Gündem
  • 5.10.2008 12:12

İFOT GERİ Mİ DÖNÜYOR?

Avrupa Yakası'nın altı sezondur hem yazarı hem de oyuncusu olarak hayatımızı renklendiren Gülse Birsel, gel-git'lerden o kadar sıkılmış ki sonunda hastalanmış. Birsel, "Keşke sadece oyuncu olsaydım, bu kadar üzülüp, yorulmazdım," diyor. Hümeyra'nın diziye dönmesini de çok istiyor.

Sabah Pazar'ın röportajından:

- Gazetelerde Ata Demirer'in, "Dönerim, ama Hümeyra olmazsa...'' dediği yazıldı.
- Doğru değil. Zaten zamanlamalara baksalar öyle olmadığını anlayacaklar. Aslında Hümeyra kalsaydı da Ata gelebilirdi ve o zaman tadından yenmezdi, ki benim ilerisi için hâlâ böyle bir ümidim var.

- Ne diyorsunuz... Yakında mı?
- Hayır, hayır, belki de hiç olmayabilir. Ne böyle bir yetkim var, ne yapımcı veya Hümeyra tarafıyla böyle bir konuşmam oldu. Tamamen dün aldığım kas gevşeticinin etkisiyle böyle bir arzum olduğunu ifade ediyorum. İdeali annenin de o evde olması tabii ki. Zaten iki tarafın da birbiriyle çalışma problemi yok ki. Yıllar geçmiş. Hümeyra'nın hiçbir zaman problemi olmadı. Hep "Tatsızlık olabilir ama gelsin, oynayalım,'' diyordu. Ata'nın da zaten çok uzun zamandır problemi olmadığını biliyorum.

- Ama ortalık bunlarla kaynadı bütün yaz...
- Ortalık Şener Şen'in diziye gelişi haberiyle de kaynadı bütün yaz. O da palavra.

- "Yine de niyetim İfot'un dönüp, yine o evde, salonda koltuğun sol tarafında oturması,'' mı diyorsunuz?
- Niyet diyemeyiz, çünkü böyle bir yetkim yok. Ben bu konunun taraflarından biri değilim, sonuçlarına katlanan kişiyim.

- İfot'suz ev bize boş geliyor, siz alışabildiniz mi?
- İfot'suz ev bana boş gibi gelmiyor, ilk iki bölümden seyirci tepkileri de bomba, ama ideali tabii annenin olması. Bir formül kurmuşum baştan. Anne baba çocuklar, akrabalar, arkadaşlar, komşular var. Niye formül bozulsun? Keşke bütün oyuncular oynasaydı, ben de canımın istediğine istediğim hikayeyi yazabilseydim.

- Uzun soluklu Amerikan dizilerinde, ekipten ayrılan oyuncu genelde ölür, Avrupa Yakası'nda ya askere ya da başka şehre gidiyor. Kapıyı aralık mı bırakıyorsunuz?
- Ben ölümü, komediye yakıştırmıyorum, esas sebebi bu. Yoksa "Her oyuncu illa ki döner, bir açık kapı bırakayım," gibi bir durum yok. Taşınma, askerlik, işi bırakma gibi daha yumuşak bahaneler buluyorum

Sabah Pazar'da yer alan röportajın başlangıcı:

'KADRODAN BİRİNİN AYRILMASI BÜTÜN DENGEMİ BOZUYOR!


Gri bulutların üzerimizde dolaştığı, yağmurlu bir sonbahar gününde buluştuk... Kırmızı elbisesi, kırmızı çizmeleriyle her zamanki gibi alımlı ama boynunda boyunluk, yüzü solgun, düşünceli... Oysa dizinin ilk bölümlerinin heyecanıyla yerinde duramaz halde bulacağımı zannediyordum onu, ama dünya bizim düşündüğümüz gibi dönmüyor... Üstelik televizyon dünyasında... Avrupa Yakası gibi hayranı ve reytingi yüksek, bütün gözlerin üzerinde olduğu bir dizinin senaristi ve oyuncusu olmanın ne tatlı bir yük olduğunu unutuyor insan... Komedi bile olsa, çekimlerde çok eğlenseler bile... Senaryo yazımı, dizi çekimi, üstüne reklam çekimleri, gazete yazısı... Üstelik bir de "Volkan geldi, İfot gitti, dizi uzun olsun, ama ille de güzel olsun," beklentileri... Öyle ya, bedenden çıkıyor bütün bunların acısı... Doktorların 'Yazıcı sendromu' dediği sinir ezilmesi, boynundan parmak uçlarına kadar uzanınca, neredeyse yazamaz olmuş. Biraz kas gevşetici, biraz dinlenme derken toparlanmış. Nasıl toparlanmasın, hiç durma şansı yok... Röportajdan sonra reklam çekimi vardı: Boyunluk çıkartıldı, makyaj yapıldı, sıkıntılar ve ağrılar unutulur gibi oldu, sette herkesle şakalaşılıp, espriler yapıldı... Sadece iki saat içinde karşımda başka bir Gülse Birsel vardı...

