Gündem
  • 7.9.2002 10:10

KEMAL DERVİŞ, 3 KASIM SONRASI POLİTİK BEKLENTİLERİNİ ANLATTI: UYUM YOKSA BEN DE YOKUM...

KAYNAK : Haber Vitrini Derviş, "CHP sandıktan tek başına çıkmaz, ekonomi sorumluluğum altına verilmezse, her şey daha kötüye gider" diye düşünüyor. "Uyumsuz koalisyonda sorumluluk kabul etmem" diyor... -Sosyal adaleti, fırsat eşitliğini sağlamak... İşsizliği yenmek... Nasıl olacak? CHP mevcut programa nasıl bağlı kalacak? -Son bir buçuk yılda uygulanan programın bazı ayrıntıları değişebilir ama temel hedefleri aynen duruyor ve CHP’nin de buna bir itirazı yok. Tersine CHP iktidardaki bazı partilere göre daha çok sahip çıkıyor esas hedeflere, programın mantığına. En az popülist parti diyebilirim şu an CHP için... Bu programla tarımda, enerjide, bankacılıkta çok önemli işler yapıldı. Ciddi bankacılığa geçiş programı diyebilirim buna ki, en zor işleri bile yapabildik. Ne yazık ki kurallara uymayan bazı bankalara el konuldu. Bütün bunları asıl sosyal demokratlar yapabilir. Çünkü belli gruplarla ahbap - çavuş ilişkisi içinde değillerdir. Temiz, dürüst, çağdaş bir sosyal demokrat parti herkese eşit mesafededir. Hakem devlet, tarafsız devlet anlayışı yani... Dolayısıyla bu reformların özünde bu var. Enerjide, tarımda var. -Varsayalım seçim oldu, iktidardasınız. CHP’de ekonominin kaptanı olarak, reform sürecinin devam etmesi için neler yapacaksınız? -Yeni CHP iktidarının uyum içinde çalışan bir Bakanlar Kurulu ve gerçekten eşgüdüm içinde çalışan ekonomi yönetimine ihtiyacı var. Bu tek parti iktidarında daha kolay olur. Tek parti olmayıp da koalisyon olursa da uyumun olması şart. Uyum içinde çalışmayacak Bakanlar Kurulu’nda ben görev almam. REFORMLAR YARIM KALDI -Ne demek uyum? -Uyumun önkoşulu, bir program üzerinde samimi bir şekilde anlaşıp, hedefe endekslenmiş, samimi bir çalışma ortamı... Böyle uyum yoksa, ben de yokum! Bir daha öyle bir uyumsuz bakanlar kurulu içinde sorumluluk kabul edemem. Birlikte çalışma arzusu olacak.. -Varsayalım uyum var. Öncelik hangi adımlarda? -Sosyal güvenlik reformuna devam etmek... Reformların çoğu yarım kaldı. Sosyal güvenlik yarım kaldı, sağlık yarım kaldı, tarım yarım kaldı. Bankacılıkta çok ileri adımlar atıldı, fakat bundan geri dönülmemesi lazım. Kamu bankalarının özelleştirilmesi programın bir parçası... Ama özelleştirirken de KOBİ’lere olan sorumluluklarını koruyacak biçimde özelleştirilmeleri lazım. Vergi konusunda çok ciddi çalışmalar var Maliye Bakanlığı’nda. Enflasyon muhasebesine geçiş var. ÖTV reformu yürürlüğe girdi. Ama vergide en büyük sorun istihdam üzerindeki yükler... Sosyal güvenlik reformuna da bağlı bu... Bu reformu başarabilirsek, o zaman prim oranlarını aşağı çekerek istihdama çok büyük katkıda bulunabiliriz. BAKAN SAYISI AZALMALI -Bakanlar Kurulu’ndaki uyumun koşullarından biri olarak, ekonomiden sorumlu bakanlığa ilişkin bir modelden bahsediliyor. Süper bakanlık diyenler var. -İlla şöyle ya da böyle olmalı diye bir şey söylemiyorum. Çeşitli modeller olabilir. Nisan ayında bugünkü hükümete bir model önermiştim, 4 kişilik bir koordinasyon kurulu gibi... Ama bir şey kesinlikle yapılmalı. Bakanlar Kurulu’nda üye sayısını mutlaka düşürmek lazım. Çünkü 36 kişilik Kurul’da uyum