Gündem
  • 16.5.2017 00:13

FETO kendini böyle peygamber ilan etti

Kayyum atanan Pinhan restorandaki FETÖ faaliyetlerine ilişkin iddianamede, diğer soruşturmalar kapsamında ifade veren tanıkların, FETÖ ve Fetullah Gülen’in ABD’deki istihbarat örgütleriyle ilişkisine dair dikkati çekici anlatımlarına yer verildi.

Başka bir tanığın Gülen ile ilgili, “Kendisine, ‘Sizden sonra bu topluluk ne olacak?’ diye sorduğumda, ‘Onları şimdi düşünmeye gerek yok, ben öldükten sonra bu topluluk Ebubekir’ini seçecek kıvama gelmiştir’’ diyerek kendisini peygamber gibi göstermiş, kendisinden sonra gelecek kişiyi de halife olarak değerlendirmiştir ve tabanını da bu şekilde adeta hipnotize etmiştir.” ifadesi yer bulan iddianamede, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile ilgili de şu çarpıcı bilgilerin olduğu, tanık ifadesi kullanıldı:

Kayyum atanan Maltepe’deki Pinhan Restoran‘ın Fetullahçı Terör Örgütü‘nün (FETÖ) örgütün karargahı olarak kullanılması ve himmet gelirlerinin şirket geliri imiş gibi sisteme sokulması iddialarına ilişkin, 12’si tutuklu 47 şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve diğer yerlerde yürütülen soruşturmalar kapsamında ifadesi alınan tanıklarınFETÖ ve örgütün elebaşı Fetullah Gülen‘in Amerika’daki istihbarat örgütleriyle ilişkisine dair dikkati çekici anlatımlarına yer verildi.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Orhan Güldiker tarafından hazırlanan 138 sayfalık iddianamede, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması’nın (FETÖ/PDY) kamu kaynaklarından, iş adamlarından şantaj ve tehditle ya da gönüllülük esasıyla himmet ve kurbanla, örgüte ait şirket, holding, banka, vakıf ve dernek faaliyetlerinden, eğitim faaliyetlerinden, örgüte ait basın ve yayın organlarına verilen reklam ve abonelikler ile sivil toplum kuruluşlarından sağlanan gelir kaynaklarından bahsedildi.

Örgüt gelirlerinin sisteme sokulması

İddianamede, örgüt adına elde edilen gelirlerin sisteme sokulması da anlatıldı. Örgütün kurumsal gelirleri konusunda herhangi bir sıkıntısı bulunmadığı, “şirket” ya da “anonim şirket” olarak kurulan kuruluşların, elde ettikleri kazançları, ticaret veya bankacılık üzerinden sisteme soktuğu belirtilen iddianamede, şu değerlendirme yer aldı:

“Bu konuda Bank Asya çok önemli hale gelmiştir. Vakıflar adı altında faaliyet gösteren kurum/kuruluşlar için ise vakıflar için tanınan vergi muafiyetlerinden yararlanılmakta, bir kısım para ‘bağış’ adı altında söz konusu vakıflara verilmektedir. Örgütün, sisteme sokulması yönünde sıkıntı çektiği gelir grubu, ‘himmet’ adı altında toplanan paralardır. Şahıslardan alınan paraların doğrudan il/ilçe sorumlusunda (finans imamında) toplanması, hem saklanması hem de nereden bulunduğunun sorulması durumunda sıkıntı yaratabilecek hususlardır. Örgüt bu sorunu, topladığı parayı, kendisine bağlılığı konusunda şüphe duymadığı ve güvendiği, mutemet tayin ettiği iş adamları üzerinden aşmakta, toplanan paralar, belirlenen iş adamlarına verilerek yakalandığında kendi parası adı altında legalleştirilmesini sağlamaktadır. Bu sayede zaten maddi durumu yerinde olan iş adamı, gerektiğinde o parayı kendi parasıymış gibi bankaya yatırabilmekte, hem de örgütün o parayla ilgisi olduğuna dair resmiyete dökülebilecek bir sorun ortadan kaldırılmaktadır.”

“Bir nevi dilencilik yaptırarak..”

