Yaşam
  • 31.10.2014 13:57

Özden Toprak'ın kaleminden Albatros'un yolculuğu

Albatrosun Yolculuğu isimli yeni bir film çeken Cengis Temuçin Asiltürk, geleceğin parlak yönetmenlerden birisi olarak kabul ediliyor. İşte o yönetmen ve çektiği film ile ilgili Özden Toprak'ın yaptığı o röportaj..

Romancı ve yönetmen olarak söz edelim sizden.

Cengis Temuçin Asiltürk: Dört yaşından beri okuyan-yazan biriyim. Günün birinde roman yazacağımı ve film çekeceğimi sanırım o günlerde de biliyordum ben. Bunda, kuşkusuz içine doğduğum ailenin çok büyük rolü var. İlk şiir kitabım, lise öğrencisiyken basılmıştı. Lise ikinci sınıfta... İkinci şiir kitabım İsyan Çiçeği basıldığında üniversite öğrencisiydim. On yedi yaşında ilk kısa filmimi çekerken, “Tamam, başlıyor” diye düşündüğümü anımsıyorum. İnkılap Yayınları Roman Ödülü’nü alarak basılan Sırlanmış Zamanın Gölgesinde adlı romanım epey ilgi çekti. Muleta adlı romanım yakında çıkıyor. Beykent Üniversitesi GSF Sinema-TV Bölümü öğretim üyesiyim.

Sinema serüvenin nasıl başladı?

Cengis Temuçin Asiltürk: Ortaokulda ve lisede iyi bir film izleyicisiydim, ama sinema hakkında bir fikrim yoktu. Belki de vardı! Yaş on altı. Borsa Lisesindeyim... İlk şiir kitabım basılmış. Okula giderken, bulvarda bir film afişi gördüm. Etkileyici bir şey! Şehrimizi ödüllendirmek isteyenler, Breathless (Nefes Nefese) filmini getirmiş. 400 Darbeyi gerçekleştirdim, yani okulu kırdım. Filmi tercih etmiştim. O halde sinema hakkında bir fikrim vardı. Filmde; çılgın araba hırsızı Jesse (Richard Gere), Las Vegas’tan çaldığı bir arabayla yola çıkıyor. Birkaç günlük bir ilişki sonrası âşık olduğu Fransız öğrenci Monica’yı (Valérie Kaprisky) bulmaya giderken peşindeki aynasızların (uçan domuzların..) birini vuruyor. Sevgilisiyle bir başka Güneşler Ülkesi Meksika’ya kaçıp yakayı kurtaracaktır, ama hercai sevgili Monica birlikte gitmek şöyle dursun, âşığını polise ihbar ediyor. Filmi, bir haftada on yedi defa üst üste izledim. Bazı günler üç seans iki suare! Büyüleyici rüyalarda yaşıyordum. Hayatım, bir sinema salonuna hapsedilmiş o filmdeki yaşantılara aitti adeta. Dışarıdaki hayat tüm derinliğini yitirmişti. Jesse, Las Vegas’tan çaldığı arabayla on yedi kez yola çıktı. Monica için on yedi kez çok uzaklara gitti. Peşindeki aynasızların birini on yedi kez hakladı. Monica da, çılgın Jesse ile birlikte gitmek istemediği gibi, onu on yedi kez ihbar etti.

Dürüst olalım; bir şeyleri yalan dolan gizlemeye kalkışmak, kimseye bir şey kazandırmaz. Herkes, çocukken gelecekte nasıl biriyle evli olacağını düşünür. Mutlaka düşünmüştür. Aile içinde sürekli evlilik konuşulan bir memlekette çocuklar öyle bir şey düşünmez olur mu? O meçhul şahsın yüzünü görebilmek için gözlerini kapatıp hayal kurmayan var mı? Ben de öyle şeyler yapmışımdır! Prenses kim? Bu kız nasıl biri? Gözlerimi kapattığımda, kafamın içinde kurşuni tenli, gözleri çöl geceleri kadar koyu, siyah lepiska saçları at yelesi olmuş bir kız canlanırdı. Film başlamış ve o kız karşıma çıkmıştı. Monica karşımda! Monica’ya âşık olmuştum! Jesse ile karşılaşsam, gebertirdim serseriyi.

