Bilim
  • 24.10.2005 10:18

BİLİMİN GÖZLEDİĞİ AMA AÇIKLAYAMADIĞI SORULAR

Merak insanoğlunun gelişme sürecinde edindiği en önemli niteliklerden biri. Zaten bilim dünyasını da tetikleyen bu merak değil mi? Sorulara yanıt bulma yolunda gelinen nokta ise gerçekten heyecan verici. Tıptan uzay araştırmalarına, bilişime kadar her alanda devrim sayılabilecek ilerlemeler yaşamımıza damgasını vuruyor. Ancak, bilim dünyasının gözlemini yaptığı, gerçek gibi gördüğü fakat bir türlü yanıtını veremediği sorular da mevcut. İşte bilim dünyasının nedenlerini açıklayamadığı gözlemlerden bazıları... PLASEBO ETKİSİ Düşüncelerimizle beynimizi kontrol edebilir miyiz? Latince ‘placere’ kökünden gelen plasebo ‘hoşnut etmek’ anlamına geliyor ve daha çok tıp öncesi dönemlerde kullanılan yöntemlerden biri. Eski dönemlerde Bergama’da rahipler, hastaları hastanenin girişinde muayene ediyor ve iyi olacak dediklerini içeri alıyorlardı. Bu da hastalarda içeri alındıkları için iyileşeceklerine dair bir inanç oluşturuyordu. Bu, bir plasebo yöntemiydi ama bunu uygulayanlar bunun bilincinde değillerdi. Tıp biliminde ise bir ilacın yerine, o ilaçla aynı şartlarda verilen zararsız maddelere plasebo, etkisine de plasebo etkisi deniyor. Teksas Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma sonucunda depresyon ilacı kullananlar ile plasebo kullananlarda kaydedilen gelişmenin aynı olduğu gözlemleniyor. Bir grup hastaya depresyon ilacı verilirken, diğer gruba plasebo veriliyor. Beyindeki gelişmeleri inceleyen uzmanlar, plasebo verilen hastaların beyninde meydana gelen değişiklik ile depresyon ilacı kullananların beyninde meydana gelen değişikliğin benzer olduğu sonucuna varıyorlar. Araştırmacılar, depresyon ilacı aldığına inanarak, etkisiz bir ilaca tepki verebilen hastaların beyinlerinde, kendi kendisini iyileştirme yeteneğinin bulunduğunu, bu durumun bazı hastalarda klinik belirtileri azaltabileceğini belirtiyorlar. Bu örnek akla şu soruyu getiriyor. Düşüncelerimizle beynimizi kontrol edebilir miyiz? MARS’TA YAŞAM Önce NASA’yı ikna etmek gerek Bundan 30 yıl önce Mars’a gönderilen Viking uzay aracının getirdiği toprak örnekleri metan gazının varlığını ortaya koyuyordu. Söz konusu gaz Mars’ta bir dönem yaşam olduğunun da kanıtıydı. Ancak bu sonuç beklenen etkiyi yaratmadı. Çünkü, organik molekülleri bulmak için tasarlanan başka bir uzay aracı hiçbir şey bulamamıştı. Bunun üzerine bilim adamları Viking’in yanlış veri gönderdiği konusunda görüş birliğine vardılar. Peki Viking niçin pozitif sonuç göndermiş olabilirdi? Tartışmalar giderek şiddetlendi. NASA’nın Mars’a son gönderdiği uzay aracının yolladığı bilgiler de Mars‘ın geçmişinde sulak bir gezegen olduğunu ve bu nedenle yaşam olasılığına işaret ediyordu. Los Angeles’taki Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden hücre biyoloğu Joe Miller, verileri yeniden gözden geçirdi ve 24 saatlik biyolojik süreç ile ilgili döngüye ilişkin kanıtlar içerdiğini ileri sürdü. Bu da yaşamın olduğuna ilişkin çok önemli bir kanıttı. Şimdi Mars’ta yeniden yaşamı araştırma gündemde, tabii önce NASA’yı ikna etmek gerek. KARA MADDE Bilim adına utanılacak bir durum Galaksilerin nasıl döndüğü sorusunu, yerçekimi konusundaki bilgilerle çözmeye çalışıldığında işler bir anda karışıyor. Çünkü galaksilerde gözlenen dönmeyi yaratacak miktarda kütle olmadığı biliniyor. O halde galaksiler nasıl dönüyor? Washington D.C.’deki Carnegie Enstitüsü Yeryüzü Manyetizması Bölümü’nden astronom Vera Rubin, 1970’li yılların sonlarına doğru bu anormalliği tespit etti. Fizikçilerden gelebilecek en anlamlı tepki, ‘görebildiğimizden daha fazla kütlenin varolabileceği’ şeklinde bir önerme oldu. Sorun bu ‘kara madde’nin ne olabileceği konusunda kimsenin bir fikri olmaması. Şu anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Bilim adamları kara maddenin ne tür parçacıklardan oluşabileceği konusunda çok sayıda önerilerde bulundularsa da, bu konuda bir ortak bir görüş söz konusu değil. Bu da bilim adına utanılacak bir durum. Astronomik gözlemlere göre kara madde evrendeki kütlenin yüzde 90’ını oluşturmakla birlikte, insanoğlu bu yüzde 90’ın ne olduğunu bilmiyor. Büyük olasılıkla kara maddenin ne olduğunun bilinmemesinin en önemli nedeni böyle bir şeyin varolmamasıdır. Öyleyse Newton’un yasalarında mı bir sorun var? Rubin bu soruyu şöyle yanıtlıyor: ‘Eğer seçme şansım olsaydı, geniş mesafelerdeki kütleçekimsel etkileşiminin doğru olarak tanımlanması için Newton’ın yasalarının değiştirilmesini talep ederdim.’ UZAYDAKİ ÇEKİM Açıklaması olmayan fenomenlerle açıklanıyor Pioneer 10, 1972 yılında fırlatıldı, Pioneer 11, bir yıl sonra yola çıktı. Şu günlerde iki uzay aracı, Güneş Sistemi’nin dışına, yıldızlararası boşluğa çıktılar ve uzayın derinliklerinde sürükleniyor olmalılar. Ancak bunların yörüngesi göz ardı edilemeyecek kadar önemli. Çünkü bunları bir ‘şey’ itiyor veya çekiyor. Bu ‘şey’ uzay araçlarının hızlanmasına yol açıyor. Gerçi sonuçta ortaya çıkan hızlanma nanometre kadar küçük. Bu da Dünya’nın yüzeyindeki yerçekiminin on milyarda birine eşit. Ancak yine de Pioneer 10’u, 400 bin kilometre öteye sürükleyecek kadar güçlü. NASA’nın, Pioneer 11 ile bağlantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile benzer bir sapmaya maruz kalmıştı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir? Bunu kimse bilmiyor. Yazılım hataları, güneş rüzgárları veya yakıt sızıntısı gibi bazı olası açıklamaların yanlışlığı şu ana kadar kanıtlandı. Eğer bunun nedeni kütleçekimsel bir etkiyse, bu bizim bildiğimiz kütleçekimi olamaz. Aslında, bazı fizikçiler bu konuda o kadar çaresizler ki, bu gizemi açıklamak için açıklaması olmayan başka fenomenlere başvurmaktan çekinmiyorlar. KOZMİK IŞINLAR Einstein yanılmış olabilir Kozmik ışınlar, evrende ışık hızına yakın bir hızda yol alan parçacıklara verilen isim. Çoğunlukla proton, fakat bazen de ağır atom çekirdeği şeklindeler. 10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya’daki fizikçiler varolması mümkün olmayan kozmik ışınları gözlüyorlar. Tokyo Üniversitesi’nden Akeno Giant, Air Shower Array adı verilen 111 parçacık dedektörü, bilim dünyası tarafından belirlenen sınırın üzerinde birkaç kozmik ışın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemiş olmaları için, bizim galaksimizin içinden gelmesi gerekir. Ancak astronomlar galaksimizin içinde bu kozmik ışınların gelmiş olabileceği bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu? Bir olasılığa göre Akeno sonuçları yanlış olabilir. Bir diğer olasılık ise özel görelilik kuramının babası Einstein’in yanılıyor olması. 10. GEZEGEN 2015’ten önce sırrı çözülemeyecek Güneş Sistemi’nin iyice uç noktalarına doğru yol alırsak örneğin Pluton’un ötesine geçersek birden çok tuhaf bir şeyle, Kuiper Kuşağı ile karşılaşıyoruz! Buz tutmuş kayalarla kaplı bu uzay bölgesini geçtikten hemen sonra ise artık hiçbir şey kalmıyor. Astronomlar bu bölgeye Kuiper Uçurumu adını veriyor, çünkü kaya yoğunluğu birden bire bu bölgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek yanıtı 10. gezegen olabilir. Dünya veya Mars kadar büyük bir masif nesne, bölgeyi çer-çöpten temizliyor olabilir. NASA’nın Kuiper Kuşağı ve Pluton’a doğru yol alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında fırlatılacak. 2015 yılından önce Pluton’a ulaşamayacak olan uzay aracı, ancak o zaman bu bilinmeyen bölgeyle ilgili bilgi gönderebilecek. (Hikmet B. Çağlayan-HÜRRİYET) Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 10:49

İLGİLİ HABERLER