Gündem
  • 18.5.2004 00:38

KADİR İNANIR'DAN OLAY SÖZLER : 2 BİN KADINLA BERABER OLDUM

Son dönemlerde taktığı 'Bonus Perğu' ile tartışmalara neden olan Kadir İnanır, peruktan kadınlarına kadar herşeyi anlattı... İşte o röportaj!!!

Türkiye'nin kadınlarla en sık anılan ve kendisi de rakam vermekten çekinmeyerek, 2000 kadar kadınla birliktelik yaşadığını açıklayan en maço aktörünün 'Hiçbir kadının ilk erkeği olmadım' demesi ne kadar şaşırtıcı değil mi? Belki de gerçekten onun hayatı Ahmet Altan'ın 'aşk' suyuna batırılmış makalelerindeki kırık dökük hikâyeleri andırıyordur. Ben bir keresinde, en az on beş yıl kadar önce bir öğle vakti The Marmara'nın küvet büyüklüğündeki havuzunda yüzerken, onun kendinden yaşça hayli küçük genç bir kızla gelip, en dipteki masada flört edişini gizlice izlemiştim. Nasıl sessizdiler... Şimdi düşünüyorum da, suratındaki o lise talebesi mahçubiyeti gerçekten maske miydi acaba? Güneşin yakıcılığı ve üzerindeki giysiler; kumaş pantolon ve gömlek... İri yakalı. O sıradaki tenhalığa eşlik eden, o tanımlanamayacak kadar güzel olan sessizlik, daha sonra televizyonlara da yansıyan küfür dolu telefon tacizleriyle bölündü, darmadağın oldu maalesef. Yıllar sonra meslek icabı karşısına geçtiğimde çok, ama çok gergin bir adam vardı karşımda. Röportaja bir türlü başlamıyor, benimle konuşmuyordu bile. Saat 11 civarı, bir mercimek çorbası söyledi kendine (muhtemelen bana da teklif etmiştir), limonu, karabiberi yanında; burnundan soluyordu. Dedim bu adam beni döver, hele hakkında düşündüklerimi bilse, keser! Çok otoriterdi, çok! İnadım tuttu, acele etmedim lafa girmeye. Kendine göre ölçtü, tarttı herhalde o dakikalarda. Başladı söze. Telefondaki sesim ona çok daha küçük bir yaşta olduğumu düşündürtmüş. Acaba kolay lokma mı diye geçirdiydi içinden, bilemiyorum ama Buket Saygı olayı iki gün önce patlak verdiği için benim röportaj teklifimi kabul etmesi o günler için bir mucizenin eseriydi. Ve bu mucize benim çocuksu sesim miydi? Röportaj yayınlandığında biz arkadaşlar arasında çok ama çok gülmüştük, ben de suçluluk duyup, biraz da korkmuştum hatta. Bana da telefon açıp hakaret eder diye. Absürd bölümlerden bir sürü alıntı yapıldıydı orda burda. Onları unutmuş olmasını dileyerek gittim bu kez yanına. 'İyinam, sen Türkiye'nin en tehlikeli gazetecilerinden birisin benim için, biliyorsun değil mi?' dedi sevgiyle. İltifat ederek başladı, işte...
Öfkeli, ama bu kez çok içliydi... Bonus'u hakikaten kafasına takmıştı! Öyle diyeyim, anlayın. Öte yandan ülkesinin sorunlarına bir an önce yetişmek istercesine bir iştahla siyaset konuştu, konuştu, konuştu. Örnekler veriyor, çözümler, çareler üretiyor, ekmekten, onurdan, vergi adaletinden, Kuranı Kerim'deki sosyal demokrasiden, üniversiteleri etraflarındaki tel örgülerden kurtarmak gerektiğinden, mesleki lokallerin kapatılıp Türkiye'nin aydınlatılmasından ve de milyonları etrafında toplamaktan bahsediyordu. Ama çok yalnızdı, Tutunamayanlar'a sığınacak kadar yalnız... Tabii kendince.
Ben bu röportajı "Sen şimdi bütün bu memleket meselelerini düşünen, aynı zamanda da bu yoğunluğun, bu çalışma temposunun içersinde bile günde iki saat gazeteleri karşısı, köşesi, çaprazı diyerek okuyup, günü dört saat uykuyla geçiren bir adamı 'Evine karı girerken gördük,' diye haber yap ha! Benim evime kadın girmezse haber yap ulan! Sağlıklı bir adamım," diye haykırmasına aldırmadan yazdığımı belirtmek isterim. Umarım o da bundan böyle 'hiç yaşamadım' dediği şeyleri gerçekten isteyip istemediğine karar verir.
Hep kalabalık yaşadınız da, hayatı dolu dolu yaşadım diyebilir misiniz Kadir Bey?
Bir insan doğar, yaşar ve ölür. Ben hiç yaşamadım, şu an bile yaşamıyorum. Bir gün sevgilisini alıp da bir yere cesurca, göğsünü gere gere bir yemeğe götüremez, doğada yürüyemez, bir kır kahvesinde, Anadolu'nun bir köyünde dolaşamaz mı?


