TGRT’NİN ASKERLERİ!..

  • 30.3.2013

TGRT’NİN ASKERLERİ!..

Metin Özer/ HABERVİTRİNİ

Son yazımda biliyorsunuz Demirel’in mektuplarını yazmıştım.
Orada Demirel’in beni görevden aldırmak için nasıl çabaladığını belge ve şahitleriyle aktardım.
Aradan bir hafta geçti.
Güniz Sokak’tan tık çıkmadı.
Demirel’in görevden aldırmak istediği tek gazetecinin ben olduğumu sanıyordum.
Yanılmışım.
Demirel, dönemin İHA Genel Müdürü Fevzi Kahraman’ı da görevden aldırmak için Enver Abi’ye telefon etmiş.
Gerçi Fevzi Bey’in olayı biraz daha kapsamlı ve bir ekip çalışması ama yine Demirel işin içerisinde.
Bu arada bir konuya açıklık getirmek isterim.
İhlas Finans mudilerinin bir kısmı bana sürekli sorular yöneltiyor.
Sorular hiç bilmediğim ve hayatımda anlamadığın konular.
Ben bu sorulara cevap vermeyince de, “Hah. Tamam. Metin Bey sorularımıza cevap veremedi” deyip mesaj üstüne mesaj yolluyor.
Soruların da hepsi İhlas Finans ile alakalı.
Sevgili arkadaşlar!..
Ben finanstan ne anlarım?
Ben bir gazeteciyim.
Hayatım boyunca da finans işinden hiç çakmadım.
Çakmadığım için de kendi adıma bir şey sahibi olamadım.
Ömrüm cumhurbaşkanları ve başbakanlarla geçti.
Bakanların ‘abi’ dediği bir insanım.
Bu geniş çevreme rağmen halen bir evim bile yok.
18 yaşındaki oğlumdan 4 yaş küçük bir arabam var.
Şahsıma ait ne malım ne de bir mülküm var.
Pardon. Özür dilerim.
Bir mülküm var.
İhlas’ın Kuzuluk’taki tesisinde bir devre mülküm var.
Her ay sonu, “Habervitrini’ni kapatır mıyım, kapatmaz mıyım?” diye papatya falı açıyorum.
Siz böyle bir adama “temettü” sorusu soruyorsunuz.
Allah aşkına ben temettüden ne anlarım.
Siz sorunca işimi gücümü bırakıp Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne bakıp öğreniyorum.
Böyle bir insana hortumculuk sorusu yöneltiyorsunuz.
Siz, “hortum” deyince benim aklıma çocukluğumda bahçeyi suladığım hortum geliyor.
Başka da bir hortum zaten bilmem, hiç de görmedim.
Emin olun o nakarat gibi tekrarladığınız hortumlamadan Enver Abi’nin anladığı benim hortumdan anladığımdır.
Neyse!..
Dönelim esas konumuza..
Ben 28 Şubat’ta yaşadıklarımı aktardıkça okuyanlar büyük şok yaşıyor.
Bizler o şokları canlı canlı yaşadık.
28 Şubat, 12 Eylül gibi sadece tek bir TV kanalının olduğu bir dönem değildi.
12 Eylül’de askerler TRT’yi kuşatıp bildirilerini radyodan okur ve ihtilal yaptıklarını herkese haber verirdi.
28 Şubat’ta çok sayıda özel TV kanalı ve radyo vardı.
28 Şubat cuntası bunu da düşünmüş.
Karargahta planlama yapmışlar.
O süreçte Enver Abi’yi 2-3 ayda bir Ankara’ya çağırıp müthiş baskı yapıyorlardı.
Her toplantıda TGRT’nin “Huzura doğru” programı ve Türkiye Gazetesi’nin orta sayfası masaya yatırılıyor, bunların kaldırılması için nezaket sınırlarının dışına çıkılıyordu.
Enver Abi bu baskılardan o kadar bunaldı ki…
Sonunda hastalandı.
O baskıları ve içeride konuşulanları ayrıca kaleme alacağım.
İnanın siniriniz yerinden oynayacak.
Enver Abi,
her seferinde kendini ve kurumunu savunuyor ama nafile.
Cuntacılar bunları dinlemiyor bile.
Yine bu toplantıların birinde Enver Abi dayanamadı patladı:
-Buyrun TGRT’yi size vereyim ama bir şartla; gazetenin orta sayfasına dokundurtmam.
TGRT
ile ilgili yazımda zaten bunu ayrıntısıyla aktarmıştım.
TGRT’yi veren Enver Abi, gazetesini ve orta sayfayı ancak böyle kurtarabildi.
O yüzden Enver Abi, “TGRT benim değil, Türkiye Gazetesi benim” dedi.
TGRT’nin yayın politikasının değişikliğinde bu alış veriş yatıyordu.
TGRT kağıt üstünde İhlas’ın gözükse de politika olarak askerin eline geçti.
İşte o günlerdeydi.
TGRT’nin Haber Dairesi’nin başındaki arkadaş beni aradı:
-Abi gözün aydın. Ankara’ya 5 kişilik bir takviye yapıyoruz.
Hayırdır” dedim. Benim böyle bir talebim olmadığını söyledim.
O arkadaş, “Abi bu personel bildiğin personel değil. Bunlar albay. Ankara’da 5 albay görev yapacak. Bunlar TGRT Ankara Temsilciliği kadrosunda olacaklar.” dedi.
Şaştım kaldım.
Kardeşim albay TGRT’den, televizyonculuktan ne anlar? Ben onları büroya sokmam” dedim.
O arkadaş da, “Abi gözünü seveyim itiraz etme. Hem sen şanslısın. Bize 15 albay geldi” dedi.
Hayda!..
Sanki resmen ihtilal olmuş ve askerler TGRT’yi ele geçirmiş.
Kendimi felaket kötü hissettim.
Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak’ın siyasi literatürümüze soktuğu “Postmodern darbe” böyle bir şeydi.
Kısaca, “Resmen el koyma, fiilen yönet” tarzı bir darbe.
Bir yandan TGRT’de operasyon yapılırken öte yandan diğer medya kuruluşlarına da el atıldı.