Filmim bir gün ansızın gösterimden kaldırıldı! “Ne oldu, niçin böyle yapıyorsunuz, bu ne saçmalık” dedim gişedeki şişman herife! “Buraya kadar delikanlı” dedi. İşte o anda ben başka biri oldum! Sonsuza dek sürecek yitirme duygusu, gelip içime yerleşti. Lise ve üniversite öğrenciliğim boyunca boynumdan çıkartmadığım kırmızı fularıma gözyaşlarım aktı. Eve kapandım! Daha fazla Pink Floyd dinliyordum.

Dayımın şirketine mal getiren geminin İçel Limanı’na yanaştığını öğrendiğim an beynimi bir kurt oymaya başladı. Sevkiyatı organize etmek üzere yola çıktığımızda, Adana-Mersin yolunda aklımda tek şey vardı: O gemiye atlayıp, okyanusun öbür tarafına, Amerika’ya gidip film çekmek! Deliler gibi film izleyen biriydim. Arı Sineması’ndan çıkıp Sun Sineması’na koşarak kim bilir kaç filme yetişmiştim? Hollywood filmlerine bayılıyordum. Tamam! Öyle de, izleyici olmak ayrı, film çekmek ayrı şey! Kamera nedir, oyuncu kimdir, set neresidir, senaryo nasıl bir şeydir, kurgu işin neresinde? Amerika'ya giden gemiler kıtanın neresine gidiyor? Hollywood ne tarafa düşer? Hiçbir fikrim yok! Peki, nasıl olacak o iş? Durgunlaştım. Arabayı kullanan dayım, ara sıra göz ucuyla bakıyor! Mallar TIR’a yüklenirken, gemiye girip saklandım! Nefes bile almıyorum çuvalların arasında. Beni bulup kıyıya bıraktılar! Gemi çekip gitti. Geminin arkasından bakarken, deliler gibi ağlamaya başladım. O puslu manzarayı anımsadıkça halen içim ağlar.

Ödüllerinizden söz edelim mi?

Cengis Temuçin Asiltürk: Öğrencilik sırasında çektiğim filmler, dünyanın birçok ülkesinde gösterilmeye değer bulunarak onurlandırıldı. Birçok ödül aldım. Ödüller formal şeylerdir, ama önemlidir.

TRT yılları?

Cengis Temuçin Asiltürk: TRT Drama Programları Müdürlüğünde on yıl kadar çalıştım. Bu sırada Ömer Kavur, Tülay Eratalay, Cafer Özgül gibi yönetmenlere asistanlık yaptım. Orada uzunlu-kısalı birçok film çektim. Dramalardan Sorumlu TRT1 koordinatörlüğü gibi önemsediğim görevlerde bulundum.

Albatrosun Yolculuğu filmini çekme amacınız ne?

Cengis Temuçin Asiltürk: Gerçek dünya sıkıcı geliyor. Bu nedenle roman yazıyorum, film çekiyorum. Monitörün başında ya da elimde kalemle daha mutluyum. Romanımın bir sekansını yazmışım, kahvemi yudumluyorum ya da dekupaj çalışıyorum, filmin bir sahnesini kuruyorum. Tanrı beni bunlarla ödüllendiriyor, daha ne isteyebilir insan?

Üretken bir akademisyensiniz. Sinema kitaplarınız olduğunu biliyoruz.

Cengis Temuçin Asiltürk: Alanınızla ilgili fikriniz ya da bir sözünüz yoksa nasıl bilim insanı olacaksınız? Tembel insanlar okur, aktarır. Düşünen yeni bir şey söyler; söylenmemiş olanın, ayrıntıların peşindedir. Sinemada Diyalektik Kurgu, Sinemada Şiirsel Anlatım ve Sinemada Yaratıcı Yönetmen adlarında bilimsel eser niteliğinde üçleme kitabım yayınlandı. Başka kitaplarım var. Söyleyecek ve yaratacak hep yeni bir şeyler vardır. Çünkü hayat süreğendir.

Kişilik olarak kendinizden söz eder misiniz?

