Medya
  • 8.11.2018 15:02

Kaşıkçı'yı öldüren, Türkiye'ye saldıran

Yazdığı Kaşıkçı yazılarıyla meselenin bilinmeyen bir yönünün görmemizi sağlayan Gazeteci Metin Özer, bu kez gündemi sarsacak bir iddiada bulundu. Özer, Türkiye'ye yapılan ekonomik saldırı ile Kaşıkçı olayını birleştirerek, "Ülkemize saldıranla Kaşıkçi'yı öldüren aynı" dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bas bas bağırdı:
- Türkiye ekonomik saldırı altında.
Geçenlerde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'tan çok çarpıcı bir açıklama geldi:
- Ekonomik saldırılar, başka bir ülkenin başkentinde planlandı.
Albayrak bu, ‘Başka bir ülkenin başkenti’ konusunda bilgi vermedi.
Bakan Bey isim vermedi ama çok ama çok önemli ipuçları verdi.
Başka bir ülkenin başkenti’ ifadesinden 4 sonuç çıktı.
1. Bu saldırı planı yılanın başı olan ülkede değil, başka bir ülkenin başkentinde hazırlandı.
2. Türkiye’ye saldırıya birden çok ülke katıldı.
3. Saldırının başı olan ülke, bu işin içerisinde olduğunun bilinmesini istiyor.
4. O ülke; dost bildiğimiz aslında en büyük düşmanımız olan bir ülkedir.
Papaz yüzünden Amerika ile papaz olduğumuzdan, saldırının Amerika merkezli olduğunu sandık.
Başka bir ülkenin başkenti” denilince, doğal olarak düşmanımızı batıda aradık.
Oysa düşman hemen yanı başımızda, yani doğudaydı.
Kimdi onlar?
Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)
Ülkemize yapılan ekonomik saldırı planı
; Azılı bir Osmanlı ve Türk düşmanı olan BAE’nin Başkenti Abu Dabi'de hazırlandı. (Az sayıda Kahire diyenler de var)
Yukarıdaki 3. maddenin ‘Cuk’ diye oturduğu iki ülke bulunuyor.
Birisi ABD, diğeri Suudi Arabistan. Sayın Bakanın sözlerinden bu çıkıyor.
İşin başı olarak Vehhabileri görsek bile; onların Amerika’dan habersiz tuvalete bile gidemediklerini bildiğimizden, Coniler kesin bu işin içindedir.
Amerika’nın içinde olduğu bir işte, İsrail’in olmaması da imkansızdır.
Bu açıdan bakıldığında saldırı muhtemelen şu şekilde organize edildi,
Amerika’nın emri veya bilgisi dahilindeSuudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin üst düzey isimleri; Türkiye’ye ekonomik bir saldırı düzenleme konusunda anlaştılar. 
Mısır bu saldırının fiili kısmına parasızlıktan katılamadı.
Bu ekibe; Arap sermayesi ile kanka olan Yahudi sermayesi de katıldı. 
Yetmedi içerimizdeki hainler de bunlara destek verince, ihanet ekibi tamamlandı.
İlk olarak TL’ye saldırdılar.
Nitekim krizin başında; Türk parası erimeye, döviz yükselmeye başladı.
Bu nasıl oldu?
Yatırımlardaki Türk paralarını dövize çevirdiler ve bu dövizler Türkiye’den çekildi.
İşte o günlerde Amerika’dan bakanlara yaptırım falan gibi açıklamalar da çıkınca, döviz uçtu Türk Lirası düştü.
Türkiye’ye ekonomik saldırının arkasında iki veliaht prens vardı.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid
arasındaki ilişki ve ortaklık, bütün Körfez ülkelerini tehdit ediyordu.
Katar, bu ikilinin hırsı ve düşmanlığıyla hedef olmuştu.
İhanet ekibi; doların 7 bin lirayı aştığı günlerde Türkiye’ye ölümcül bir final darbesi vurmak için fırsat kolladı.
Bekledikleri fırsat Amerika’dan çıktı.
Bu plandan habersiz olan gazeteci Cemal Kaşıkçı, ‘Boşandı belgesini’ alabilmek için Washington’daki Suudi elçiliğine gitti.
Kaşıkçı’nın niyeti Türk nişanlısı Hatice Cengiz ile evlenmekti. Daha öncesinden bir evlilik yapmıştı, yeni bir evlilik için “Boşandı belgesi” gerekiyordu.
Bu çok sıradan ve elçilikler tarafından rutin olarak verilebilen bir belgeydi.
Cemal Kaşıkçı, Suudi Veliaht Prens Muhammed Salman’ın hırsı ve sertliklerini eleştirmişti. O yüzden de Suudi istihbaratı tarafından mimlenmişti.