Oğuz Atay'la arkadaştım
Niye yapmadınız?
Değerse yapmalıydım. Yol kat etmeliydik. Birbirimizi anlamalıydık. Bunları yapmadan birleşince sonra ayrılıklar başlıyor. En son noktası evlilikse, perişanlık oluyor. Bundan sonraki yaşamımda bulmalıyım. Acıda, kederde, kaderde birlikte yaşamaya söz verir misiniz diye soruyorlar. Adam çığlık çığlığa 'evet' diyor, bir de birbirinin ayağına basarak. Niye ayrılıyorlar sonra? Demek ki tamamlayamamışlar. Hiç kaçmak, göçmek değil söylediğim. Bunu bir defa adam gibi yapmak istiyorum, bütün söylediğim o.
Buna hiç imkan bulamadığınızı mı söylüyorsunuz?
İşte, teğet geçenler var. Küçücük bir kasabadan gelmişsin. Aslında en büyük kasabası Türkiye'nin. 70 milyon nüfusu, yaşadıkları, acıları, sevdaları, kültürüyle Türkiye'nin en büyük kazası. Ben ordan gelmişim, hem de güçlü bir ailenin çocuğu olarak. Bir imparatorluğun değil belki, ama hiç de sefaletin içinden değil. Çok kalabalık bir ailenin son çocuğu olarak gelmişim İstanbul'a. Haydarpaşa Lisesi'nin bize verdiklerini bugün üç dört üniversite bir araya gelse veremez. Yatılı okuduğumuz için bütün Türkiye'yi tanıyorduk. O annelerin gönderdiği keklerle, Adana dolmalarıyla, kayısıyla, kirazla, bilmem neyle... O Anadolu yumağının içinde, ülkemi tanıyıp, değerlerini paylaşarak, ben altyapı olarak öyle başladım bu işe. Ve ikinci yılında Oğuz Atay'la arkadaş oldum.
Oğuz Atay'la mı!
Evet; Tutunamayanlar benim. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış bir röportajı vardır. Bulun arşivden çıkarın. Benim evime gelmiştir. Daha arkadaşlığımız beşinci yılına ulaşamadan öldü adam. Bugün herkes Oğuz Atay konuşuyor. Kitabının adı Tutunamayanlar! Şimdi ben hangisinde tutunacaktım? İşimde mi, şehirde mi, hayatımda mı? Tutunamayanlar bana ait bir şey. İki şeyde tutundum. Şehirde tutundum, onu becerdim. İşimde tutundum, onu da nasıl becerdiğimi hepiniz biliyorsunuz. Bir şey var ki, orada tutunamadım işte. Yalnızım hâlâ. Evimde yemek pişmiyor. Kırk senedir sokaklarda yemek yiyorum. Hayatımın en güzel yılları... Kimseye kendimi acındırmam; kendi tercihimdi. Bir insan olarak da bakarsan acınacak bir durum gözükmüyor, asla kabul etmem. Ama bedel ödedim. Bu yorucu işi kırkıncı yılıma taşımayacağım. Önemli filmlerin davetlisi olacağım, şu yorgunluğu ortalama bir yıl sonra bir daha yaşamak istemiyorum, çünkü ben hayatımı hiç yaşamadım.