Örgütün şahıslardan topladığı parayı, sorunsuz bir şekilde sisteme sokma yöntemlerinden biri de kamuya yararlı dernek statüsünde bulunan ‘Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’ gibi dernekler olduğu, ayrıca örgütün kendi elemanlarına önce finans kuruluşu olarak kurdurduktan sonra, banka statüsüne geçirdiği Bank Asya’yı da para aklamada bir araç olarak kullandığı bilgisi verilen iddianamede, şöyle denildi:

“Bank Asya’ya özellikle kendi elemanlarını almaya gayret etmişlerdir. Eğer hasbelkader kendilerinden olmayan birleri orada tespit edilirse, baskı uygulanarak öncelikle kendiliğinden ayrılmasının sağlandığı, yok eğer o kişi/kişiler kendiliklerinden ayrılmazlarsa, işlerine son verme yoluna gidilerek, gizliliğe azami olarak riayet etmişlerdir. Bank Asya onlar için çok mahrem bir kuruluştur. Bu konuya ilişkin örgüt lideri Fetullah Gülen’in kendi el yazısıyla yazdığı, Bank Asya ile ilgili talimatlarını içeren belge, Isparta Cumhuriyet Başsavcılığının yapmış olduğu operasyon aşamasında ele geçirilmiştir. Oradaki talimatta da Fetullah Gülen, ‘Eğer çalışan bizden değilse onu hemen defedin, çok elzemse o zaman gözetim altında tutularak devam ettirin, yerine birisi yetiştiğinde ise işine son verin’ diyerek örgüt üzerindeki ağırlığını hissettirmek istemiştir.”

İddianamede, örgütün kendi üyelerinden para topladığı gibi himmet, kurban, burs, abonelik adı altında çevrelerinden de toplamalarını üyelerine emrettiği, bir nevi dilencilik yaptırarak onların izzeti nefislerini körelttiği, bunun sonucu olarak da o kişinin verilen talimatları sorgusuz, sualsiz, sorgulamadan, mutlak şekilde itaat etmesini sağladığı vurgulanarak, kamuda görev yapan üyenin, artık amirlerinden değil de “abilerinden” talimat almaya alıştığı ve örgütün amaçları doğrultusunda her türlü legal yapıyla işbirliği yaparak, bu yapıların araç/gereçlerini kullanmayı hedeflediğinin anlaşıldığı kaydedildi.

“Hükümeti deviremeyen bu gazeteyi (Zaman) çıkarmayın”

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosunca ve bağlantılı olarak Türkiye genelinde yürütülen soruşturmalar kapsamında alınan tanık ve müşteki beyanlarına iddianamede, soruşturma konusuyla bağlantılı olarak yer verildi.

Bir tanığın, “Alevi Federasyonu v.b. sivil toplum kuruluşlarına sızarak, legal veya illegal yapıların da içinde bulunduğu bir suikast gerçekleştirilebilir. 17 Aralık operasyonu sonrasındaki süreçte net olarak şunu bilmemiz lazım; Türkiye’de düşen yaprak arkasında bile cemaat yapısını aramak mantıklıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nde, meşru devletle meşru olmayan yapının arasındaki çatışma devam etmektedir. Fiili bir harp devam etmektedir. Devlet, her şeyin meşru olduğunu benimseyen bir cemaatle çatışma halinde. Şimdi, ‘her şeyi de cemaatten mi bileceksiniz’ gibi bir algı oluşturulmaya çalışıyor. Tam da bu, cemaatin istediği bir şey. Bundan sonra öyle operasyonlar yapılabilir ki cemaat ile bağdaştırmanız imkansız olabilir. Ama bu olayların hepsi, halkı germek ve halkın psikolojisini bozmaktadır. Başkalarını zor durumda bırakmaya yönelik hamleler olacak.” beyanı yer bulan iddianamede, Fetullah Gülen’in 28 Şubat’a bakışıyla ilgili de başka bir ifade şöyle kullanıldı:

“Zaman gazetesinde 28 Şubat sürecini destekleyen Erbakan ve hükümeti aleyhine yazılar yazılmıştır. Hatta Erbakan hükümetinin istifa etme sürecinde Erbakan’ın istifaya direnmesi neticesinde, Fethullah Gülen bi rgün yine 5. kat toplantısına geldiğinde, elinde Zaman gazetesi ile A. ve diğer arkadaşların orada bulundukları anda, elindeki gazeteyi göstererek ve gazeteyi onların yüzüne fırlatarak, ‘bir hükümeti bile deviremeyen bu gazeteyi çıkarmayın’ dediğine şahit oldum.”