- Geçmiş olsun, neler oldu? Nedir bu boyunluğun sebebi? Tatilden yeni döndünüz, sezon daha yeni başladı...
- Geçen hafta sonu birden boynumdan koluma doğru bir ağrı başladı. Elim acıyor filan... Doktorlar ''Sinir ezilmesi,'' dediler. 'Yazıcı sendromu'ymuş adı... Çok yazmaktan olurmuş. Birkaç gün ara vereceğim yazmaya... Gidip gelenler, sıkıntılar da gerdi herhalde...

- "Gidene gitme demem,'' diyorsunuz bir açıklamanızda ama Avrupa Yakası'ndaki gelgit'ler senaryoyu da yazdığınız için en çok sizi yoruyor olmalı... "Volkan askerden döndü, İfot Bursa'ya gitti, Kubilay yurtdışına kaçtı,'' gibi bahanelerle durumu kurtarmaya çalışmak kolay olmamalı... Hiç "Keşke şu dizide sırf oyuncu olsaydım, başım bu kadar ağrımazdı,'' dediğiniz oluyor mu?
- Kesinlikle. Çünkü bir kere haftada üç gün çalışacaksınız, tek sorumluluğunuz, kendi oyununuz... İyi oynadım, çıkar gider parti yaparım, kötü oynadım, "Haftaya daha iyisini yaparım," derim. Senarist olunca her şeyden siz sorumlu oluyorsunuz. Çünkü çok şahane bir bölüm çıktığında tepkiler "Ah ah, ne komik oynamış, Ayşe'ye gül gül öldük,'' oluyor, biraz düşük bir bölüm olduğunda ise "Senaryo kötüydü." Senaryo az alkış alan, çok yerilen bir şey.

KAPRİS YAPMA ŞANSIM YOK
- Dizide sadece oyuncusu olsaydınız, "Hadi ben bu sezon olmayayım,'' diyebilme özgürlüğünüz de olurdu, ama şimdi kıpırdayamıyorsunuz herhalde diğerleri gibi...
- Tabii tabii... Mesela yıllardır duyarım, bazı oyuncular, "Beni çok yazdın, yordun, malzememi tüketiyorum,'' der, bazıları da "Beni çok az yazıyorsun, bu karakter çok ihmal ediliyor.'' Bu tür şikâyetlerle gelmeye bir oyuncunun hakkı var, en azından Avrupa Yakası'nda... Ama senarist olarak benim şikâyet hakkım yok. Her zaman problem çözücü olmak, işin sağlıklı şekilde devamını sağlamak zorundayım. Ekip mutlu çalışırken, bir yandan da işin kalitesi ve reytingini düşünmem lazım. Sadece oyuncu olsaydım belki kapris yapabilirdim.

- Bu yıl giden-gelen rekoru yaşandı galiba... Altı yıldır en çok bu sezonun ilk bölümlerini yazarken zorlanmış olmalısınız...
- Kadrodaki gel-git'ler en çok beni yoruyor, en çok beni üzüyor. Aslında hiç işime gelmiyor kadrodan birilerinin ayrılması, dengemi bozuyor. Ama şöyle bir durum var: Yapımcıyla senaristi karıştırıyorlar. Galiba diğer komedi yazarları, yapım ortağı da olduğu için, Birol Güven, Yılmaz Erdoğan gibi, beni de karar verici zannediyorlar. Halbuki benim yetkim yok. Oyuncunun gelecek sezonun şartlarının konuşulduğu toplantısında ben orada bile olmuyorum. Mesela bütün yaz hikâye yedekledim. Sacit karakteri için 12 tane hikâye yazmıştım. Ağustosun üçüncü haftası Tolga'nın ayrılacağını öğrendim, hatta ekşisözlük'te daha önce yazmış meğer... O ana kadar yapımcıyla konuşulmuş, bitmiş her şey. Bana her şey bitince haber veriliyor. O hikâyeler çöp oldu.

