Gündem
  • 11.10.2014 20:17

Erdoğan, 'Salıdan sonra vandalları temizleyeceğiz'

Toplu açılış töreninin ardından Rize Valiliği ve Belediye Başkanlığını ziyaret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan için Rize Kalesi’nden 12 pare top atışı yapıldı. Erdoğan, belediye ziyareti sonrası çıkışta özürlü bir gençle fotoğraf çektirdi, ardından kalabalık içerisinden gönderilen, 'Büyük Ustanın İmtihanı' adlı kitabı ve kendisine ait fotoğrafları imzaladı. Daha sonra makam aracına doğru yönelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sırada vatandaşlarla sohbet eden eşi Emine Erdoğan’a, ‘Hayde hanım’ diye seslendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin (RTEÜ) Spor Salonu’nda düzenlenen 2014-2015 Akademik Yılı açılış törenine katıldı.

Dünyada ve bölgemizde son derece önemli ve kritik gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçtiğimizi hatırlatan Erdoğan şunları söyledi: "1'nci Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümüne şahitlik ediyoruz. Pazartesi günü İstanbul’da Marmara Üniversitesi’nin açılış törenine katılacak ve 1'nci Dünya Savaşıyla ilgili bazı değerlendirmelerde bulunacağım. 100 yıl önce 1'nci Dünya Savaşı, o dönemde Osmanlı cihan devletini köklü şekilde etkilemişti. Sonunda da Türkiye Cumhuriyeti doğmuştu. 1'nci Dünya savaşından en fazla etkilenen bizler olduk. Savaşın sonucu o günlerle sınırlı kalmadı. Savaş 1918’de bitmiş olmasına rağmen etkisi ve sancısı bugüne kadar devam etti. Şu anda Balkanlarda, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da tüm krizlerin ve anlaşmazlıkların temelinde 1'nci Dünya Savaşı vardı. Filistin, Irak, Suriye meseleleri, Lübnan’da ortaya çıkan sorunlar, Yemen meselesi, Kuzey Afrika ve Balkanlarda ortaya çıkan krizler 100 yıl önce başlayan bu savaşa aittir. Egemen güçler Osmanlı’nın topraklarını parçalamış, boşaltılan alanlara yapay, petrol ve çatışma odaklı sınırlar çizmişlerdi. Sınırların cetvelle çizildiğini görürsünüz. Cetvelle çizilen o sınırlar 100 yıl boyunca bölgede akan kan ve gözyaşının kaynağı olmuştur."

BİZDEN ÖNCEKİLER BAZI BELGELERİ SATMIŞLAR

Türkiye’deki üniversitelerin bu konulara gerekli ve hak ettiği ilgiyi göstermediğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Irak’ı sadece kendi kaynaklarımızdan, sadece İstanbul’daki arşiv belgelerinden araştırsak dünyanın en iyi Irak uzmanlarını biz yetiştirmiş oluruz. Suriye’yi İstanbul kütüphanelerinde araştırsak, dünyanın en iyi uzmanlarına biz sahip oluruz. İsrail – Filistin meselesini dünyada bizim kadar anlayacak başka bir millet yoktur. Bunu Osmanlı varisleri olarak söylüyorum. Hatta bu meselenin tüm belgeleri bizim arşivlerimizde vardır. Ancak, bizim şah damarımız kesildi. Nedir o? Biz o arşivin dilini anlamıyoruz. O arşivin dilini bilmiyoruz. Arşivlere girdiğimizde bakıyorsunuz, George var ama Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin yok. Bunu halletmemiz lazım. Bir ülkenin önemli bir lideri yıllardır bana, başbakanlığım döneminde hep, bizim devlet arşivlerini almak istediğini teklif ediyor. Dedim ki, ‘Biz bunların hepsini veremeyiz. Velev ki replika dahi olsa veremeyiz’. Bunların bir sır olma özelliği var. Bazıları noktasında bazı çalışmalar yapabiliriz ama hepsini veremeyiz. Çünkü ecdat bize öyle deliller, öyle belgeler bırakmış ki bunların bir çoğunu maalesef bizden önce gelen birileri, hassasiyetini bilmeden satmışlar. Zaman zaman bazı yerlerde bunları buluyor ve geri alıyoruz. Üzerinizde, üzerimizde tarihi bir sorumluluk var."