“Tehlikeli sonuca engel olduğu için Hakan Fidan’ı sevmezler”

Başka bir tanığın Gülen ile ilgili, “Kendisine, ‘Sizden sonra bu topluluk ne olacak?’ diye sorduğumda, ‘Onları şimdi düşünmeye gerek yok, ben öldükten sonra bu topluluk Ebubekir’ini seçecek kıvama gelmiştir’’ diyerek kendisini peygamber gibi göstermiş, kendisinden sonra gelecek kişiyi de halife olarak değerlendirmiştir ve tabanını da bu şekilde adeta hipnotize etmiştir.” ifadesi yer bulan iddianamede, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile ilgili de şu çarpıcı bilgilerin olduğu, tanık ifadesi kullanıldı:

“Bu konuları değerlendirirken, eski MİT başkanları ile Hakan Fidan’ını kıyaslamak lazım. Bu göreve Hakan Fidan yerine cemaatten olan ve emniyet kökenli R.’yi getirerek dış güçlerin ve paralel yapının hedefleri doğrultusunda hizmet ettirmek istenilmesindendir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan rahatsızlandığı zaman cemaate ait bir hastaneye yatırıldığını duyan Hakan Fidan, hızlı bir şekilde hastaneye yetişip ameliyata mani olmuş ve cemaatin/paralel yapının yapmak istediği tehlikeli sonuca engel olmuştur. Bu sebeple başta İsrail ve Paralel Yapı/Cemaat tarafından Hakan Fidan sevilmeyen bir şahsiyet olmuştur.”

Başka bir tanığın, “M’nin babasının ikametinde harp okulundan mezun olan öğrenciler için rütbe takma töreni düzenlendiği, bu törene Fetullah Gülen’in bizzat katıldığı, mezun olan öğrencilerin apoletleri, Fetullah Gülen’in takkesinin içerisine konularak okutulduğu ve bundan sonra Fetullah Gülen’in bizzat yıldızları kendisinin taktığı, o gün M’nin, harp okulundan atılma olduğu için kendisine dönerek,‘Gelecekte senin yıldızını da ben takacağım’ diye söylediğini bana M. anlatmıştı.” ifadesine yer verilen iddianamede, bir tanığın anlatımına göre de Gülen’in, “Humeyni yapılanmasını baz aldığı, iletişim ağı kurmada ise Ulak sistemini Humeyni modelinden aldığı” dile getirildi.

Fetullah Gülen’in Amerika itirafı da iddianamede

İddianamede, Fethullah Gülen’in gazeteci Nuriye Akman’a verdiği bir röportajda kullandığı; “Bu dünya gemisinin dümeninde Amerika var. Amerika’ya rağmen dünyada okul açamazsınız, eğer bu gemide gideceksiniz kaptan Amerika’dır.” ifadelerinden yola çıkarak, bir tanığın Gülen’in Amerika ile ilişkileri hakkında şunları söylediği anlatıldı:

“Bu düşünceyle İslam dininin temsilcisi olduğunu söyleyemezdi. Burada bu sebeple bu söylemi yumuşatması gerekiyordu ve başlık bulundu ve buna da Ilımlı İslam denmeye başlandı. 1996 ve 1997 yıllarında CIA’dan emekli olmuş veya hala görevde olanlar gelerek, Türkiye’nin ve Orta Asya’nın MR’ını çektiler, ayrıca cemaatin bölgedeki gücünün tespitini yaptılar ve biz de bunları gezdirdik, onlara yardımcı olduk. Akabinde de bunları rapor haline getirip Amerika’ya gittiler. Burada önemli olan husus, Amerika’nın girmek ve hegemonyası altına almak istediği Türki Cumhuriyetleri ve İslam coğrafyasını çok kolay bir şekilde kontrol altına almasına imkan sağlamasıdır. Amerika, bu sayede kendisine yeni bir kapı aralamış olduğunu F.Gülen’in kendi ağzından duymuşluğum vardır. Cemaat kadroları öncelikle gittikleri ülkede, Amerikan büyükelçiliğini ziyaret ederek biat tabir edilen yeminle göreve başlıyorlardı, akabinde bu cemaate ait okullarda CIA görevlilerinin de öğretmen olarak çalıştığını biliyorum. Amerika’da Orta Doğu masası ve Türkiye masasında Yahudi görevliler vardır. F. Gülen, bu masalar tarafında birçok kez sorgulandığını kendisi bana anlatmıştır. Hatta Usame Bin Ladin sorusunu bile sorduklarını anlattığını hatırlıyorum.

5. katta bulunduğum süre içerisinde çok dikkatimi çeken bir şey daha vardı. Emniyetten arkadaşlar, üst düzey yetkililerin yaptığı görüşmeler ve toplantılara ait kayıtlar ile kararnameleri anında, özel faksla gönderirlerdi. Daha cumhurbaşkanına bile belki gitmemişken Fethullah Gülen bunları faks şeklinde alıp okurdu.”

