Gündem
  • 11.11.2005 07:12

AHMET HAKAN NEDEN ATATÜRK YAZISI YAZMADI?

AHMET HAKAN'IN HÜRRİYET'TEKİ YAZISI:

Neden Atatürk yazısı yazmadım


EY bana ‘10 Kasım’da neden Atatürk’ü yazmadın Ahmet Hakan?’ diye mesaj atan hanımefendiler, beyefendiler.

10 Kasım günü Atatürk üzerine yazı yazmayan nice anlı şanlı kalem erbabı orada öylece dururken, hesap sormak için beni gözlerine kestiren
abiler, ablalar.

Gerekli gereksiz her konuda laf söyleme gayreti içinde olan benim gibi birinin, 10 Kasım günü Atatürk’ü es geçmesini manidar bulup kinaye dolu mesajlar gönderen
baylar, bayanlar...

Aşağıdaki ‘Yazmadım, çünkü...’ başlıklı gerekçeler, sizin için yazılmıştır.

Ama başkalarının okumasında da bir sakınca yoktur.

***

Yazmadım, çünkü: Ne kadar içten olursam olayım, Atatürk’le ilgili yazacağım olumlu şeyler, kaçınılmaz olarak, önyargılarla örülmüş çok kavi bir duvara toslayacaktı. Ardından da ‘Hadi ordan takıyyeci!’ diye gürleyen öfkeli sesler çıkacaktı. Yani içtenliğimin sorgulanmasını istemediğim için yazmadım.

Yazmadım, çünkü: ‘Koruma Kollama Kanunu’nu bir kontrol mekanizması olarak algılayan ve o mekanizmadan kurtulmak maksadıyla ‘Atatürk yaşasaydı bizim gibi olurdu’ tarzında cambazlıklarla işi geçiştirmek isteyen uyanık tüccarlar gibi algılanacaktım. Atatürk’le aramda oluşan sahici ilişkinin bu şekilde zedelenmesine gönlüm razı olmadığı için yazmadım.

Yazmadım, çünkü: Toplumun tüm kesimlerinin üzerinde ittifak kurmaları gereken bir ‘ulusal değer’in, bazı kifayetsiz muhterisler tarafından nasıl da ‘bölünme’ aracı haline getirildiğinin herkes gibi ben de farkındayım. Ne yazarsam yazayım ben de o oyunun bir parçası haline getirilecektim. İşte bu yüzden hiçbir şey yazmamayı tercih ettim.

Yazmadım, çünkü: Yükselmek için çabalayan memur, gecekondusunu yıktırmak istemeyen adam, terfi bekleyen bürokrat, oy kapmak isteyen siyasetçi... Hepsi onun adını ya da resmini kullanarak, çekiştirerek ve göstererek bir yerlere gelmek istiyor ya... İşte onlardan biri gibi algılanmak istemediğim için yazmadım.

Yazmadım, çünkü: Atatürk ‘İnatçı bir direnişin destansı adıdır’ desem, biliyorum ki fazlasıyla klişe kaçacak. ‘Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde hutbe okumuştur’ desem, onu tam olarak anlatmış olmayacağım. Sözde ‘İnsan Atatürk’ü anlatmak adına Latife Hanım’dan, bahtsız Fikriye’den filan söz etsem, lüzumsuz bir işe girişmiş olacağım. ‘Son zamanlarında çok yalnızdı’ diye yazsam, abartılı ve yapay bir samimiyet gösterisine girişmiş gibi olacağım. ‘Başımıza gelen bütün iyilikler Gazi’den, bütün kötülükler ise İsmet Paşa’dandır’ diye yazsam Attila İlhan kolaycılığına kaçmış olacağım. İşte bu yüzden ‘En iyisi hiç yazmamak’ dedim ve yazmadım.

Yazmadım, çünkü: Toplumun geniş kesimlerinin oyunu alamayan adamların, kendilerine yönelik her haklı itirazı savuşturmak ya da başarısızlığı unutturmak için Atatürk adını kullanmalarından bıktım. Onların karşısına ‘En hakiki Atatürkçü benim’ diye çıkarak, Atatürkçülük yarışı yapmak istemediğim için yazmadım.

Yazmadım, çünkü: Bir eylül günü Pera Palas’ın soğuk ve kasvetli salonunda okuduğum Falih Rıfkı’nın ‘Çankaya’sında anlatılan o sarsıcı hikáyenin kahramanının bendeki izdüşümünden söz etmek isterdim. Başarılan büyük işin, bu toplumun her ferdi tarafından neden gurur vesilesi olması gerektiğini anlatmak isterdim. Ama görüyorum ki, bunun vakti gelmiş değil. İşte bunun için yazmadım.

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 10:41

İLGİLİ HABERLER