LÜBNANLI SİYASETÇİ NE SÖYLEDİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Lübnan ziyareti sırasında başından geçen ilginç bir olayı da şöyle anlattı: "Lübnan sorunları yaşanırken oraya bir seyahatim oldu. Oranın muhalefet liderlerinden biri bana bir ifade kullandı. Çok manidardır. ‘Biz aslında sizin bu arabuluculuklarınızı pek anlamıyoruz. Bu işin tek çözümü var. Sizin dedeleriniz gibi yapmanız lazım. Osmanlı gibi geleceksiniz, buralardan şöyle gelip geçeceksiniz, bu işi çözeceksiniz’ dedi. Şu anda bu zat yine Lübnan’da önemli mevkide olan bir zat. Şu anda biz yine böyle olalım falan havasında değiliz. Ama o siyasi temsilcinin hadiselere, olaylara bakışını anlatmak istiyorum. Bu asırda bu işi yapanlar yok mu? İşte çevremizde uluslararası camiada, Afrika’da olanlara bakın. Son dönemlerde Uganda’da, Orta Afrika’da olanlara bakın, Kırım’ı görüyorsunuz. Şunun altını çiziyorum; biz bu üniversitelerimizde tarihle bugünü, bugünle yarını inşa etmeye mecburuz. Çünkü biz inşa ve ihya ile mecburuz. Bunu yapacak kalitedeyiz. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi inşallah bunu başarmalıdır diye düşünüyorum. Öncelikle arşiv belgelerini, kütüphanelerdeki kitaplarını okuma imkanı bizim öğrencilerimizin ve akademisyenlerimizin elinden alındı. İkincisi statüko tarafından, özellikle Ortadoğu hep bir öcü ve karanlık dünya, bataklık gibi gösterildi. Bizim şu anda Kağıthane’de bir arşivimiz var. Dijital ortamda belgeleriyle gerçekten çok kaliteli ve modern bir arşiv inşa ettik. Çünkü bunların çürümesini istemiyoruz. Farklı şekilde ihyasını istiyorduk. Hamdolsun bunu başardık. Bundan sonra çok daha farklı bir mesafeyi almamız, adımları atmamız gerekiyor. ABD’den, İngiltere, Fransa, Almanya’dan sadece askerler ve tüccarlar değil, akademisyenler de geliyor, bölge üzerinde çalışmalar yapıyorlar, ama biz bölgeye bile gitmeden sadece İstanbul’da çalışarak dahi önemli eserler çıkarabilecekken bunu yapmıyoruz."

SOKAKTA KÖPEKLERE, ‘ARAP, ARAP,ARAP’ DİYORLARDI

Türkiye’de 100 yıldır ‘Araplar bizi sırtımızdan vurdu’ denildiğini de hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu ifadeleri kullandı: "Sokakta köpek dolaşıyordu. Ne diyorlardı? ‘Arap, arap, arap’. Köpeğe o ismi veriyorlardı. Niye? Hep bağları koparmak. Bu anlamsızdı. Ortadoğu’yu karanlık ve bataklık olarak gördük, gösterdiler. Aslında niçin oraların sevk-i idaresinde biz önemli rol oynamadık? Biz büyük bir devlettik. O zaman büyük olaylara talip olmaya mecburduk. Bu ülkenin 100 yaşındaki siyasi partisi dahi Ortadoğu’yu bataklık olarak tanımlayabiliyor. Çünkü 1'nci Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye çizdiği sınırlardan biri de bu dildir, bu söylemdir. 1'nci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’de statükoya, Ortadoğu’ya sırtını dönme vazifesi verilmiştir. Hala bu vazifeyi taşıyanlar var. Hala oraya bataklık diyenler, hala ‘Türkiye yüzünü batıya dönsün, Ortadoğu’ya sırtını dönsün’ diyenler var. Birileri hala 1'nci Dünya savaşı yenilgisinin ezikliğini üzerinde taşıyor. Zihinlerdeki yalan sınırları aşmak zorundayız. Geçmişimizle cesur şekilde tanışmak yüzleşmek, özgüvenli şekilde analiz etmek zorundayız. 1'nci Dünya Savaşı’nı bilmeyen bugünü anlayamaz. Türkiye’nin vizyonunu ve misyonunu anlayamaz. Üniversitelerimizden rica ediyorum. Bu meseleyi etraflıca ele alalım. Geçmişimizle aramızdaki o karanlık dönemi ortadan kaldıralım, nasıl bir devlet ve millet olduğumuz tüm dünyaya gösterelim. Acaba, binlerce kilometre uzaklıktan bir ülke, niye Afganistan’a, Irak’a, Suriye’ye gelir? Bunun üzerinde acaba hiç zihinsel çalışma yapıyor muyuz? Bunun üzerinde durmamız lazım. Çok iddialı söylüyorum. Eğer bu bölgenin tarihi yazılacaksa bunu Türkiye’deki tarihçilerden iyi hiç kimse yazamaz. Eğer bu bölgenin romanı, hikayesi yazılacaksa, filmi yapılacaksa bunu bu ülkenin yazarlarından, yönetmenlerinden daha iyi kimse yapamaz. Bu bölge üzerine Türkiye’nin analistlerinden, uzmanlarından kimse daha iyi analiz yapamaz. Uluslararası politikasını bizden daha iyi kimse anlatamaz. Bizim Irak ve Suriye ile 1295 kilometre sınırımız var. 100 yıldır Irak ve Suriye’ye her milletten insan geldi, ticari faaliyetlerde bulundu ama hükümetler pompalanan korku ve tehdit nedeniyle sırtlarını döndüler."