İstihbarat tarafından mimlendiği için, başvurusu anında Riyad’a oradan da Prensin ofisine ulaştı.
Riyad’dan Washington elçiliğine, “Bekletin” emri gidince, Kaşıkçı elçilikten eli boş ayrıldı.
Şer cephesi; Kaşıkçı’nın ‘Türk makamlarına verilmek üzere’ diyerek istediği boşanma belgesinden nişanlısının Türk olduğunu öğrenince, aradıkları fırsatın ayaklarına geldiğini düşündü.
Böylece, Türkiye’ye ölümcül darbeyi vurmak için Cemal Kaşıkçı’yı kullanmaya karar verdiler.
Türkiye, insan hakları konusunda pek parlak bir ülke değildi. 
Batıda çok sayıda gazetecinin hapse atıldığı bir ülke olarak biliniyordu. 
Böyle bilinen bir ülkede bir de gazeteci cinayeti, bütün dünyanın tepkisini ve öfkesini çekerdi.
Bu işin vahşice yapılması ise, infiale neden olurdu. 
O tepki ile Türkiye’ye ardı ardına yaptırımlar gelir, ikili anlaşmalar bozulur ve zaten zorda olan ekonomisi tamamen çökerdi.
Dolar 15 liraya fırlar ve bir daha da kolay kolay toparlanamazdı.
Kısaca plan bu idi.
Bunun için Kaşıkçı’yı Türkiye’ye yönlendirmeye karar verdiler.
Washington’daki elçilik görevlisi, istediği belgeyi Türkiye’deki konsolosluktan alabileceğini bildirdi.
Bu basit belgenin verilmeyip, Türkiye’nin adres gösterilmesi Kaşıkçı’yı şüphelendirdi ama nişanlısının Türk olması gerekçe gösterilince rahatladı.
Kaşıkçı, 28 Eylül'de nişanlısı Hatice Cengiz'le evlenme işlemleri için Fatih Belediyesi Evlendirme Dairesi'ne gitti. 
İkili daha sonra Kaşıkçı'nın evli olmadığına dair belgeyi almak için randevusuz olarak Başkonsolosluğa geçti. 
Cemal Kaşıkçı buradan çıktığında nişanlısına içeride iyi karşılandığını söyledi.
Başkonsolosluk, 2 Ekim Salı gününe randevu vermişti. 
Kaşıkçı, 28 Eylül'de Londra'da bir konferansa gitti. 
Kendisi Londra’dayken konsolosluktan arayıp, 2 Ekim günü gelip gelmeyeceğini tekrar teyit aldılar.
Bu beklenmedik ilgi, Kaşıkçı’yı kuşkulandırdı ama yine de başına gelebilecekleri tahmin etmedi.
2 Ekim Salı sabahı İstanbul'a döndü. 
Sabah 04:56'da nişanlısının Topkapı'daki evine vardı. İkili öğlene doğru buradan çıkarak tekrar Başkonsolosluğa gitti.
Kaşıkçı; 28 Eylül’de konsolosluğa başvurduğunda, Suudi Arabistan’daki katiller de harekete geçti ve vahşi bir plan hazırladılar.
Önlerinde sadece 3 gün vardı.
Cinayet Planı;  Kraliyet Divanı Müsteşarı Bakan Suud Bin Abdullah el-Kahtani ve Genel İstihbarat Başkan Yardımcısı Tümgeneral Ahmed Asiri tarafından yapıldı.
Her ikisi de Veliaht Prens Salman’ın en sadık adamıydı.
Plan onaylandıktan sonra sıra ekibi toplamaya geldi. 
Ekipte Adli Tıp Kurumu Başkanı Salah Muhammed Abduh et-Tubeyki’nin olması, Kaşıkçı’yı vahşice katletmeye o tarihte karar verdiklerini gösterir.
Biraz da aceleyle oluşturdukları 15 kişilik ölüm timini, Genel İstihbarat Başkan Yardımcısı Tümgeneral Ahmed Asiri kurdu.
Tim, Asiri tarafından 2 gün boyunca eğitildi ve kimin ne yapacağı anlatıldı. 