“Askerin içinde 30 yıldır bekleyenler var”

İddianamede, Gülen’in asker korkusuyla ilgili bir tanığın da, “Hoca askeriyeye hayran bir görüntü sergiler. Fakat arka planda derin bir asker korkusu ve rahatsızlığı vardır. Hem de kronik biçimde bir asker rahatsızlığı vardı. Her asker konusu geçtiğinde de hoca, ‘Bu askeriyeye, askeriyenin içindeki kahramanlarla bir gün hesabını soracağım’ demiştir. Zaman zaman askeriye içerisindeki cemaat elemanları ile esnaf abilerin bağ evlerinde bir araya gelirdik. Hem onlar biraz tatil yapmış olurdu hem de biz onlara işin manevi boyutunu anlatırdık. O zaman Fetullah hocanın askerlere nasihati şu şekilde olurdu; ‘Siz benim Bedir’imin, Uhud’umun Hamza’ları ve Ali’leri olarak yetişiyorsunuz.’ 30 yıldır askeriyenin içerisinde, ‘Fetullah hocanın emri ile bir gün tankları yürüteceğiz’ diye bekleyen kişiler var. Hava ve deniz, cemaat yapılanmasının daha çok yerleştiği yerlerdir. Bir dönem askeriyeden atılanların üzerine hoca neredeyse felç geçirecekti. 28 Şubat öncesinde askeriyeden atılan cemaat elemanlarına cemaat tarafından maddi destek yapılıyordu.” şeklindeki anlatımlarına vurgu yapıldı.

Yine bir tanığın, “Örgüte girmek istemek, örgüte girebilmeyi sağlamaz, örgütün sizi seçmesi gerekir. Örgütle yakın ilişkilerdeki kişilerin çoğu örgüt içinde değillerdir. Örgüt içine girebilmek için, örgüt yetkilisi sizin soyunuzu-sopunuzu, atanızı, ananızı sizin yaşadığınız evi, çevreyi, kimlerle ilişkilerde olduğunuzu, mal varlığınızı bilmelidir. Kendisini örgüt içinde sananların çokları, örgütün içinde olmadıklarını bile bilmezler.” ifadesi yer bulan iddianamede, örgütün “silahlı terör örgütü” olarak nitelendirilebileceğinin artık kesinlik kazandığı vurgulandı.

İddianamede, “Zaten 15 Temmuz hain darbe girişiminde bu örgütün silahlı hücrelerinin bulunduğu, abilerinden aldıkları emirlerle kendi halkına silah sıkabilecek kadar alçaldıklarını,TBMM’yi, Cumhurbaşkanlığı külliyesini bombalayarak ülke için ne kadar tehlikeli ve silahlı olduklarını göstermişlerdir. Yine Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’a düzenlenen suikast, bu hain örgütün uyuyan hücrelerinin de bulunduğunu ortaya koymuştur.” denildi.

Soruşturma neden Pinhan merkezli başlatıldı?

Emniyet Müdürlüğünü arayan birden fazla kişinin, “Maltepe sahilinde işletilmekte olan Pinhan Restorant Cafe isimli iş yerinin FETÖ’nün gizli toplantılarının yapıldığı, karargah olarak kullanıldığı, burada himmet ve diğer gelirlerin sanki şirketin gelirleriymiş gibi sisteme sokuldukları” şeklinde ihbarda bulundukları kaydedilen iddianamede, arayan bir kişinin de, “34 EH 1483 plaka sayılı beyaz araç ile Fetullah terör örgütüne ait birçok evrakın restorandan alınacağı, Samandıra’da bulunan terör örgütüne ait bir inşaata götürüleceği ve yakılarak imha edileceği” yönünde beyanda bulunduğu ve buna benzer başka ihbarların da yapıldığı aktarıldı.

Başka bir kişinin de, telefonla aradığı emniyet müdürlüğüne, “Yıllardır kendinden kurban bağışı adı altında para toplayan Pinhan Restoran’ın sahibi Hızır Güngör isimli şahsın, bu restoranda toplantılar düzenlediği, esnaftan toplanan paralar ile yurt dışında okullar yaptırılıp, burada öğrenciler yetiştirildiği ve bu öğrencilerin devlet düzenini yıkmaya karşı yetiştirildiklerini” bildirdiği belirtilen iddianamede, Başbakanlık İletişim Merkezi’ne de (BİMER) bu yönde ihbarlar yapıldığı dile getirildi.