O ŞEHİRLER YANARKEN SIRTIMIZI MI DÖNECEĞİZ?

Irak ve Suriye’de yaşanan hadiselerin insan göçü, sınır güvenliği, terör tehdidi bakımından Türkiye’yi etkilediğini de vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Sınırlar öyle çizilmiş ki köyler ikiye ayrılmış; akrabalar birbirinden koparılmış. Sınırın öte yanında köy yanarken bu tarafın seyretmesi mümkün değil. Bunu sadece Kobani için söylemek istemiyorum. Kürt ve Türkmen vatandaşlarımızın, Ezidi, Suryani vatandaşlarımızın oralarda akrabaları var. Bu şehirler yanarken biz sırtımızı mı döneceğiz? Bu şehirler yanarken ‘Ortadoğu bataklıktır’ diye insanlık dışı cahilce tanımlar yaparak ilgisiz mi kalacağız? Onlarca yıl, ‘Ortadoğu bataklıktır, Araplar bizi sırtımızdan vurdu’ denildi. Kürtler asimile edilmek istendi, Araplar, Ermeniler, Rumlar yok sayıldı. Ama Türkiye o zaman büyük devlet, kucaklayıcı, şefkatli devlet olamadı. Ne yazık ki, ‘Ortadoğu bataklıktır’ diyenler, Ortadoğu’yu bataklığa çevirmek isteyen Şam rejimine karşı muhabbet besliyor. Muhabbetiniz bol olsun. Türkiye IŞİD’e destek veriyormuş. Bize öyle bir iftira, öyle bir ithamda bulunuluyor ki, Türkiye Cumhuriyeti devletini yaralamak istiyorlar. Kendi ülkeleri aleyhine uluslararası kampanyaların sözcülüğünü yapanlar, IŞİD’i besleyen, büyüten Şam rejimine karşı en küçük bir söz söyleyemiyorlar. Bugün yaşanan olaylar 100 yıl önce, 1. Dünya Savaşı’nın tohumlarını ektiği sorunların tezahürüdür. Kobani tamamen bahanedir. Asıl amaç,Türkiye’yi dize getirme, Türkiye’ye boyun eğdirme, istikamet çizme gayretidir. Türkiye’nin ekonomisi çok büyüdü, yıpratalım, demokrasisi çok gelişti geriletelim, çok hızlı büyüyor, güçleniyor, bunu durduralım. Bunu yapmak istiyorlar. Ne acıdır ki bunu yaparken de içerideki piyonlarını kullanıyorlar. Terör örgütlerini ve siyasi yapıları kullanıyorlar. Kandırılmış gençleri, çocukları, Pensilvanya gibi ihanet şebekelerini kullanıyorlar. Yine acıdır ki Türkiye içindeki ana muhalefeti, muhalefeti ve bazı medya kuruluşlarını bu kirli amaç uğruna hareket geçirebiliyorlar."

