisselam’a indirdiği Kur'an-ı Kerim’i gizlemiş olur.” buyurdu.
Tayyip Bey yanlışını düzeltti ama bazıları anında durumdan vazife çıkardı.
Kimler?
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Diyanet işleri, bazı mezhepsizler ve dinde reformistler...
Jet hızıyla karar alıp Diyanetin başkan yardımcılığına bir kadını getirdiler.
Bekir Bozdağ arkasından her ile bir kadın müftü atanacağını müjdeledi(!..)
Vay anasını sayın seyirciler..
Peki!.. Bu kadın müftülerimiz özel günlerinde ne yapacak?
İzinli mi sayılacak, yoksa görevlerinin başında mı olacaklar?
Özel günlerinde; Kur’an’a dokunamazlar, Kur’an’ı yazamazlar, camiye giremezler, namaz kılamaz ve oruç tutamazlar.
O zaman kadın müftümüz işini tam mesai ile nasıl yapacak?
Yoksa bu konu için bir “YORUM GÜNCELLEMESİ” yaptınız da, haberimiz mi olmadı?
Şu işe bakın!..
Vehhabi Suudi Arabistan’da bile kadın müftü yok. Hatta dünya üzerinde de olduğunu sanmıyorum.
Türk milletinin tarihinde kadın müftü bir ilk olacak.
Baldır-bacak” medyası iki bağırıp çağırınca anında kadın müftümüz oldu.
Maşallah, Maşallah..
Her kim bu güncellemelerle laik kesime hoş görünüp onların desteğini alacağını sanıyorsa, kusura bakmasınlar avucunu yalar.
Onların desteğini almak bir yana kendi tabanlarını kaybeder.
Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak bu olsa gerek.
Hükümet durumdan vazife çıkarır da fitneciler durur mu?
Emine Şenlikoğlu herkesin gözünden kaçan bir açıklama yaptı.
Şenlikoğlu Erdoğan’a; ‘İslam güncellenmeli’ açıklamalarından ötürü teşekkür ederek ‘‘Uydurma ve hurafelerden kırk yıldır neler çektiğimi de dillendirdim. Doğrusu sevincimi anlatacak kelime bulamıyorum ” dedi.
Bizi üzen “İslam güncellenmeli” sözü, Emine Hanım’ı sevince boğmuş...
Emine Hanım 40 yıldır çok acı çektiğini söylediği “HURAFE”leri teker teker yazsa da biz de haberdar olsaydık.
Hükümete tekilfimdir!..
Emine Hanım'ı İstanbul müftüsü yapın. Çok yakışır..
Cumhurbaşkanımız yanlışını düzeltti ama uyuyan bir fitneyi de uyandırmış oldu.
Bütün işi fitne olan
 baldır-bacak medyasına gün doğdu.
Cumhurbaşkanı’nın sözünü fırsat sayan Doğan Grubu zaten çoktan harekete geçmişti. 
4-5 yıl önce kim oldukları dahi bilinmeyen bir takım adamların söylediği sözleri bulup, sanki yeni söylenmiş gibi manşete çıkartan gazete, 28 Şubat sürecini hatırlatan bir yayıncılığa başladı.
Aydın Doğan’ın TV’lerinde ve gazetelerinde birden bire bir takım ilahiyatçılar tipler peydahlandı.
İsimlerinin başında ilahiyatçı Profesör veya Doktor yazan bu tipler, her türlü sapıklıklarını “din” diye anlatamaya başladı.
Bu sapıkların buluşma noktası, “Kur’an ile aramıza kimseyi sokmayalım. Her şeyi direk Kur’an’dan alalım” teorisiydi.
Kısaca Hazreti Peygamber, Hadis-i Şerifler, mezhepler, evliyalar, mürşidleri ve alimler aradan çekilsin istiyorlardı.
Din adamı görünümlü bu din düşmanları kanal kanal dolaşıp;  Ehl-i Sünnet’e onun alimlerine saldırıyor.
Yetmedi; mürşid-i kamillere hakaret yağdırıyor, onların kerametlerini hurafe olarak gösteriyor.
Biraz daha cesaretleri olsa; Peygamber Efendimiz’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mucizelerine bile, “hurafe” (haşa) diyeceklerdi.
Bunlardan birisi aynı grubun gazetesine verdiği demecinde; “Evliyalar bugüne kadar ne işe yaradı?” diyor.
Bre Zındık!.. 
Evliyalar en azından sen ve senin gibi münafıkların üremesine ve türemesine engel oldu.
O mübarek kimseler; sen ve senin türevin olan dinde reformcuların bozmaya kalktığı dinin, bugüne bozulmadan gelmesine vesile oldu.
Yıllardır kendini gizleyip ortaya çıkamayan bu münafıklar, ‘Din güncellenmeli’ sözü ile birlikte, ortalığa saçılıp milletin zihnini bulandırıyor. Fitne ateşini her yana yayıyor.
Bu fitne ateşini söndürmek elbette ki Sayın Cumhurbaşkanımıza düşer.
Şimdi size çok mühim bir menkibe aktaracağım.
Ben Cafer-i Sadık hazretlerini çok severim. 
Kendisine özel bir sevgim ve saygım var.
Büyük de hayranlık duyarım.
Caferi Sadık Hazretleri; İslâm âlimlerinin gözbebeklerinden olup, seyyid ve oniki imâmın altıncısıdır. Silsile-i aliyyenin dördüncüsüdür. 
Vilâyet ve Nübüvvet yolunun birleştiği tek isimdir.Hazret-i Ali'nin (Radıyallahü anh) torunlarından, dolayısıyla Peygamber Efendimiz’in de torunlarındandır.