Timin içerisinde daha önce Türkiye’ye gelenler vardı. 
Bunlar ceset parçalarının atılması için keşif yapacak gruptu.
Abduh et-Tubeyki’nin kemik testeresine kadar bütün ayrıntılar hesaplandı.
Kraliyet Muhafızı Albay Mahir Abdulaziz Mutreb, aynı zamanda diplomattı. 
O timin Türkiye’ye giriş çıkışlarında sıkıntı çıkmaması ve Türk yetkilerle olası sorunlara müdahalesi için ekipteydi.
Suçu Türkiye’ye atmak için bir de dublör seçtiler.
Kaşıkçı’nın konsolosluğa geldiği son görüntülerini alıp, apar topar bir benzerini buldular.
Kaşıkçı’yı boğan 5 kişilik istihbarat ekibiydi.
Suudi katiller sürüsü iki ayrı özel uçakla ayrı zamanlarda geldi. 
6 kişilik Keşif ekibi tarifeli uçakla onlardan önce İstanbul’a indi.
Suudi savcı bu 15 kişilik ekip için, “Bir grup başıbozuğun işlediği cinayet” diyor. Aslında doğru söylüyor.
Bu başıbozukların tamamı, Veliaht Prens Bin Salman’ın yakın ekibi. 
Bu durumda başıbozukların başı Prens Salman oluyor.
Kaşıkçı; naif, halim-selim ve kibar birisi. Yaşı 60’a dayanmış.
Bu katillerin niyeti Kaşıkçı’yı ortadan kaldırmak olsaydı, böyle bir ekibi niye kursunlar?
15 kişilik ekip, ancak azılı bir terörist grubu ortadan kaldırmak için hazırlanır.
Maksat Kaşıkçı'yı öldürmekse, bir tetikçi kafasına sıkar gider.
Hedef sadece Kaşıkçı olsaydı dublöre ne ihtiyaç vardı?
Hedef Türkiye olunca dublör bu vahşetin en önemli parçası oldu. Çünkü Maksat; Kaşıkçı’yı değil Türkiye’yi öldürmekti.
Ekonomik saldırının finalini, bu vahşi cinayetle yapacaklardı.
Daha önce yazdığım gibi Kaşıkçı’nın 15 parçaya böldükleri cesedini sağa sola atıp, bu vahşeti üstümüzde yıkacaklardı.
Kaşıkçı’nın dublörünün konsolosluktan çıkış anını ve Kaşıkçı’nın cep telefonundan aslında kendilerinin yazdığı mesajı da delil gösterip bizi bitireceklerdi.
Yazdıklarımı teyid eden ünlü Arap gazeteci Al-Diqqi, “Bu işin ellerinde patlaması Allah’ın bir işidir” dedi ve ekledi; “Şunu açıkça söyleyelim: Türkiye'yi, Kaşıkçı cinayetiyle köşeye sıkıştırmaya çalıştılar. “Cemal Kaşıkçı'dan haber alamıyoruz, Türkiye kaybetti” denecekti. Bütün detaylarıyla bu cinayete hazırlanmışlar. Dublörünü bile getirmişler. Ama Allah, Türkiye için kazdıkları kuyuya kendilerini düşürdü.
Sonuçta ekonomimize saldıranla, Kaşıkçı’yı öldüren aynıydı.
Hakikaten Rabbim bu milleti seviyor ve acıyor.
O yüzden bunların planlarını bozdu ve onlar bizi vahşi ilan etmek isterken, kendi vahşiliklerini dünyaya gösterdi.
Vehhabinin bir hesabı varsa, Allahü teala’nın da bir hesabı var.
Sonuçta kulun değil Yüce Hak’kın hesabı tutar.
Büyük tehlike atlattık. Çok büyük bir tehlike...
Sadece biz mi?
Katar da büyük tehlike atlattı. Plan tutsaydı Katar’ı işgal edeceklerdi.
Bir taşla 5 kuş vuracaklardı, Rabbim onları vurdu.
Katar meselesini öbür yazıya bırakayım.

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Güncellenme Tarihi : 9.11.2018 02:04

İLGİLİ HABERLER