BURASI MUZ CUMHURİYETİ DEĞİL

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’yi gerçeğe tamamen aykırı olarak teröre destek veren ülke olarak göstermek istemenin ülke düşmanlarının yapacağı bir iş olduğunu da vurgulayarak şunları söyledi: "Bunu medya veya siyasi partiler de yapabiliyor. Paralel yapının zehriyle uyuşmuş bazı yargı ve emniyet mensupları bu ihanet girişiminin içinde yer alıp, Türkmenlere yardım götüren MİT TIR’larının önünü kesip bu Türkiye düşmanı çevrelere yalan servis yapabiliyorlar. Bilmedikleri bir şey var. Türkiye artık eski Türkiye değil. Üzerinde ameliyat yapılacak, operasyon yapılacak bir ülke değil. Terör örgütlerinin, sokak serserilerinin gösterileriyle istikametini değiştirecek bir ülke hiç değil. Uluslararası odakların maşası olarak Kobani bahanesiyle polise, askere, kamu ve özel mülklere saldıran misliyle karşılığını alır. Bundan sonra daha da sert olarak karşılığını alacaktır. Bunu da bilmenizi istiyorum. Burası muz cumhuriyeti değil. Dışarıdan talimat alacaksın. Gelip burada huzuru bozmaya çalışacaksın. Bizim huzurumuz bozulmaz. Ama bunları yapanların da, onların maşalarının da huzuru çok kötü bozulacak. Egemenliğimize, bayrağımıza, bir çok yerde Atatürk büstlerini kırdılar, toprağımıza, ortak değerlerimize, en önemlisi kardeşliğimize ve birliğimize karşı hiçbir saldırı karşısında müsamahakar davranamayız. Sokaktaki bu teröristlerin, dışarıdaki serserilerin Kürt kardeşlerimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu sokak serserilerine bakıp tüm Kürt kardeşlerimizi itham etmek, insanen, vicdanen ve imanen yanlıştır."

SAKALLI VE BAŞÖRTÜLÜ OLANLARA SALDIRIYORLAR

Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç gündür çok önemli bir noktanın gözden kaçırıldığına da işaret ederek sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu vandallar, yağmacılar kimlere saldırıyor? Sakallı vatandaşlarımıza, başörtülü kardeşlerimize. Hatta Suriye’den, Suudi Arabistan’dan gelmiş sakallı misafirlere, başörtülü kadınlara. Kürtçe bilmiyorsa yandı. Kutsal ve İslami değerlerimize saldırıyorlar. Benim Kürt kardeşim, Kürt vatandaşım böyle alçaklığa asla prim vermez, bu hainlerin yanında asla durmaz. PKK terör örgütü 30 yıl boyunca bizim topraklarımızla birlikte bu toprakların kutsal değerlerine saldırdı. İşte bugün de gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koyuyor. İslami değerleri hedef alıyor. Biz bunu geçmiş yıllarda Türkiye’de çok gördük. Sakal bırakan, selam veren, başörtüsü takan, ‘gerici, yobaz’ diye yaftalandı. Tahkir edildi. Bir çok imkandan mahrum bırakıldı. İşte şu anda da PKK ve onun kuklası olan siyasi parti Kürt kardeşlerimden, selam veren, sakal bırakana, başörtüsü takana, namaz kılana hiçbir irtibatı olmadığı halde IŞİD’çi muamelesi yapıp alçakça linç ediyor. Sizin IŞİD’den ne farkınız var? O da terörist sen de terörist. Seninki olursa iyi terörist, onunki olursa kötü terörist. Böyle mantık yok. Terörün ve teröristin hepsi kötüdür. Terörden en fazla zararı gören Kürt kardeşlerimiz oldu. Şu andaki terörden zarar gören yine Kürt kardeşlerimiz. İnanıyorum ki bu olayların ardından, Kürt vatandaşlarımız siyasetçi görünümündeki kan tüccarlarıyla aralarına mesafe koyacaklardır. Geçmişte siz Diyarbakır’ın ötesinde, ki orada da bir askeri havalimanı vardı. Ağrı, Muş, Kars, Iğdır, Şırnak’ta havalimanı duydunuz mu? Doğru dürüst bölünmüş yol, üniversite duydunuz mu? Bunların hepsini yaptık. Biz yanlış mı yaptık? Bu havalimanlarını, yolları, hastaneleri, okulları yaparken yanlış mı yaptık? Tek derdimiz vardı. Oradaki vatandaşımıza da hizmet götürmek görevimizdir diye yaptık. Hakkari’de 2013 sonu itibarıyla havalimanını bitirecektik, bitiremedik. İş makinaları yakıldı, durmadan müteahhit tehdit edildi. Yüksekova’ya, Hakkari’ye havalimanı yapıyoruz. Çünkü en uçta olsa bile Hakkarili kardeşimizin de uçakla gitmek hakkıdır diye yaptık. Orası da vatan toprağı. Ayrımcılık yok. Ama bunları anlamak işlerine gelmiyor. Yüksekova ve Hakkari’ye iki lüks hastane yaptık. Açılışlarını bizzat yaptık. Yüksekova’da halkı tehdit ettiler, halk oraya gelemedi. Hasta ziyareti yapıyorum. Yanıma genç hanım doktorlardan biri geldi, ‘Başbakanım, tehdit altındayız. Ne olur bizi şehir içinden kurtarın. Bize burada bir kampus ve lojmanlar yapın ki biz hiç olmazsa evimizden hastaneye geçelim’ dedi. Karar alıp lojmanları kampusa aldık. Aynı şeyi öğretmenlerimize uyguladık. Emniyet mensuplarına başladık. Şu yapılanı görüyor musunuz? Ülkenin kendisine hizmet veren doktorunu dahi tehdit ediyorlar. Hele bir polis kardeşimizin hanımı hamile. Yanıma sokuldu. Baktım gözleri yaşlı. ‘Başbakanım dün gece burada olaylar vardı. Siz geleceksiniz diye olaylar oldu. Beyim görevdeydi. Beni evimde taciz ettiler’ dedi. Bunlar hangi yüzle bu milletin karşısına çıkıp da siyaset yapıyorlar. Bunların siyasi temsilcileri hala özgürlük, barış diyorlar. Bunun neresinde barış, neresinde özgürlük var. Soruyorum size?"