O devirin bütün ünlü evliyalarını Cafer-i Sadık hazretleri yetiştirdi. 
Bunların başında; İmam-ı A'zam Ebu Hanife ve Süfyan-ı Sevri hazretleri gelir.
Süfyan-ı Sevri hazretleri, bir gün Cafer-i Sadık Hazretleri’nin evine gitti.
Cafer-i Sadık Hazretleri, "Ey Süfyan! Sen, zaman zaman sultan ile görüşüyorsun. O seni arıyor, sen de ona gidiyorsun. Ben ise, mümkün mertebe sultandan uzak duruyorum. Zamanın hali bunu icap ettiriyor. Bir din adamı sultanın sofrasına oturur, onunla sık sık görüşürse zamanla kalbi kararmaya başlar. Kalp kararması bulaşıcıdır. Tövbe edene kadar yanımdan hemen çık, git!"dedi.
İşte bu muhteşem cümle ve söz için ciltlerce kitap yazılır.
Burada en önemli şey din adamı ve devlet adamı ayırımıdır.
Politikacı ve devlet adamlarının yanlışına körü körüne alkış tutanlar, bu sözü beynine kazısın ve hiç unutmasın.
Devlet adamlarının sofrasına oturan din adamları da kalplerini bir kontrol etsin.
Din adamlarının vazifesi ayrıdır, devlet adamlarının vazifesi ayrıdır.
Bugün yaşadığımız aslında tam olarak budur.
Tayyip Bey zaman zaman devlet adamlığını bırakıp, din adamı cübbesi giyiyor.
Öyle yapınca da sıkıntı çıkıyor.
Gerçi kendisi; “Din adına konuşmak bana belki yakışmayabilir ama...” diyerek söze başlıyor, fakat arkasından şer’i konularda hükümler veriyor.
Ben bu sözlerin kendisinin değil de, konuşma metnini hazırlayan danışmanlarının olmasını umuyorum. Daha doğrusu böyle olduğuna hüsn-i zan ediyorum. 
Öyle olmasa Tayyip Bey geçmişte söylediği, “En büyük fitne, mezhep fitnesidir” sözünü asla söylemezdi.
Şükürler olsun ki bu sözü daha sonra ağzına almadı.
Bugün sadece ülkemizin değil bütün dünyadaki Müslümanların başındaki en büyük fitne; mezhep fitnesi değil, MEZHEPSİZLİK fitnesidir.
Dönelim meselemize…
Tayyip Bey dinde olmasa da, dini konularda bazı yorumların güncellenmesini istiyor.  
Bunun için de adres olarak Diyanet’i ve ilahiyat fakültelerini gösteriyor.
Bunlar konuşmadığı yani, işini yapamadığı için ben konuşmak zorunda kalıyorum” diyor.
Bu isyanında sonuna kadar haklıdır.
Sayın Cumhurbaşkanım!..
Onlar ne zaman konuştular ki? (Gerçi ara sıra konuştuklarında da Ehl-i Sünnet’e aykırı ne varsa anlattılar.)
Fetullah denilen Münafık dini bombalarken, Diyanet neredeydi? 

O münafık; Allahü Teala’nın Kur’an da açık emri olan örtünmeye, “Teferruat” derken, Diyanet’ın gıkı çıkmadı.
FETÖ’cüler gizlenmek için; içkiye başlarken, eşlerine mini etek giydirirken ve soru çaldırırken ortada hiç ilahiyatçı yoktu.
Dönemin başkanları; olup bitenleri “GÖRMEZ”den geldiği böyle bir alçağa, kitabını imzalatma derdine düştü.
Diyanet’in kurullarını ve camilerini bu Münafıklara teslim edenler mi şimdi derdimize çare olacak?
85 yıl boyunca şehit cenazelerinde çalan, Chopin’in kilise marşını geçen yıla kadar DUYMAYANLAR, ne sizin ne de ümmetin sözünü duymazlar.
Onlar bakar ama GÖRMEZ, işitir ama DUYMAZ.