İddianamede, ‘Enes’ kod adlı gizli tanığın, “örgüt mensuplarının helal et olduğu gerekçesiyle, sadece bu restorantta yemek yemeğe teşvik edildiği beyanına da yer verilerek, bu kişinin, “Ahmet Çelik, Bank Asya’nın kurucularındandır. 15 günde bir ABD’ye örgüt liderinin yanına gider, bankanın genel safahatı hakkında bilgi verir ve talimatları alır gelirdi. Bu talimatlara göre, maddi gücüne bakılmaksızın Bank Asya’nın üst yönetimi yeniden dizayn edilirdi. Ali Çelik isimli şahıs da, tüm Türkiye’nin bildiği gibi yine örgüt liderinin en güvendiği adamlardandır. Kazakistan, Kırgızistan gibi Türki Cumhuriyetlerde örgüte ait Kaynak Holding’in işlerini takip eder, o dönemin Türkiye imamı olan Mustafa Özcan ile birlikte hareket ederdi.” şeklindeki ifadesi kullanıldı.

“Gülen’i eleştiren Cübbeli Ahmet toplantıya konu edildi”

Tanık olduğu 2011 yılındaki bir mütevelli heyeti toplantısında, kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün, örgüt lideri olan Fethullah Gülen hakkında olumsuz ve eleştirel konuşmaları basında yapmaya başlayınca, bu toplantıya konu edildiğini belirten gizli tanık ‘Enes”in, “Bu toplantıda Ahmet Çelik, ‘bunun da suyu ısındı, zaten kararı alındı, kellesi kopacak” dedi. Bu toplantıdan yaklaşık bir ay kadar sonra Ahmet Mahmut Ünlü tutuklandı. Bu olayla ilgili olarak, Cübbeli Ahmet Hoca isimli şahsın tutuklanma olayının da kamuoyundaki diğer kumpas davaları gibi örgütün oluşturduğu PDY ile kendi adamlarını kullanarak kendinden olmayan kişilere karşı nasıl önlem geliştirdiğini, nasıl devlet içinde devlet kurduklarını, emniyet ve adalet teşkilatlarının olduğunun açık göstergesidir.” dediği kaydedilen iddianamede, ‘Sultan’ kod adlı gizli tanığın da, “Mustafa Özcan’ın FETÖ’nün Türkiye’deki en önemli adamlarından biri olduğu, yardımcılığını da Ali Çelik’in yaptığı” beyanında bulunduğu vurgulandı.

İddianamede, gizli tanık ‘Sultan’ın, “Türkiye’de toplanan tüm himmet, burs ve diğer paraların İstanbul’da Mustafa Özcan’da toplandığı, hangi ülkeye ne kadar para gideceğine dair kararı Özcan’ın verdiği, Mustafa Özcan’ın Türkiye imamı olduğu dönemde bir telefonla emniyet, yargı, iş dünyası, medya, askeriye, MİT gibi tüm birimlerde halledemeyeceği bir işin olmadığı, toplanan himmet paralarının tamamını ilgili yerlere göndermediği, şu anda Almanya ve Liecftenstein hesaplarında 600 milyon Avro para bulunduğunun söylendiği, Ali Çelik’in, Mustafa Özcan’ın muhasebe işlerini yürüttüğünden bu paradan yaklaşık 50 milyon dolar ile 60 milyon dolar değerinde bina ve plazayı sus payı olarak Mustafa Özcan’dan edindiği, ayrıca Mustafa Özcan’ın Alman istihbaratı ile 100-150 kez görüştüğünü duyduğu” yönünde beyanda bulunduğu da kaydedilerek, Sultan’ın, “Bu para kaçırma mevzusunun örgüt içerisinde Mustafa Özcan’ın itibarını düşürdüğü ve Özcan’ın bu paralarını örgütün ihtiyaçları için harcamak konusunda mecbur bırakıldığı” şeklinde konuştuğu da anlatıldı.

Pinhan Restorant’ın ismindeki “gizlilik”

İddianamede, Pinhan Restorant’ın basit bir iş yeri olarak düşünülerek, ticari amaçla kurulmadığı vurgulanarak, “Tedbir ve gizlilik bu silahlı terör örgütünün, dolayısıyla da örgüt üyelerinin ve kısmen de sempatizanlarının ruhuna ve damarlarına işlemiştir. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ‘Pinhan’ kelimesi ‘gizli, saklı, gizlenmiş ve çok gizli’ anlamlarına gelmektedir. Bu da gösteriyor ki burası örgütün emir ve talimatları doğrultusunda örgütün tüm gizli toplantılarının yapılacağı, kararların alınacağı ve uygulanacağı bir yer olarak düşünülmüş ve o amaçla açılmıştır.” değerlendirmesi yapıldı.

P
Güncellenme Tarihi : 16.5.2017 00:09

İLGİLİ HABERLER