Aynı tarihlerde “Andıç skandalı” patladı.
1998’de yakalanan PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Şemdin Sakık'ın soruşturma zaptına, yalan ifadeler eklendi.
Bu ifadelerin yalan olduğu daha sonra resmen belgelendi.
Çevik Bir
ve Erol Özkasnak'ın gönderdiği sahte belgeye göre; Sakık’ın ifadesinde bazı gazetecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının "para karşılığı PKK’ya destek verdikleri" iddia edilmişti.
Sabah Gazetesi’nin sahibi Dinç Bilgin başta olmak üzere bazı medya patronları adı geçen gazetecilerin işine son verdi.
Bu gazeteciler arasında Kürt sorununda devletin resmi politikasına uyum göstermeyen Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand gibi önemli isimler bulunuyordu.
Bu kişilerden Cengiz Çandar'ın yazıları durdurulurken; Mehmet Ali Birand, Sabah'tan atıldı ve Show TV'deki 32. Gün programı askıya alındı.
Belgede adı geçen Akın Birdal ise suikaste uğradı. Birdal suikastten ağır yaralı olarak kurtuldu.
O süreçte bizim de 5’i Ankara’da 15’i İstanbul’da nur topu gibi 20 albayımız oldu.
Hemen Enver Abi’yi aradım :
- Efendim, Ankara’da benim kadroma 5 albay geliyormuş. Ben bu işten bir şey anlamadım.
Enver Abi, “Aman abim. Hiç sesini çıkarma. Onlarla da ters düşme. Ne isterlerse ver. Sakın ola sürtüşmeye falan girme” dedi.
Ben de, “Efendim, bu arkadaşlar ne iş yapacaklar, Nerede çalışacaklar?” diye sordum.
Enver Abi, “Günlük işlere ve haberlere karışmayacaklar. Sadece gözlemde bulunacaklar” diye cevap verdi.
Enver Abi, “Onlara bir oda ayarla. Orada çalışsınlar, ayrıca buradan bir de altlarına araba verdim” şeklinde konuştu.
Ben de kendisine, “Efendim, bu arkadaşlar bizimle aynı ortamda olmasınlar. Haber merkezinin içerisinde 5 albayın olması farklı söylentilere neden olur. Hoş da görünmez. Madem günlük işlere karışmayacaklar o zaman bizimle birlikte olmalarına da gerek yok. Dışarıda bir büro tutalım” dedim.
Enver Abi bu düşüncemi çok beğendi.
Arkasından bu albaylara özel bir büro tutuldu.
Hepsine TGRT’den maaş verildi.
İnanmayanlar TGRT’den maaş bordrolarını isteyebilir.

İstanbul’dakilerin ne iş yaptığını emin olun bilmiyorum.
Ankara’daki albaylarla bir kez bir araya geldim.
Onun dışında ne karşılaştım ne de bir görüşmem oldu.
Karargahta her ay medya kuruluşları için bir değerlendirme toplantısı yapılıyordu.
Sanıyorum bunlar bizimle ilgili her ay rapor hazırlayıp o toplantılara yolladılar.
28 Şubat’ın bitimiyle birlikte geldikleri gibi sessizce gittiler.
İşte böyle bir ortamda Enver Abi’nin yaşadıklarını düşünün.
Zulüm ve baskıları hesaplayın.
Bir konuya dikkatinizi çekmek isterim.
O yıllarda sadece medyada değil hemen her konuda operasyonlar yapıldı.
Cemaatlerin üzerine korkunç bir baskı kuruldu.
Çok sayıda Müslüman sudan sebeplerle gözaltına alındı.
Bunca baskı, bunca zulüme rağmen Enver Abi arkadaşlarını korudu.
İhlas ailesinden tek bir kişinin burnu bile kanamadı.
Yıldırımları ve şimşekleri üzerine çekti.
Bir paratoner gibi o saldırıları adeta emdi.
Kanatları altındaki arkadaşlarını elektrik çarpmasından korudu.
Bunu yaparken de yaşadıklarından kimseye tek kelime bahsetmedi.
Yakınmadı ve şikayet etmedi.
Arkadaşları “üzülmesinler” diye içindeki fırtınaları ve yaşadığı dayanılmaz acıları belli etmedi.
Belli etmediği gibi, yüzünden tebessümü de eksik etmedi.
Enver Abi’nin sevenleri yazılarımla birlikte yaşananları öğreniyor.
Öğrendikçe gözyaşı döküyor.
O arkadaşlar şunu çok iyi bilsin!..
Enver Abi, sizin bugün döktüğünüz gözyaşını o günlerde her gün döktü.
Ortalıktan el ayak çekildiğinde, Allah-u Teala ile baş başa kaldığında hep ağladı.
Arkadaşlarına, ülkesine ve Müslümanlara bir zarar gelmemesi için sabahlara kadar gözyaşıyla dua etti.
İhlas bugün o dualarla ayakta.

BU GÜZEL İNSANIN ARKASINDAN HEPİMİZ NE YAPSAK AZDIR
O’NUN GÖSTERDİĞİ YOLDAN YÜRÜMEK ÜSTÜMÜZE FARZDIR.


ALLAH’A EMANET OLUN

METİN ÖZER/ HABERVİTRİNİ