Bir de Diyanet’in tartışılacak statüsü var.
Sahi; Diyanet görevlisi din adamı mıdır? Yoksa devlet adamı mı?
Dine hizmet, Allah rızası için yapılır.
Hakiki din adamı din için maaş da almaz, emir de almaz. Allah rızası için Din-i İslam’a hizmet eder.
Devletten maaş alan, aynı zamanda devletten emir alır.

Bu durumda bizim Diyanet görevlileri, din adamı devlet adamı statüsündedir.
Peki; emir alan devlet adamları, dini meseleleri nasıl çözecek?
Diyanetin merkezinde her zaman makam ve mevki kavgası var... 
Oradakilerin bazıları jet hızıyla yükselip maaşını arttırma peşinde...
Bazıları kitapları nasıl daha çok satar bunun gayretinde.
Kendilerini hoca olarak gösteren bazı ilahiyatçılar konferanslarında, dini anlatmak için bile ücret talep ediliyor.
Dini ticarete çeviren böyle kimseler dini meselelere nasıl çözüm getirecek?
Para karşılığı din hizmeti verenlerle ilgili hem Ayet hem de çok sayıda Hadis-i şerif bulunuyor.
Allahü teala Yasin Suresi 21’nci ayetinde mealen; “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.” Buyuruyor.
Cenab-ı Allah, “Ücretle bu işi yapanlara uymayın” buyuruyor.
Tabi burada niyet önemli.
Diyanet'te dine hizmet niyetiyle iş yapanlara dua ederiz
Diyanetin fetva ve din kurullarındakiler en azından maaşla çalışan kimseler olmasa, çok daha hayırlı olur.
Hadis-i şerif’te buyruldu ki; “Allahü Teala, Adem Aleyhisselama bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Çocukların ve neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin, sakın ola ki dini geçim aracı yapmasın, dini kullanarak dünya malı toplayanlara yazıklar olsun!
Yine başka bir Hadis-i şerif’te; Yazıklar olsun ilmini ticarete alet eden ilim sahibi kötü kimselere ki, devlet adamlarına yaklaşır ve kazanç temin ederler. Allah onların ticaretine kesatlık versin!
Başka birisinde ise; “Din bilgilerini dünya menfaati için öğrenenlere, ilmini paraya değişenlere kıyamette ateşten gömlek giydirilir.” buyurdu.
Diyanetçiler, dini kitap yazıp satanlar ve meşhur olmak için ekran ekran ekran dolaşan ilahiyatçılar bu hadis-i şerifleri iyi okusun.
Bu tespitime bakıp, “İyi de Metin Bey, bu insanlar geçimini nasıl sağlayacak?” diye sorarsanız, ben size adres olarak Bayezid-i Bistami Hazretlerini gösteririm.
Bayezid-i Bistami Hazretleri şehire indiğinde camide bir imamın arkasında namaz kıldı.
Namazdan sonra arkasında Beyazid’i Bistami Hazretlerin’i gören o imam, aklına takılan bir soruyu yöneltti;
-"Siz bir yerde çalışıp para kazanmıyorsunuz. Başkalarından da bir şey istemiyorsunuz. O halde siz, nafakanızı nereden temin ediyorsunuz?"
Hazret-i Bayezid bunu duyunca ayağa kalktı ;
-"Ben hemen namazımı iade edeyim. Zira rızıkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namaz kılmışım, bu ise caiz değildir."
Allahü Teala’ya tam teslim olan iman sahipleri bilirler ki; kişi ne kadar ararsa arasın, rızkı gelip o kişiyi mutlaka bulur. Çünkü Allah-ü Teala her yarattığı canlıyı rızkıyla birlikte halk etmiştir.
Yeterki kişi buna tam olarak inansın.
Bu arada emin olun ki benim bahis ettiğim bu kişilerin zaten çok iyi gelirleri var. Onların sorunu gözü doymamakla ilgili..
Sayın Cumhurbaşkanım!..
Bugüne kadar Diyanet ve İlahiyat’tan elle tutulur bir çözüm çıkmamasının nedeni budur.
Din işleri memurluk için değil, Allah rızası için yapılmalıdır.

Peki çare nedir?
Onu da sonraya bırakalım.

DEVAM EDECEK
METİN ÖZER...