Gündem
  • 20.12.2003 10:25

MİNİ ETEK GİYEN KIZI DİRİ DİRİ YAKTILAR

Hürriyet yazarı Özdemir İnce, 5 milyon Müslüman'ın yaşadığı Fransa'da, türbanın yasaklanmasına varacak olayları inceledi. 30'a yakın kişiyle görüştü ve yazdı. Laiklik Kurulu'nun Türk üyesi Gaye Petek, ‘‘Kızlara karşı yoğun baskılar ortaya çıktı. Bir genç kız, kısa etek nedeniyle bir sitenin çöp odasında diri diri yakıldı’’ dedi. 1789 Fransız devriminden önce ‘Kilisenin büyük kızı’ olarak tanımlanan Fransa, 19. yüzyıl boyunca adım adım laikleşmeye başladı. Laikleşmenin en yoğun meydan savaşları ‘okul’da verildi. Fransız laikleşme tarihini ‘okul’un laikleşmesi olarak da kabul edebiliriz. ‘Okul’un laikleşme süreci 1871 Paris Komünü ile başladı ve 1914'e kadar sürdü. Türkiye Cumhuriyeti'nin Fransa Cumhuriyeti ile ilk buluşması okulda gerçekleşti. 3 Mart 1924 tarihli ve 429 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği Yasası) Türkiye Ulusal Eğitim sisteminin laikleşmesi sürecinin başlangıcıdır. DEVLET HİÇBİR TERCİHE AYRICALIK TANIMAZ Bu iki cumhuriyet de ‘okul’ laikleşmeden toplumsal düzenin laikleşmeyeceğini anlamıştır. 1905 yılı Fransız toplumu için son derece önemlidir: Din ve devlet işleri bir yasa ile kesinlikle ayrıldı, Katolik Kilisesi laik devlet için bir tehdit olmaktan çıktı ve Cumhuriyetçi Pakt gerçekleşti. Böylece Fransa ‘Kilisenin büyük kızı’ sıfatını kesinlikte bıraktı. Cumhurbaşkanı Chirac tarafından kurulan Laiklik Komisyonu (Cumhuriyette laiklik ilkesinin uygulanması konusunda fikir üretecek komisyon) raporunda, Fransız Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesi temeli üzerine bina edildiğini yazdıktan sonra bu laiklik ilkesini betimliyor: ‘‘Cumhuriyetçi Pakt'ın köşe taşı, orta direği olan laiklik birbirinden ayrılmaz üç değeri kendine temel alır: İnanç özgürlüğü, inanç ve dinsel tercih hakkında eşitlik, siyasal iktidarın yansızlığı (nötralitesi). İnanç özgürlüğü, her vatandaşa kendi inançsal ya da dinsel hayatını seçme hakkı tanır. Hak eşitliği her türlü ayrımcılık ve zorlamayı yasaklar. Devlet hiçbir tercihe ayrıcalık tanımaz. Siyasal iktidar inanç ve din alanlarında her türlü müdahaleden uzak durarak kendi sınırlarını belirler.’’ FRANSA VE TÜRKİYE'DE BENZER ANAYASALAR Devlet ve din işlerinin 1905'te yasayla ayrılmasına karşın laiklik ilkin 1946, daha sonra da 1959 yılında anayasal ilke oldu Fransa'da. Oysa Türkiye'de laiklik ilkesi Anayasa'ya 5.2.1937 tarihinde girdi. Fransa ile Türkiye'nin anayasalarının 2. maddeleri neredeyse aynı: ‘‘Fransa, bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir devlettir. Köken, ırk ya da din ayrımı yapmaksızın bütün yurttaşların yasa önünde eşitliğini sağlar.’’ ‘‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.’’ Fransa'da 1905 tarihli Cumhuriyetçi Pakt kadar 1789 Büyük Fransız Devrimi'nin ‘‘Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik’’ ilkesi de önemli. Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir resmi metinde yer almamasına karşın bu ilkeye duygusal ve zihinsel bakımdan epeyce bağlı. Fransa'nın dayandığı laiklik, laikliğin dayandığı 1905 Cumhuriyetçi Pakt ve 1789'un özgürlük ilkesi, kilise tarafından değil, yeni bir dinsel unsur olan İslam'ın köktendinci yani İslamcı anlayışı tarafından tehdit edilmekte. Fransa'nın durumunda da bir garabet var: Tehdidin askerleri ya sonradan olma ‘Fransızlar’ ya da ülkede çalışan konuk olarak bulunan Müslüman göçmenler. Geleneksel Fransa, ‘‘Dağdan gelip bağdakini kovmaya kalkışmak’’ olarak tanımlıyor bu durumu. GÖÇMENLER GÜCENMESİN DİYE OLAYLAR GİZLENDİ Laiklik Kurulu'nun Türk üyesi ve Paris Elele Derneği Başkanı Gaye Petek, 1989'da ortaya çıkan ‘İslami başörtüsü’nün (türbanın) son 2 yıl içinde toplum ve toplumun bireylerine karşı bir tehlikeye dönüştüğünü söylüyor. Başlangıçta hoşgörü ortamından yararlanan bu hareketi Milli Eğitim Bakanlığı iyi değerlendirememiş, hatta örtbas etmiş. Kesin sayılar vermekten kaçınmış. Kimi zaman 150 kadar vaka var denmiş, kimi zaman da 1500 falan... ‘‘Elbette öğretmenler, müdürler durumdan tedirgindi. Grev yapıyorlardı. Ancak son bir yılda durum değişti’’ diyor Gaye Petek. ‘‘Artık mahallelerde, sitelerde de kızlara karşı yoğun baskılar ortaya çıktı, gündelik hayat tarzı tehdit edilmeye başlandı. Örneğin, bir genç kız kısa etekle dolaştığı için bir sitenin çöp odasında diri diri yakıldı. Bazı erkekler, mahalle ve sitelerin Ali kıran baş keseni olmaya ve insanların nasıl yaşayacaklarına karar vermeye kadar vardırdılar işi. Getto demekten hoşlanılmıyor ama 20 yıldır gettolarda olup bitenler gizlendi. Biz ve bizim gibi dernekler bu olayları, kadınlara uygulanan şiddeti hükümete açtığımız zaman, dört-beş yıldır bize ‘Aman bu konuları açmayın, göçmenleri gücendirip yaralamayın!' diyorlardı.’’ İSLAMCILIĞIN KÖKENİ TAMAMEN DİNSEL DEĞİL Gaye Petek’e göre: 1960'larda böyle bir sorun yoktu. Sanıldığı gibi, bu olaylarda İran ya da Suudi Arabistan'ın örnek alınmasının büyük bir payı yok. İslamcı olarak ortaya çıkan kuşakların sorunu bir başka yerde, bunlar kimlik bunalımı geçiriyorlar. En önemlisi gençlerin yüzde 40'ı işsiz. İslamcılığın kökeni tamamen dinsel değil. Din büyük bir boşluğa cevap veriyor. Devlet bu boşluğu dolduracak hiçbir öneride bulunmadı. Fransa'ya geldiklerinden bu yana bir sığıntı hayatı yaşamayı kabullenmiş cahil ve işsiz anababalar da hiçbir şey yapacak durumda değiller. GETTOYA DÖNÜŞEN SİTELERDE KİMLİK SORUNU Tabii, sömürgeci geçmişlerinden rahatsız olan Fransızların Mağripli göçmenler karşısında kararsız davranması ve suçlu kompleksi sergilemesi de olayları epeyce gizledi. Son olayların kökeninde etnik ayrımcılıktan da kaynaklanan işsizlik ve birer gettoya dönüşen sitelerdeki cehennem hayatının payı var. Bunun sonucu olarak ortaya kocaman bir kimlik sorunu çıkıyor. Ancak burada sorulması gereken bir soru var: Sitelerin ve gettoların işsiz ve kimliksiz gençliği mi militan İslam'ı ve İslamcıları buldu, yoksa tersi mi oldu? Türban isyanın bir simgesi KADINLARIN, genç kızların türbanlanmaları sadece dinsel bir seçim değil. Bunun gerisinde belki de bütün bir İslam tarihi yatıyor, Kuzey Afrika'nın koloni tarihi var, tepki kimi zaman başkaldırı, kimi zaman da komplo şeklinde oluyor. Türban, sadece bir simge olarak bir genç kızın dinsel yaşam tarzının ifadesi değil, onun arkasında erkeklerin de isyanı, işleyen yaraları, aşağılanmaları, kadınlar karşısında duydukları eziklik, maço saplantıları