AYRILANLARI HEP SONRADAN ÖĞRENİYORUM
- Ama dışarıdan hep sizin de karar verici olduğunuz, "Gülse nasılsa ikna eder,'' gibi düşünülüyor...
- Hayır, öyle bir şey olmuyor. Ben 24 Ağustos'ta Tolga'nın gideceğini öğrendim. Senaryo hikâyeleri değişti... Son halini yazdıktan sonra 1 Eylül'de Zeynep karakterindeki Bihter'in de gideceğini öğrendim. Tek yapabileceğim, Bihter'i arayıp, "Bihter seni yazdım, artık değiştirmeyelim, gel oyna, seni öyle gönderelim,'' demek oldu. Bihter de başka bir işte başladığı halde gelip oynadı.

- Hümeyra ve Tolga Çevik de belki böyle tatlı tatlı, birer veda bölümüyle ayrılsalardı, akıllarda daha az soru işareti kalmaz mıydı?
- Olabilirdi. Tolga'ya rica ettim. "Birkaç bölüm oyna, sonra Sacit'i bir hikâyeyle, kumar borcundan şanıyla şerefiyle yollayayım,'' dedim. Ama istemedi. Bunlar hep benim çok sonradan öğrendiğim haberler oluyor. Yapımcı değilim, keşke yapımcı yetkilerim olsaydı. Ata giderken de benim sonradan haberim oldu.

- "Karar verici Sinan Çetin'dir," diyorsunuz anlaşılan...
- Sadece Sinan Çetin değil, Atilla Aslan var, uygulayıcı yapımcımız, bütçeyi oluşturan, oyuncularla şartları konuşan... Bir yönetmenimiz var, onun da söz hakkı var. Tabii altıncı sezona girdik artık, illa ayrılıklar olacak. Zaten ilk kopuşun sebebi iki başrol oyuncusu arasındaki bir tartışma, Ata'nın gitmesi ve ondan sonra ''Bu iş batar,'' diye başka oyuncuların da ayrılması... O zaman da kimseyi tutamadım. Ama bitirip bitirmemeyi çok düşündüm o dönemde...

KİMSE İÇİN "O YOKSA, BEN DE YOKUM,'' DİYEMEM
- İki yıl önce dizi neredeyse bitiyor zannettik...
- Evet, evet "Mutlaka bitireceğiz," diyorduk. Sonra "Hadi bir yedi bölüm daha yapalım, 100. bölümde bırakalım,'' dedik... Baktık eskisinden daha iyi, devam ettik.

- Bazı unutulan isimler bu dizide parladı, birçoğu da bu dizide tanındı... Ama siz "En çok Hümeyra'nın ayrılışına üzüldüm,'' dediniz... Niye?
- Birincisi senaryoda çok önemli bir yeri olan bir oyuncuyu kaybettiğim için... İkincisi Hümeyra'yı çok sevdiğim için... Ama dediğim gibi ben yapımcı değilim, yazarım.

- "O yoksa, ben de yokum,'' der misiniz bunca yılın hatırına?
- "O yoksa, ben de yokum''u hiç kimse için yapamam. Yüzlerce kişi ekmek yiyor bu işten. Bu riski nasıl alabilirim? Plato'nun bir sürü işinden sadece biri Avrupa Yakası... "Tamam o zaman yapmayalım," derlerse ne olacak? Ki Plato Film bu işten çok fazla para kazanmadığını da söylüyor.

- Yalan söylüyorlar bence... İki buçuk saat sürüyor her bölüm...
- Bu sene bu kadar uzun olmayacak ama. Oyuncu kadromuz da diğer dizilere göre kalabalık ve pahalı. Plato, Avrupa Yakası'ndan çok memnun, ama yarın "Ben yapmayacağım, bu işi bitirelim,'' desem, şirket yıkılmaz. Fakat ben dahil, bu işi seven, devam ettirmekten, başarısından, getirilerinden, bir arada olmaktan mutlu olan bir sürü insan çok şey kaybeder. Onun için "O oyuncu yoksa ben bu işi bitiriyorum,'' deme riskini alamam. En fazla huysuzluk yapıyorum, ama daha fazla bir yetkim yok.

SENARYOYU BAHANE EDİP AYRILANLAR OLDU
- İster miydiniz böyle bir yetkiyi?
- Bunun için benim yapım şirketim, benim param olması lazım. Hiçbir zaman yapım şirketi kurmayı düşünmüyorum. Yazarken "Bunun bütçesi ne olacak?'' diye düşünmemeli insan. Rahat çalışmalı. Plato, o konuda da çok anlayışlı. Bazen bir bölüm için gayet maliyetli dekorlar yaptırıyorum, hiç ağızlarını açmıyorlar. Ama tabii bütçe, oyuncu ücretleri benim çok dışımda. Ben de onlarla kendi ücretim, çalışma şartlarım için toplantı yapıyorum. Onun için bir oyuncunun kalmasında, gitmesinde, ücretinde ve çekilen restlerde, karşılıklı kırgınlıklar oluyorsa bunda, bir etkim olmuyor. Senaryodaki konumunu beğenmeyip, ayrılma sebeplerinden biri olarak ifade eden oyuncular oldu geçmişte, o ayrı.