Ben o kadar aptal mıyım?
Bonus peruğu Kadirizme ters düştü diyenlere ne diyorsunuz?
Onları mahvettiğimi de göreceksin. Bir gün ağzımdan Kadir lafı çıktı mı benim? Beni öyle çıldırttılar ki, etek giydi diyene giydirtirim, karizması çizildi diyene de gelsin çizeyim dedim. Ne gerek vardı? Bu üç kişi niçin vazgeçmez? Her dönem üç kişi oluyor. Bir gün düşünmüyorlar ki bu adamın hayatını verdiği bütün bu değerleri bir günde yok etmesi mümkün değil. Ben o kadar aptal mıyım? Onları bu söylemlerindeki komiklikleriyle baş başa bırakıyorum. Huzursuz ve mutsuzlar orada. Mutlu olsalar değerlerine hayatını vermiş bir adama bir gram bu acımasızlığı yapamazlar. Neymiş, Bonus kafa takmış! Şimdi reklamın ikinci versiyonu seyredilecek... O Bonus kafayı kafasından çıkarıp da "Ben her şeyi biliyorum ülen," diye haykırdığı zaman ne olacak? Ne yapacaklar? Ben kimliğimi bozacak hiçbir şeyi parayla pulla satan adam değilim.
Ne kadar kırılmışsınız, ne kadar ciddiye almışsınız; inanamıyorum halinize?
En çok neye kırıldım biliyor musun? Para lafı benim yanımda asla konuşulamaz. Ben 35 senedir öyle paralar kazandım ki, kırk senedir de lokantalarda yemek yiyorum. Garsonlara verdiğim bahşişin yüzde onunu saklasaydım, bu ülkenin en büyük zenginlerinden birisi olurdum. Kim beni para satın aldı diyebilir. Bu ne utanmazlık, bu ne haysiyetsizlik, bu ne sevgisizlik, bu ne saygısızlık... Bu ülkede herkese paradan söz edebilirsiniz, ama bana para lafını asla konuşamazsınız. Ben film setlerinde tek başıma bir kola içmedim. Kaç kişi varsa, o kadar kola içtim. Ben iki kişiyle yemek masasına oturup, on iki kişiyle kalktım. 40 yıldır bu böyle. Beni hangi para satın alacak? Her türlü lafı edebilirsin, ama para lafından alındığım kadar hiçbir şeyden alınmadım. Çünkü o gerçeği bu ülkede reddeden en büyük adam benim.


Yaşanan hayat bana aittir
Pekiyi, bir adam hem sosyal demokrat olup, hem de üzerine bunca sinmiş maçoluğu nasıl reddetmez de yıllarca üzerinde taşır? Ben sizin herhangi bir maço söyleme itiraz ettiğinizi hiç hatırlamıyorum, demokratlığa ters düşen bir durum var hep ortada.
Çok güzel bir soru ya... Maçoluk erkek egemen toplumu savunan, orada erkeğin gücünü kullanan bir durumsa Şebnem, bunun kesin olarak tarifini kimse yapamamış ki. Ama ben başka bir şey biliyorum, şu üç beş feministin dışında bütün maço erkekler çok seviliyor. Ama niye seviliyor, ben bilemiyorum; bütün bir dünya karar versin, benim gücüm ona yetmez. Ama ne kadar maço erkek varsa hepsi çok seviliyor. Ayrıca, bak ben sana başka bir şey daha söyleyeyim. Ben şimdi burada, Çatalca'da, tren yolunun kenarında film çekiyorum ya. Sabahlara kadar setin lambaları yanıyor. Her seferinde trenler bize selam veriyorlar sandım. Çekim sırasında "Ulan ne güzel, ne çok seviyorlar bizi," diyordum. Işıkları görünce gece yarısı üç de olsa, beş de olsa düdüğü çalıyorlar diyordum. Öyle değilmiş. Az ilerde hemzemin geçit varmış, ona çalıyorlarmış. Ne güzel hikâye, di mi?
Pekiyi, bir kadına ilk kez dokunan erkek olmamak ağrınıza gider mi sizin? Yani onu 'kadınım' olarak hissetmenize engel teşkil edip, kafanızda da olsa sorgular mısınız bu durumu?
Hiç böyle bir derdim, hastalığım yok benim. Öyle bir şey olmaz. Üstelik hayatıma giren kadınların hiçbirisi ilk defa benimle olmadı, hiçbirinin ilk erkeği ben olmadım. Sorun değil bu. Çünkü önemli olan insanların birlikte yaşadıklarıdır.. Ama o feodal değerlerle beni öyle bir yere oturttular ki, bunu benden beklerler. Ailem de benden bunu bekleyebilir, ama o cesareti bana gösteremezler. Yaşanan hayat bana aittir. O hayata herkesin saygı duyması gerekir.
Geçenlerde Emel Armutçu'ya 'Tutku vardır, aşk ne demek?' diye bir laf etmişsiniz. Tam olarak ne demek istediniz?
Aşkı yaşarsın. Aşkı geçersiniz. Aşkınız kırılır, dökülür, biter. Ama tutku bitmez. Binlerce kadınla veya erkekle beraber olursunuz, ama o sizde, bir yerinizde kalır. İşte bu tutkudur. Bu tartışılmaz bir değerdir. Aşmışlar söylemleri, sevgi sözcüklerini, aşmışlar seksi, ama seksin daha da üstünde olan o tutku; o sarıldığın, o kanser hücresi haline dönüşmüş şeyi atamazsın. Binlerce sevgili gelse, onu bir tarafında saklayacaksın demektir. Ve yeni bir ilişkin mutlaka zedelenecektir. Bunu anlatmaya çalışmıştım orada, burada tamamlandı.
Var mı böyle hikâyeler sizde?
Hâlâ onunla yanıp tutuştuğum birisi yok, ama kaçırdıklarım var. O anlamda sakladığım biri de yok, kaçıp gidenlere yanıyorum ben. Sebebi de benim, suçlu varsa o benim. Kendi beceriksizliğime yanarım, sadece kendi beceriksizliğime, birisine değil.
Pekiyi, Türkan Şoray'la yıllar yıllar sonra öpüşmek sahiden gönderilmemiş bir mektup gibi miydi?
Ben Türkan Şoray'la yıllar önce öpüştüm. Dila Hanım filminde... Ben gerçekten öpüştüm, ama kamera gökyüzüne gitmişti o sırada. Anlaştık filmi çekerken, öpüşeceğiz. Öpüştüm, fakat hissettim de kameranın gökyüzüne gittiğini. Yani ben kandırıldım. Ama filmin yönetmeniyle o gün bugündür bir daha hiç film çekmedim.



