Gündem
  • 13.9.2005 02:33

'TÜRKİYE'DEKİ SANATÇILAR DEVLET MEMURU OLMAKTAN ŞİKAYETÇİ DEĞİL!..'

ALİ BULAÇ'IN ZAMAN'DAKİ YAZISI:

Devlet ve Tiyatro

Devlet Tiyatroları'nda sular durulmuyor. Kültür Bakanı Atilla Koç'un tasarruflarını protesto eden sanatçılar “Cumhuriyet'in en önemli kalelerinden birinin düşmekte olduğu”nu haykırıp duruyorlar. Kimin, kimin kalelerini düşürdüğü veya kimin kazanımlarını elinden almaya çalıştığı belli değil.


Halkın oyuyla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidar var. Programı çerçevesinde birtakım tasarruflarda bulunuyor. Ancak her teşebbüsünde devletin içinde ilan edilmiş özerk alanlarla karşılaşıyor. Bu alanlarda iktidar kuranlar şiddetli tepkiler gösteriyor.

Bir devletin sanata karışması, sanat faaliyetlerini finanse etmesi, kendine ait bir sanat görüşünü desteklemesi doğru mu? En başta sorulması gereken sual budur? Devletin sanatla, şiirle, tiyatroyla, resimle, müzikle ne ilgisi var? Bütün bu sanat alanlarındaki etkinlikler tamamıyla sivildir ve sivil karakterde yürütülmek durumundadır. Devletin, siyasi iktidarların himayesi altına girmiş hiçbir sanat faaliyetinin ve sanatçının özgürlüğünden ve özgünlüğünden söz edilemez. Devlet, resmi aygıttır, siyasi iktidar belli bir ideolojik ve politik görüşe dayanır. Eğer sanat kendini devletle veya iktidarla ilişkilendiriyorsa, sanat yöneldiği kendi amacına değil, patronuna hizmet ediyor demektir. Devletin tiyatro ve müziğe karışması ideolojik amaçlıdır. Bu dahi Türkiye'de “ideolojinin finansmanı”nın aslında ne kadar önemli bir kalem olduğunu göstermeye yetiyor.

Türkiye'de sanatçıların devlet memuru olmaktan şikayetçi oldukları söylenemez. En başta tiyatrocular sırtlarını devlete ve kamu kaynaklarına dayamış, Batı'dan tercüme ettikleri veya Türkçeye adapte ettikleri birkaç sayılı oyunu 'benim oğlum bina okur döner bina okur' misali tekrar edip duruyorlar. Bir oyun 20 sene oynanır mı? İnsanların para verip bir eseri seyretmeye değer bulmaları onların umurunda değil. Nasılsa gelirleri akıyor, maaşlarını tıkır tıkır tahsil ediyorlar. Hiç tiyatroya uğramayan, 110 kiloluk cüsseleriyle balerin olan devlet sanatçıları da var. Herkes gibi iki iş de yapıyorlar. Hem DT'den maaş alıyorlar hem de özel TV dizilerinde oynuyorlar.

Üzerinde durulması gereken başka önemli nokta var: Türkiye, hem AB uyum sürecinde hem IMF'nin belirlediği çerçevede bir ekonomik istikrar programı uyguluyor. Bu programın makro felsefesi, zaman içinde serbest piyasa ekonomisini yerleştirmek, kısa ve orta vadede ise mali disiplinden en ufak bir taviz vermeden yola devam etmek. Başbakan, açıkça devletin yatırım yapmayacağını, işyeri açmayacağını söylüyor. Devlet, özel yatırımların yapılması için teşviklerde bulunacak, ama kendisi yeni kamu kuruluşları ihdas etmeyecek. Bunun ne kadar doğru veya Türkiye'nin gerçekleriyle örtüşen bir iktisadi politika olduğu ayrı bir konu. Ama IMF bu konuda çok hassas, müfettişleri her gelişmeyi, her adımı yakından takip ediyorlar.

İşsizlik ve yoksulluk ise bu ülkede hâlâ en öncelikli ekonomik sorun. Bu sorun giderek toplumsal boyutlar kazanıyor. Bizim sualimiz şu: Giderek serbest piyasa kuralları cari hale geliyorken, neden müzik ve tiyatroda da serbest piyasanın genel geçer kuralları işler hale gelmiyor? Devlet en yoksul bölgelerde program gereği yatırım yapmıyorken, emeklilerin maaşlarını indirme baskısı altında iken nasıl oluyor da tiyatroya, senfoni orkestrasına, baleye, operaya trilyonları aktarıyor?

Bence isteyen istediği yerde tiyatro yapsın. Sahnelerini halka açsın. Halk beğeniyorsa, parasını ödeyip gidiyorsa gitsin. Devletin ve belediyelerin hiçbir şekilde müzik ve tiyatro ile uğraşmaları, kamu kaynaklarını bu alanlara aktarmaları doğru değildir. Devlet güvenliği, adaleti sağlar, dış savunmayı üstlenir, ortak ve bölünemez ihtiyaçlar için vergi toplar ve harcar. Ama devlet tiyatro yapmaz. Hükümet, diğer kamu iktisadi kuruluşları çerçevesinde tiyatroyu da özelleştirme kapsamına alıp satışa çıkarmalıdır. Müşterisi varsa, alsın kârlı hale getirsin.

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 11:09

İLGİLİ HABERLER