var... Kimi kompleksler bile türbanla birlikte bir tür Robin Hood'luğa, Şeyh Şamil'liğe dönüşmeye özeniyor. Afganistan'a, Bosna'ya, Çeçenistan'a gidip mücahitlik yapanlar elbette bu türbanın ucuna sarıldılar. Gizlendiler. Türkiye’de türban yasak burada niye izin verelim YER: Rue Lafayette (Sokağı), Cadet metro istasyonunun ağzı, McDonald's'ın hemen önündeki gazete kulübesi. İçerde biri orta yaşlı, biri yaşlıca iki tipik ve gerçek ‘Fransız Madame’... Ben, Le Monde alırken Paris temsilcimiz Muammer Elveren hanımların ağzını arıyor: Şu, kamusal alanlarda dinsel simgelerin (İslami başörtüsü, Yahudi kippası, Hıristiyan haçı...) takılması hususunda ne düşünüyorlar acaba? Orta yaşlı hanım, kadim Marianne'ın (Fransa'nın) sesiyle konuşuyor: ‘‘Takılması katiyen tasvip edilemez. Başka memleketlerden gelenlerin kendi dini timsallerini bize empoze etmeleri kabul edilemez, yanlıştır. Çok istediklerine göre gidip kendi memleketlerinde takıp taşısınlar ve bizim huzurumuzu bozmasınlar. Mesela türban takmanın Türkiye'de yasak olduğunu biliyorum, ama burada takmak istiyorlar. Eskiden böyle değildi, bunlara müsamahalı davranıldı ve iş bu noktaya geldi. Yasaklanmasını mutlaka destekliyoruz. Herkes laik cumhuriyetimizin kanunlarına uymak mecburiyetindedir.’’ ISRAR ETMEYİN Yaşlıca hanım da bir şeyler eklemek istiyor: ‘‘Ah nerede o eski Fransamız bizim, hiç böyle şeyler bilmezdik. Şimdi bunlardan başka bir şey konuşulmuyor. Biz başkalarının memleketinde onların kaidelerine itaat ediyoruz.’’ Öngörüşmelere başı açık geliyor duruşmada kapalı UZUN yıllardır Paris'te kardiyolog olarak çalışan Dr. Demir Fitrat Onger'in verdiği örneğe bakın: ‘‘Galiba Marsilya'da bir mahkeme jüri üyeliği için adaylarla görüşmeler yapılıyor. Bir Müslüman hanım üyelik için yeterli donanıma sahip olduğu için jüriye seçiliyor. Ön görüşmeler sırasında başı açık gelen kadın, duruşmaya türbanla geliyor. Kadın Adliye Bakanı'nın emriyle jüri üyeliğinden atıldı.’’ ÖZELLİKLE CEZAYİRLİLER Dr. Onger hastanelerden örnek veriyor: Özellikle Cezayirliler, eşlerinin ve kızlarının erkek doktorlar tarafından muayene edilmesine karşı çıkıyorlarmış. Kadınlarının erkek doktorlar tarafından ameliyat edilmesini istemeyen erkeklerin ameliyathaneleri bastığı oluyormuş. Erkek doktor tarafından muayene edilmek istemeyen kadınlar arasında, kan verilmesine karşı çıkıp hayatlarını tehlikeye atanlar varmış... Hapishaneler de bu yobazlıktan payını alıyor: Sekter Müslüman mahkûmlar, kadınların başları açık olarak görüşme yerlerine gelmelerine karşı çıkıp, kadınların yakını olan Müslüman erkekleri tehdit ediyorlarmış... Bu türden açıkça komplo ve kışkırtma kokan olay-gösteriler Fransızların tepesini atırıyor. Fransız müfettişe Türk babadan tepki Cumhurbaşkanı Chirac'ın kurduğu Laiklik Komisyonu üyesi Gaye Petek'in anlattığına göre: Türban takmakta direnen bir kızın babası okula davet ediliyor. Okul müfettişi, ‘‘Bayım, bildiğim kadarıyla sizin ülkeniz Türkiye'de türban yasak. Neden burada da ısrar ediyorsunuz?’’ Türk veli-baba, Fransız müfettişe sert sert bakıp şöyle yanıtlıyor: ‘‘Peki biz neden buradayız sanıyorsunuz?!’’ hürriyet Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 21:17

İLGİLİ HABERLER