sağlamak, iyi niyetle de olsa çok zor. Bakanların sayısı 20 ile 25 arasında düşünülebilir. Ayrıca, Bakanlar Kurulu’ndaki insanların sorunlara yaklaşımları, hedefleri, Türkiye için düşündükleri birbirine uymalı. Tamamen farklı dünya görüşleriyle çalışmak çok zor. O insanların bir araya gelip verimli çalışmaları imkânsız oluyor. Örneğin AB sürecini çok farklı algılayan MHP ile ANAP arasında uçurum... Uyumlu çalışma, eşgüdüm diyorsak, böyle bir uçurum olmayacak... Ekonomik kararların tekel olarak olmasa da, büyük bir uyum içinde ve Avrupa’daki güçlü bir ekonomik bakanlığın ağırlığıyla yürümesi çok önemli... SEÇİM ŞART DEMEDİM -Ekonomide sorumluluk üstlenmenin koşullarını sayıyorsun. -Eğer sorumluluk kabul edeceksem, yetkimin de olması lazım. Hem ekonomiden sorumlu bakan olup, hem de sadece Hazine’den sorumlu bir yapı doğru bir yapı değil. Gerçek bir teşhis, gerçek bir hedef birliği ve toparlanmış bir Bakanlar Kurulu... Ve insanların yetkileriyle sorumlulukları arasında bir uyum... Bir insanı devlet bakanı yapıp, eline sadece Hazine’yi verirsen doğru olmaz. Bakanlar Kurulu’nda hedeflerimizi hiç paylaşmayan insanlar olursa, ya da böyle bir koalisyon çerçevesinde çalışmak durumu ortaya çıkarsa, başarısızlık kesindir. Böyle bir koalisyon içinde de sorumluluk kabul etmem. -Baykal’ın ve senin açıklamalarından çıkan bir iddia var: Ekonomiyi CHP kurtarır, Derviş kurtarır! CHP sandıktan tek başına çıkmaz, ekonomi de Derviş’e verilmezse, ekonomi daha kötüye gider. Öyle mi? -Evet öyle. Bölünmüş parçalanmış bir siyasal yapı içinde ekonominin büyüme yaratması mümkün değil. Faizler şu anda bile yüksek. Özlediğimiz büyüme ve istihdam sürecine girmemiz için mutlaka eşgüdüm içinde çalışan ekonomi yönetimi gerek. Bunun şakası yok. Üç dört partinin bölüştüğü bir koalisyon yönetiminde başarı göstermek mümkün değil. -Mayısta siyasi belirsizlik dolayısıyla, "ekonomi için daha iyi olan erken seçime gitmektir" demiştin. -İlla da seçim olsun demedim. Ama belirsizlik ekonomiyi zedeliyor, kimse bu hükümetin iki sene daha devam etmesine inanmıyor. Bir şey yapalım, seçim tarihini belirleyelim dedim. Belirsizliğin hükümet içi uyumsuzluktan, Ecevit’in sağlık durumundan kaynaklandığını belirttim. -Bugün doğru düşündüğüne inanıyor musun? -Evet. Seçim tarihi belirlendiğinde faiz indi, yükselmedi. Belirsizlik en kötü şey. Maliyeti çok yüksek. Mayıstaki bu çıkışımı eleştirenler, "Seçim ekonomisi gündeme gelir!" dediler. Ama olmadı, bakın uygulanmıyor. Bir, uygulanamaz. İki, bugünkü Bakan Türker gayet sorumlu biçimde programı devam ettiriyor. YTP’Lİ ARKADAŞLARA ‘DAHA DÜŞÜNELİM’ DEMELİYDİM -Yeni Oluşum konusunda, verdiğin sözden geri dönme konusunda, kendinle, vicdanınla bir hesaplaşman oldu mu? -Bir oldubitti havası... "Sizleri seviyorum, sizlerle birlikte çalışmayı devam ettirmek istiyorum ama durun bakalım. Şimdi ne olacak? CHP ne olacak, DSP ne olacak, nasıl olacak? Bütün bunları oturalım, düşünelim!" demem daha doğru olurdu. O akşam bana, "Bize katılacak mısın?" diye sordular. Ben de katılacağım dedim. "Biz nasıl olsa partiyi kuruyoruz, yürüyoruz, senin de bize katılman gerekiyor, öbürü çok yanlış şeyler... Sen istedin diye değil, biz birlikteyiz, sen de katılır