Binnur Kaya, Şahika'dan sonra bir de Adanalı halayla çıktı karşımıza... Bu sezonun idollerinden olmaya aday...
- Adanalı Dilber hala, bence dizinin çok sevilen tiplerinden olacak.

- Nereden aklınıza geldi bu hala?
- Bu yaz Avrupa Yakası'nın ekibinin bir kısmıyla tatilde birlikteydik. Sarp, kız arkadaşıyla geldi. Biz de bir kadın grubuyduk, Şenay, Hasibe, Binnur, Hale, ben falan... Ve Sarp'ı sanki bizim yeğenimizmiş gibi gözaltına alıp, kız arkadaşını daraltmaya başladık. Sanki biz Sarp'ın beş halası, o da bizim yeğenimiz Muharrem, kızı da gelin adayı olarak çekiştiriyoruz, eziyoruz. "Evladım sen git yavrum, anan baban merak etmez mi? Pek de sıska! Sıskalar da sinsi olur derler!'' filan diye takılıyorduk. Çok da şaka kaldıran, tatlı bir kız... Bu iş büyüdü büyüdü... Özellikle Binnur'un büründüğü hala tipi, en alaturka ve en kötü niyetli olanıydı... Hasibe'ninki onun bir küçüğü ve hafif yalakası, benimki İstanbullu kocayla evlenmiş saçını boyatmış, daha alafranga takılıyor ama aynı dedikoducu ruh... Bu halalar o kadar coştu ki... Bir gün "Böyle bir sitcom yazayım başlı başına,'' dedim. Sonra ''Avrupa Yakası'nda böyle bir hala olsa,'' diye düşünmeye başladım.

- Binnur Kaya bu olaya daha yazdan girmiş yani...
- Sabahtan akşama kadar hala rollerinde konuşuyorduk, normal sohbet edemedik ki... Tabii bu hala, tatildekinin aynısı değil. Daha yaşlı, daha alaturka, tarz olarak biraz daha farklı... Sarp'ın kız arkadaşı yerinde de Aslı var dizide. Beni daraltıyor. Hiç evlenmemiş ve Tahsin Bey'i gözüne kestiriyor.

- Dilber hala devam edecek mi?
- Evet. Zaten bence çok sevilecek ve herkes izleyecek. İlk göründüğü bölümde kıyamet koptu.

- Aslı'ya da görür görmez taktı. İşi daha zor artık...
- Evet, çünkü Aslı boşanmış bir kadın... Hiç Osman'ın dul biriyle evlenmesini ister mi o hala? Sevmiyor zaten. Sıska, ukala, hiç onun tarzı biri değil. Başka biri var Adana'da, onunla evlendirmek istiyor, Meryem...

- Sizin için de ilk bölümü toparlamak zordu. "Arkası nasılsa gelir,'' mi diyorsunuz?
- Bana sorarsanız ilk bölüm o kadar bilgi vermek zorunda kalmama rağmen iyiydi. Çok gülünen bir bölümdü. Ata'yı özlemişiz, Burhan ile Volkan iyi bir ikili oldu.

Yorucu olmayacak mı?
- İki tip oynamak zor, ama Binnur harika bir oyuncu ve halinden çok mutlu. Dilber halayı çok sevdi. Şahika'yı da sevmişti, ama Şahika birkaç bölüm sonra ancak içine sinmişti. Kendi de "Emin değildim kendimden, kaçıp gidesim vardı,'' diyor. Ama Dilber halada öyle olmadı, birinci dakikadan itibaren onu da memnun etti bizi de...

- Çevrenizde Şahika gibileri var mı gerçekten?
- "Çevrem Şahika dolu," diyemem ama bir iki Şahika versiyonu tanıyorum. Şahika kötü biri değil ki... Çok tatlı bir kız aslında... Ben Şahika gibi arkadaşım olmasını çok isterdim..

- Nasıl istersiniz, arsızlıkları kontrol edilemez boyutta... Onu arkadaş olarak taşımak zordur..
- Bir taraftan da kolay, çünkü derdini rahat anlatabilirsin, dinler, insana çok da cesaret verir, çatır çatır. Yalan söylemez, ama moral de düzeltir. İnsanın egosunu şişirir, iyi hissettirir.. "Bebeğim ne boyun ağrısı, ne stresi ya, sen Gülse Birsel'sin, ortamı kaleminle döversin..." filan diye öyle bir gaz verirdi ki hiç derdim kalmazdı.