--------------------------------------------------------------------------------


KADİR İNANIR'IN DEMOKRAT YÜZÜ
Bir başka röportajda da benim için adam hem sosyal demokrat hem de inançlı bir Müslüman diyordu. Böyle bir dangalak cümle insanlık tarihinde yazılamaz. Sosyal demokrasinin tek karşılığı, tek gerçeği, tek savunucusu Kuranı Kerim'dir. Allah aşkına bir okuyun. Eğer bilinçli bir şekilde tam uygulanırsa ne yolsuzluk olur, ne soysuzluk, ne vergi adaletsizliği olur, ne sevgisizlik, ne de saygısızlık.
Zaten tam karşılığı şu ki, kazancının yüzde kırkını vergi olarak vereceksin. Bu ülkede herkes kazancının yüzde kırkını vergi olarak verse, bu ülkenin sorunu mu olur bugün? 230 - 240 milyar dolar borcumuz var. Önümüzdeki üç yıl herkes adil vergi verse tek sorunu kalmaz bu ülkenin. Ama nüfus kağıtlarına bak, hepsinde Müslüman yazıyor.
Sosyal demokrat partiler muhalefet ederken neden bunu kullanmıyor?
Bence iktidarları ikinci kategoride de olsa onlara yetiyor; Çünkü iktidardaki gibi korumaları var, arabaları var, bütçeleri var, aynen ülkeyi yöneten hükümet gibi bir de onların hükümeti var. Ama sorumlulukları
yok. Sürekli eleştirip, sorumluluk almıyorlar. Niye iktidar olsun ki? Muhalefet öyle yapılmaz. İstifa edeceksin, yokum bu düzende diyeceksin.
Siyaseti nasıl düşünürsünüz? İstifa etmek için mi?
Ben bunları yok sayarak düşünürüm.
Bu setlerden yoruldum zaten, hayatımın
geri kalan kısmında bu ülkenin vatandaşlarının çektiği bütün acıları, ölmek pahasına da olsa ortalara dökmek istiyorum. Ne olacak? En fazla Z filmindeki gibi 'kaza'lar... Nasılsa ölmeyecek miyiz? Ama bu müthiş bir tempo ister. Bana üç yıl sonraki seçimler için teklifler var. Ben onlara diyorum ki, "Kardeşim, siyasi söyleminizi değiştireceksiniz." Ekmek, onur, bayrak, vatan haysiyet, adalet. Yeni bir heyecanın partisi olmak için yeni bir parti kurmak gerekmez. Söylem değişsin, ben sizle beraber olacağım, diyorum. Ben siyaseti Ankara'dan da yapmam. Genel başkanın uygun gördüğü yerde, bütün Türkiye'de yaparım. Milletvekilliğini kabul etmem, aktif görev isterim. Bugüne kadar istesem dört kere bakanlık yapardım, benim öyle bir gücüm vardı.

RADİKAL

Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:13

İLGİLİ HABERLER