HOCALARIMIZA ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR

Erdoğan, üniversitelerin de karıştırılmak istendiğini belirterek, "Duyarlı olalım. Hocalarımıza ve öğrencilerimize burada önemli görevler düşüyor. Bu barışa onların karanlık gölgesi düşmemeli. Okul, hastane, ambulans kan aracı yakmak ne demek? Doğu ve Güneydoğudaki insanlar eskiden olduğu gibi ölsün demek. Diyarbakır zindanlarında işkence yapanların, faili meçhullerin faillerinin hissiyatı neyse, inanın bu terör örgütünün de, bu siyasi partinin de hissiyatı aynı. Ne yazık ki zarar gören her seferinde Kürt vatandaşlarımız oluyor. Onun için çözüm sürecini bu sabotajlara karşı kararlılıkla sürdüreceğiz. Kürt kardeşlerimizi terörün baskısı, zulmü ve cinayetlerinden kurtarmak için bu sürece sahip çıkacağız. Hocalarımızdan ricam var; öğrencilerin olayları iyi analiz edebilmeleri sizin elinizde. Hadiselerin arkasındaki asıl sahipleri görebilmesi sizin elinizde. Irkçılıktan, nefret suçlarından uzak durmaları, tahrikler karşısında sağduyulu olabilmeleri sizin elinizde. Bunu başaracağınıza yürekten inanıyorum” dedi.

ERDOĞAN’A ARAPÇA ‘CEHENNEME SÜREN’ YAZILI TABLO HEDİYE EDİLDİ

Konuşmasının ardından RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Hüseyin Karaman tarafından Erdoğan’a Üniversitenin Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu’nda öğretim görevlisi olarak çalışan Merve Düzağaç’ın hazırladığı ve üzerinde Arapça harflerle, ‘Cehenneme süren’ yazılı, dua eden eller, lale, hilal ve Allah’ın ismi yer alan tablo hediye edildi. Tabloyu hazırlayan öğretim görevlisini sahneye davet ettiren Erdoğan, Merve Düzağaç’a teşekkür etti. Erdoğan’la ilgili gördüğü bir rüyayı anlatan Merve Düzağaç, "Bundan 2 ay önce, o zaman Başbakanımız olan Recep Tayyip Erdoğan’ı rüyamda gördüm. Bizim evimize gelmişti. Ben yeni nişanlandım. Düğünüm varmış bizim evde. Cumhurbaşkanımız da bizim eve gelmiş. Bende o anda ‘ben atanamıyorum’ diyerek kendisinden yardım istedim. Siz bana, ‘Ben seni Rize’ye Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’ne atayacağım’ dediniz. Bu rüyadan 1 ay sonra sınavı kazanarak buraya atandım. Gerçekten çok mutluyum. Bunu anlatmayı çok istedim. Sizinle tanışmak benim için bir şeref” dedi. Merve Düzağaç daha sonra Erdoğan’a bir mektup verdi.
Muhammet KAÇAR- Ömür AVCI/RİZE, (DHA)

Bu video Adobe Flash Player'ın son sürümünü gerektirmektedir.

Adobe Flash Player'ın son sürümünü indirin.

 

Güncellenme Tarihi : 19.3.2016 01:09

İLGİLİ HABERLER