"Hadi şunu da bir deneyeyim," durumu da olmadı sizin için değil mi?
- Şu anda bu kafayla "Ya ben bir sit-com yazayım, başrolde de oynayayım,'' düşüncesini Şahikasal bir cesaret ve kendine güven olarak görüyorum. Gag'daki gibi sunuculuk, bir gazetecinin yapabileceği sınırlar dahilinde bir iş. Senaristlik, hem eğitimini aldığım hem de 19 yaşından beri yazı yazarak çalıştığım için mantıklı bile denebilir. Ama oyunculuğa, bu kadar bodoslama girmek delilikmiş. Yüzme bilmeden suya atlamak gibi.

- Ama hep oyuncu olmak istemişsiniz.... "Hayattaki en büyük amacım,'' diyorsunuz...
- Ortaokul ve lisede başka meslek düşünmedim. Konservatuvar sınavına girecektim, ama Boğaziçi'ni kazandım. O yıl konservatuvardan yarı zamanlı eğitimi de çektiler. Üniversiteye girdikten ve ikinci yıl gazeteciliğe başladıktan sonra oyunculuk hayalim geride kaldı. Umarım bir gün iyi oyuncu olacağım. Şimdi egzersizlerini yapıyorum, öğrenmeye çalışıyorum.

Çekimlerde çok eğlenmek mi, para mı?
- Komedi yapmak çok zevkli... Çekimlerde çok yoruluyoruz, ama saat 06.00'da gülme krizine girdiğimiz de oluyor. Rahat hissetmek, başarısı garantide bir işte olmak da iyi... Bizim dizide "Ne olacak, ikinci üçüncü bölümde biter mi?'' endişesi yok. Bazı dizi senaryolarından, bazı oyuncuların utanarak oynadığını duyuyorum. Çalışma tempomuz dramalardan daha rahat. Türkiye'de oyuncu için karavan alışkanlığı yok, tuvalet bile yok. Biz stüdyomuzun içinde, oyuncu odamızda muhabbet ederek çalışıyoruz.

- Ata Demirer, ayrılış nedenlerini sayarken, Hümeyra'nın dışında, "Son zamanlarda çekim saatleri çok uzuyordu, tükenmiştik,'' demişti. Zaman zaman yapılan işten zevk alamaz hale geliyor musunuz siz de?
- Yorgunluk son iki üç senedir başladı. Çünkü dizi, 95 dakika oldu. Biz 50 dakika başlamıştık, son bölüm 115 dakikaydı. Bu süre doğru değil, değişmesi lazım. Değişmeden de ikinci sit-com'u yapmayacağım. Amerika'da 20- 25 dakikadır. Ben 50 dakikaya razıyım.

- Tempo arttıkça sağlık sorunları da çıkıyor baksanıza...
- Evet, özel hayata, aylaklığa, eğlenceye hiç vakit kalmıyor. Ama bir kere girdik bu işe... "Aaa valla çok uzun geldi şekerim, yapamayacağım,'' da şımarık bir tavır olur. Bu işi gittiği yere kadar götürmem lazım, bu bir sorumluluk. İdare ediyorum ama bu aralar boynuma vurdu işte.

Bu yaz hayal ettiğiniz film senaryosunu yazabildiniz mi?
- Notlarını aldım, hikâyelerini çıkarttım. Birçok aşk hikâyesinin arasından filmde yer alacakları seçiyorum. Ama daha çok işi var.

- Sırada film var yani...
- Evet, Avrupa Yakası biter bitmez... Zaten televizyona en az bir yıl ara vereceğim. Filmde oyuncu olarak yer alır mıyım, bilmiyorum. Çok uygun bir rol olursa ancak. Tiyatro oyunu da yazmak istiyorum. Kendimi birazcık nadasa bırakmam lazım dizi bitince. Çünkü mizah yazarı böyle yaşamaz. Sete gittim oynadım, koşa koşa eve geldim yazdım, böyle olmaz.

- Dizi 200. bölümde bitecek mi?
- Planım o... Haziran ortasında 200. bölümle sezon da bitmiş olacak.

- Finalde, bütün kadroyu bir araya getirmeyi ister misiniz?
- Evet, finalde herkesi bir araya getirmek istiyorum. Artık kim gelir, kim gelmez bilmiyorum.

Güncellenme Tarihi : 15.5.2016 05:44

İLGİLİ HABERLER