GİTTİ PKK, GELDİ VAİZ

  • 7.3.2014

Güzel ülkem tam bir asırdır, amip gibi bölüne bölüne büyümeye çalışıyor.
Kökü dışarıda olan hainler, Türk milletinin huzurunu bozmak için elinden geleni ardına koymuyor.
Her dönemde farklı farklı senaryolar, farklı farklı piyonlar kullanılıyor.
O piyonlar eli ile de koca toplum yıllardır yüksek gerilim altında tutuluyor.
Biraz hafızanızı zorlayın.
Önce CHP-DP gerilimi çıkarıldı.
O gerilimde ülke iki ayrı kampa bölündü.
Türk milleti, birbirinin gırtlağını sıkacak hale getirildi.
Olaylar, Başbakan Adnan Menderes’in asılmasına kadar gitti.
Başbakan asılınca ülke huzura mı erdi?
Hayır.
Hemen arkasından 12 Eylül öncesi süreç başladı.
Türk milleti, Ülkücüler-Devrimciler diye ikiye ayrıldı.
Vatan evlatları birbirine düşman edildi.
Türk’ü birbirine kırdırdılar.
Ülkücü de vatan evladı, devrimci de.
Biri ülkesini sağdan seviyor, diğeri soldan.
Sonuçta ülkelerini seviyorlar.
Gel gör ki; bu vatan evlatları, birbirlerini hasım görüp canlarına kast etti.
Sonuç; yaklaşık 50 bin gencecik fidanımız canından oldu.
11 Eylül gece saat 23.59’da Türkiye kan gölüyken, bir dakika sonra yapılan ihtilal ile ortalık süt liman oluverdi.
Bunun aklı mantığı var mı?
Benim Siyasetvitrini isimli bir televizyon programım vardı.
O programa CHP’den Fikri Sağlar’ı konuk etmiştim. Yayın sırasında Fikri Sağlar çantasından bir belge çıkardı.
Bir tabancanın balistik raporuydu.
Aynı tabanca; gündüz bir ülkücünün, akşam da bir devrimcinin öldürülmesinde kullanılmış.
El aynı.
Silah aynı.
Balistik rapor aynı.
Hedef farklı.
O hain el, iki tarafı birbirine kırdırmak için aynı silahı kullandı.
O yıllarda kullanılan silahların ortak yanı buydu.
Sonuçta 50 bin gencimiz bu hain el tarafından katledildi.
Aynı eli başka bir yerde daha gördük.
Durduk yere bir Alevi-Sünni gerilimi başlatıldı.
Kahramanmaraş’ta, Çorum’da Sivas’ta eşi görülmedik katliamlar yaşandı.
İnsanların evleri ateşe verildi.
Yangın çıkarmak için çakmağı çakan yine aynı eldi.
İhtilal oldu.
Olaylar bir dakika içerisinde tamamen bitti.
Olan toprağın altına giren vatan evlatlarına oldu.
Tam huzuru bulduk derken yeni bir gerilim başladı.
İhtilalden demokrasiye henüz yeni geçmiştik.
Rahmetli Turgut Özal, harabeye dönen Türkiye’yi imar etmeye başlamıştı.
Türkiye’de büyük bir kalkınma hamlesi yapılıyordu.
İşte o günlerdi.
Başımıza bela olan o el, bu kez dağda ortaya çıktı.
PKK kuruldu.
Bu örgüt eli ile Türk-Kürt çatışması başlatıldı.
Ülkem bir kez daha iki kampa bölündü.
Ortalık yeniden kan gölüne döndü.
30 bin vatan evladını şehit verdik.
100 bin Kürt 
vatandaşımız canından oldu.
Güzel ülkem bir kez daha kendini yüksek gerilimin ortasında buldu.
Sabah kalkıyorsun çatışma, akşam yatıyorsun şehit haberleri.
Toplumun kimyası bozuldu.
Sade kimyası değil, ekonomisi de bozuldu.
Bütçenin yarısından fazlası PKK ile mücadeleye gitti.
Geri kalan kısmı ile de 70 milyon kıt kanaat geçinir hale getirildi.
Dağda savaş sürerken Ankara’da hükümetlerin biri gelip biri gidiyordu.
Ta ki REFAH-YOL hükümetine kadar.
İktidara gelen REFAH-YOL, bozulmuş ekonomiyi bir hal yoluna koydu.
Memurlara yüzde 60 gibi görülmedik bir zam yaptı.
Milletin eli para gördü.
Ülkede bir ferahlık başladı.
Ama ne mümkün.
Bu millete rahat ve huzur vermemeye yemin etmiş o el bir kez daha ortaya çıktı.
Bu kez Ankara’ya geldi.
Dağdan inip Genelkurmay karargahına postu serdi.
Ülkem bir kez daha kamplara ayrıldı.
Yeni gerilimin adı Laik-Şeriatçı çekişmesiydi.
Hayali bir irtica tehlikesine karşı, topyekün savaş başlatıldı.
Türkiye’nin kalbi Ankara’da ortalık yine karıştı.
Gazetelerin irtica manşetleri ile uyanan insanlarımız, her gün adeta elektriğe kapılmış gibi oldu.
Ülkede ne huzur kaldı ne rahat.
İnançlılar laiklere, laikler inançlılara düşman edildi.
Silahlı bir çatışmanın eşiğinden dönüldü.
O hain el, düştüğümüz durumu ellerini oğuşturarak ve sırıtarak izledi.
Ta ki Refah-Yol iktidarı, post modern bir darbe ile gidene kadar.
O elin kurdurduğu yapay iktidarların da ömrü uzun olmadı.
Zorlama iktidarlar; Anasol-D ve Anasol-M dikiş tutturamayınca seçime gidildi.
Yıllardır yaşatıldığı gerilime isyan eden millet, ilk kez o ele diklendi.
Öyle olmaz böyle olur” deyip yeni kurulan AK Parti’ye yüklendi.
AK Parti, Tayyip Erdoğan’ın bile beklemediği bir oranda oy aldı.
Bu aslında halkın, o alçak ele meydan okumasıydı.
AK Parti, iktidara gelir gelmez iyi niyetle kolları sıvadı.
Ekonomi bir hal yoluna konuldu.
İşler düzelmeye başladı.
Bozulan çarklar tekrar dönmeye başladı.
Arkasından AK Parti’nin ikinci seçim zaferi geldi.
AK Parti’nin seçim zaferi, o ele de taktik değiştirtti.
Karşı olmak yerine, yandaş görünmeyi tercih etti.
Dünyamızı karartan o el, bu kez AK Parti’nin içerisinde ortaya çıktı.
Sinsice sızdığı AK Parti’de devleti ele geçirmek için kadrolaşmaya başladı.
O elin birisi AK Parti’nin içerisindeyken, diğeri cemaatin içerisindeydi.
O hain eli hiç kimse göremedi.
Yurtlarda, mescitlerde, okullarda ve Işık evlerinde bir hain el olabileceği kimsenin aklına gelmedi
En başta da Tayyip Erdoğan bunu fark edemedi.
Ta ki,  Mavi Marmara olayına kadar.
İsrail ile ilişkilerin bozulması hem hain eli, hem de vaizi çıldırttı.
Gizlendikleri delikten dışarıya çıkmaya karar verdiler.
Bu arada AK Parti, hain elin bütün hesaplarını bozan bir manevra yaptı.
O el tarafından kurulan PKK ile sulha gitti.
Varılan mutabakattan sonra; önce Doğu ve Güneydoğu sonra bütün Türkiye rahatladı.
Bölgeden ne çatışma ne şehit haberi gelmez oldu.
İnsanlarımızın yüzleri tekrar gülmeye başladı.
Geleceklerine daha güvenle bakar oldular.
Çocukları askerde olan aileler, ilk kez huzur içerisinde uykuya daldı.
Terörle mücadeleye giden paralar ekonomiye geri dönmeye başladı.
Çok büyük yatırım kararları ardı ardına geldi.
Kan ve gerilim ile beslenen hain el bu duruma çıldırdı.
Öfkeden deliye döndü.
Bugüne kadar gizlediği çirkin yüzünü açığa çıkarttı.
Vaiz ile birlikte el ele, bir savaş başlattı.
Vaiz ve adamları sayesinde devletin mahremine kadar girdi.
İnsanların yatak odasını röntgenlediler.
20 bin kişiyi hayasızcapervasızca dinlediler.
Koca toplumu, “Beni dinliyorlar” travmasına soktular.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve bakanları dinleyip o konuşmaları hain ele teslim ettiler.
Türkiye Cumhuriyeti devletinde mahrem bırakmadılar.
O elin dürtmesiyle harekete geçen vaiz, ekmeğini yediği çanağa tükürdü.
Bırakın din ve imanı, insanlığı bile ayaklar altına aldı.
Kul hakkını bir yana bırakın, insan hakkı bile tanımadılar.
Her gün yeni bir olay, her gün yeni bir kaset.
Türk milleti, bir kez daha toz dumanın ortasında kaldı.
Gerilim yine zirve yaptı.
İşte bu ortamda beklenmedik bir şey oldu.
Atalarımız boş yere, “Öfkeyle kalkan zararla oturur” dememiş.
Dürtülen vaiz, duyduğu öfke ve kinden büyük bir hata yaptı.
Daha doğrusu, Allahü Teala ellerini ayaklarını dolaştırdı.
Ağzından o bedduayı çıkarttı.
Bugün kendisi bile o bedduanın ağzından nasıl çıktığını bilmiyordur.
Ey benim Güzel Allah’ım.

