Medya
  • 27.5.2004 10:28

GAZETECİLERİN TAVLAYI YARIDA KESİP TELEFONUNA ÇIKMADIKLARI BAKAN KİM?...

KRONİK MEDYA/ YENİ ŞAFAK Selahattin Duman işin şakasında olmasın? Vatan'dan Selahattin Duman'ın ''Kafamıza nostalji düştü'' (26 Mayıs) başlıklı yazısında söz dönüp dolaşıp bakın nereye gelmiş: ''Sabah gazetesindeydik.. Tavlanın başındaydık.. Zafer Mutlu, rahmetli Ercan Arıklı ve patronumuz Dinç Bilgin'den başka gazete eşrafından altı yedi kişi daha vardı.. Oyuna nasıl kaptırmışsak kendimizi.. O sırada Gül Hanım içeri girdi ve 'Filanca bakanın görüşmek istediğini..' bildirdi. Telefondaymış. Zafer Mutlu 'Başkası görüşsün' deyip savdı. Dinç Bey oyundan ayrılmak istemedi. Ben de. Keza Ercan veya başka biri de... Gül Hanım kime baktıysa oyuna çevrilmiş gözlerle buluşamadı... Çaresiz o bakana 'Şu anda gazetede kimse bulunmuyor. Mesajınızı alabilir miyim' beylik yalanını söylemeye gitti. Bu olay sonra beni çok düşündürdü. (...) Ne yazık ki hükümet adamlarının, bir bakanın, herhangi bir tavla oyununu iki dakika kesecek ağırlıklarının kalmadığı dönemlere gelmiştik...'' Selahattin Duman'ın okurlarına aktardığı bu hatırası da bizi çok düşündürdü doğrusu... Patronundan genel yayın yönetmenine gazetenin önemli isimlerinin birarada olduğu bir mecliste hiç kimse yerinden kımıldayıp ''bakan''ın telefonuna çıkmak istemiyor... Çünkü ''hükümet adamlarının herhangi bir tavla oyununu iki dakika kesecek ağırlıklarının kalmadığı'' bir dönem yaşanmaktadır... Hoş ve öğretici bir hatıra doğrusu... Bu hikayeden ilk ağızda iki sonuç çıkartmak mümkün: Birinci sonuç: Dinç Bilgin'in büyük patron, Ercan Arıklı'nın Dergi Grubu'na ortak, Zafer Mutlu'nun genel yayın yönetmeni ve Selahattin Duman'ın köşeyazarı olduğu Sabah gazetesi amma da bağımsız, amma da ''Bakan makan dinlemeyen'' bir gazeteymiş ha... Tavla partisinde bulunup da ''bakan''ın telefonuna çıkmayan şahsiyetler ellerindeki gazetenin gücünden o derece eminler ki, ''Ankara''dan gelen telefonların tavlada alınan ya da bozulan bir ''kapı''nın yanında beş kuruşluk değeri yok... Mesleklerinden gelen özgüven, helâl olsun onlara! Görüyorsunuz, hikayeden çıkarılabilecek bu birinci sonuç hiç de fena olmadı... Sadece yaptığı haberi ve yorumu bilen, ona değer veren bir Dördüncü Kuvvet örneği... Ama bu kadar acele etmeyelim isterseniz. Çünkü, eğer durum hikaye edildiği gibi ise, yani tavladaki ''kapı''lar bile bir ''bakan''ın telefonundan daha önemliyse, o zaman bu ''bankalar'' nasıl açıldı?! ''Ankara''nın tavla oyununa dışarıdan muhtemel bir müdahalesinden söz etmek anlamsız olur ama iş ''banka''ya gelince ''Ankara''sız olur mu? O halde hikayeden çıkarılabilecek ikinci sonuç da (herhalde) şöyle olmalıdır: Duman'ın sözünü ettiği o ''dönemler''de ''Ankara'' ve Sabah ilişkisi öyle bir duruma gelmiş ki, ertesi günkü gazeteyi tasarlayıp tavla başına oturmuş gazete üst yönetimi ''Ankara''dan hem ''banka''yı kapıyor, hem de kendine ''Ankara''nın telefonunu ''Başkası görüşsün, çünkü mars olmak üzereyim!'' diyerek atlatacak derecede güveniyor... Ne hazin bir tablo; iki taraf için de tabii ki... Bu arada içinizden bazılarının ''Ama siz de biliyorsunuz ki tavla meclisi başka bazı telefonlara bekletmeden hemen çıkıyordu!'' dediğini duyar gibiyiz... Eğer öyleyse tamamen haklısınız, hem de ne çıkma! Hiç mi hiç bekletmeden, tavlayı mavlayı düşünmeden, ceketin düğmeleri ilikli ve mutlaka hazır ol vaziyette! Bin kere mars olmuş ama illâki bir yeni oyun daha isteyen tavlacının ruh haliyle... (K.B.) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:17

İLGİLİ HABERLER