mısın?" dediler. Ben de katılırım cevabını verdim. Ama benim katılırım dediğimde solu toparlamak, yenilemek, sağlığı zayıflayan bir başbakan yerine ileriye dönük bir yapıyı oluşturabilmek, yasalara güven verebilecek yeniliği getirmek... Bunlar da vardı. Faizi yüzde 50’ye düşürmüştük bin bir zorlukla. Siyasetteki bozukluk yüzünden 75’e çıktı. Bütün bu çabamız boşa mı gidecekti? Ben bununla uğraşıyordum. Bu arada ben siyasete de girmeyecektim, girmek istemiyorum da dedim. İnsanların bu kadar fedakârlık yaptığı bir ekonomik programın başarıya ulaşabilmesi için ne gerekirse yapmamız lazım. Temel mantık bu. Daha dikkatli davranmalıydım belki. Zamanı daha iyi değerlendirmek, dur bakalım düşünelim, yanlış bir şey yapmayalım havası içinde olsaydım, vicdanım daha rahat olurdu. Ama CHP’siz bir sosyal demokrat ittifak, iktidar, birliktelik düşünmek Türkiye’de büyük hata. Bu hataya hiçbir zaman düşmedim. -CHP’nin seçim için mesajını çok iyi paketleyip, halka çok anlaşılır dille sunması gerektiğine inanıyor musunuz? -Kesinlikle inanıyorum. Bu mesajın merkezinde istihdam, şeffaf devlet, Avrupa Birliği var. CHP olarak bu mesajı halka en anlaşılır biçimde sunacağız inşallah. TÜRBAN KİŞİSEL ÖZGÜRLÜK -Konuyu değiştirelim: Türban... Ne düşünüyorsun bu konuda? -Özel yaşamda herkesin tam özgürlüğüne taraftarım. Tam özgürlük... Hiçbir şeyine karışılamaz. İnsanlar özel hayatlarında istedikleri gibi yaşayabilir, giyinebilir. Kamu alanlarında bazı kısıtlamalar olacaktır. Bugün Türkiye’deki tartışma, uzmanı da değilim, kamu alanı nedir, özel alan nedir, o tartışılıyor. Üniversitedeki giyim kamu alanına mı giriyor, özel alana mı giriyor? Kişisel görüşüm, bir insan üniversitede kamuyu zedelemeyecek biçimde, belli ölçüler içinde, toplumun çoğunluğunun kabul edebileceği biçimde giyinmek istiyorsa, ben bunun kişisel özgürlük alanına girdiğini düşünüyorum. Üniversitede kişisel özgürlük alanına girer türban. Bu başkası üzerinde baskı ve zorlama aracı haline gelmemeli. Ve bu kişisel özgürlüğü talep edenler mutlaka samimi olarak diğerlerinin özgürlüklerine saygılı kalmalı. Türban olayının tamamen kişisel özgürlük, inanç özgürlüğü şeklinde değil, toplumsal baskı aracı olarak da kullanıldığı kanısındayım bazen Türkiye’de. Bu tabii çok tehlikelidir. Bu dengeyi kurmak, dengeyi gözetlemek üniversite yönetiminin görevidir. KÜRTÇE YAYINI TARTIŞMAYA GEREK YOK -Kürtçe... Kürtçe yayın, Kürtçe dil eğitimi... -Kürtçe’de yayın, Kürt dili eğitimi... Hiç tartışılmaması lazım. Bu yüzyılda böyle bir şeyin tartışılması Türkiye’ye yakışmıyor. Evet, onca yıllık terör Türkiye’yi çok yaraladı. Bu acı süreci, bunun yarattığı duyarlılıkları da unutamayız. Bir geçiş dönemindeyiz. Ama bence büyük ilerleme de var. Benim görüşüm, Kopenhag kriterleri bütün Avrupa için kabul edilmiş, sadece Türkiye için değil. İspanya’da, İtalya’da neyse özgürlükler bizde de aynı ölçüde tanınmalı. Biri de bu özgürlüğü başkasının özgürlüğünü kısmak veya başkasını taciz etmek için kullanıyorsa o zaman iş değişir. İspanya’da haklı olarak parti kapatıldı, şiddetle bağı olduğu için... Bu da doğrudur. Teşekkür ederim sohbet için... (HASAN CEMAL/ MİLLİYET) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:04

İLGİLİ HABERLER