Sen her şeye kadirsin.
Vaizin sadece elini ayağını değil, dilini de dolaştırdın.
İşte o beddua, milad oldu.
Açılmamış gözlerin, fal taşı gibi açılmasına neden oldu.
Emin olun vaiz; bir iki sene daha sabretseydi, koca ülkeyi ele geçirirdi.
Kendilerinden olmayan herkesi bu ülkeden sürerlerdi.
Hiç birimize yaşama hakkı tanımazlardı.
Zaten bütün hesap buydu.
Fakat en temel kuralı unuttular:
-Herkesin bir hesabı olur ama sadece Allahü Teala’nın hesabı tutar.
Vaiz’in beddua çıkışı
 sadece toplumu değil onu dürten eli de çıldırttı.
Öfkelenen el, vaize konuşma yasağı koydu.
O bedduadan sonra da zaten vaiz, bir daha konuşamadı.
Önümüzde bir seçim var.
Bu bir belediyecilik seçimi değil.
Bu, hain ellerin kırılma seçimi.
Kimin başkan olacağı ile ilgilenmiyorum.
Ben bu elleri kıracak balyozun peşindeyim.
Bir yanda ülkemi almak isteyenler, diğer yanda vermek istemeyenler yarışıyor.
Hain eller; ülkemin huzurunu, rahatını ve geleceğini istiyor.
Oylarınızı kime verirsiniz bilmem.
Bu şartlar altında evlerinizde oturup sakın oy vermemezlik etmeyin.
Mutlaka sandığa gidin.
Sadece bir oy vermeyin, büyük bir de ders verin.
Unutmayın ki veren el alan elden makbuldür.
SELAM VE DUALARIMLA

METİN ÖZER/ HABERVİTRİNİ