Cengis Temuçin Asiltürk: İtibar ve kişilik benim için çok önemli! Hayat bir gün tamamlanacak. Bu nedenle kıyamet günü eğretilemesi beni hep yönlendirmiştir. Romanlarımda da filmlerimde de üstü örtülü olarak hep bir kıyamet günü vardır. Bu, insanın düzgün yaşamasını, çalışkan olmasını, sabır göstermesini, hak hukuk gözetmesini, hayat serüvenini onurlu tamamlamasını sağlar. Aklınıza gelebilecek hiçbir şey, uğrunda kirlenmeye değmez. Başarı denilen bir şey yoktur çünkü... İyi yapılmış işler, düzgün yaşanmış günler vardır.

 Nedir, Albatrosun Yolculuğu filminin öyküsü?

Cengis Temuçin Asiltürk: Siz bir serüven vaat ediyorsunuz, konu soruluyor. Haklılar belki. En başta öyküden söz etmek bana doğru görünmüyor. Öykünün nasıl anlatıldığı önemli değil mi? Yani filmin biçimsel düzlemi? Öyküsel düzlem yadsınamayacak kadar önemli elbette. Anlatacak bir öykünüz, duygu(lar) yaratacak bir metniniz ya da bir fikriniz yoksa zaten film çekmezsiniz. Öykü, ‘bizatihi elde var bir’ olmalı. Onu nasıl anlatacağım? Biçimi nasıl kuracağım? Son yıllarda sinema izleyicilerinin de biçime hak ettiği değeri vermeye başladığını görüyoruz. Bu sevindirici.

Konuyu biraz açar mısınız?

Cengis Temuçin Asiltürk: Kamera rejisi ile kurgusal sahneyi kıyaslayan bir izleyici oluştu. Film; dili olan, dolayısıyla kurulmuş yapıdır. Başlı başına bir serüvendir. “Filmin sonunda ne olacak?” Âşıklar ayrılsa ne olur, birleşse ne olur? Kaçak yakayı kurtarsa ne olur, yakalansa ne olur? İki sonuç da dünyanın sonu değil! O halde, filmde ne olacağı kadar, nasıl olacağı, yani serüvenin süreci de önemli. Ben, “bir Şey söylemek” istediğim için film çekiyorum, roman yazıyorum. Hikâye anlatmak benim varlık nedenim... Derslerimde de, bilgiyi bir hikâye içinden geçirerek anlatırım.

Yönetmen için, “anlatıcı” mı demek istiyorsunuz?

Cengis Temuçin Asiltürk: Yönetmen denen kişi, Walter Benjamin’in de önemini vurguladığı çağdaş hikâye anlatıcısı değil mi? Say ki, Nikolay Leskov kalemi bırakmış ve film çekiyor... Neyse işte!

Albatrosun Yolculuğu’nun öyküsünden söz etmeyecek misiniz?

Cengis Temuçin Asiltürk: Albatrosun Yolculuğu, durumu ajite etmeyen, her anı titizlikle kurulmuş, son derece insani, ama biraz da iç acıtıcı bir film. Bu filmde mutsuz âşıkların, sahtekârlıkların, kanun kaçaklarının, yaşamın kıyısına tutunmuş kişilerin, yolculuk sevdalısı savruk insanların serüvenleri şiirsel bir sinema dili ve panoromik görüntülerle anlatılmaktadır. Her filmde resim önemlidir, ama bu filmde çok daha önemli. Görünürde (yüzeyde) anlatılan hikâyenin altında (derinyapıda) toplumun şairlere zalim ve paranoyak bakışı sorgulanmakta.

Niçin edebiyat uyarlaması?

Cengis Temuçin Asiltürk: Sinema ile birçok sanat arasında ilişki kuruldu, bu konuda değerli çalışmalar ortaya çıktı. Tamam, neredeyse her sanat ile sinema arasında eğreti de olsa bu ilişki kurulabilir. Sinemanın şiir ve romanla bağları öteki sanatlarla kıyaslanamayacak kadar güçlü. Sinema, biçimsel düzlemde şiirle neredeyse aynı yolu izler; öyküsel düzlemde ise romanla ilişkisi sıkıdır. Hatta ondan bağımsız olamazmış gibi görünür. Edebiyat uyarlaması zordur, ancak estetik ya da atmosfer açısından avantajları da azımsanamaz bunun. Bu nedenle roman-film benim için önemli. Salt senaryo kuru kalıyor, ne yaparsanız yapınız. Roman yazılan kalem ile film çekilen kameranın yakınlığı da biliniyor.

Oyunculardan bahsedebilir miyiz?

Cengis Temuçin Asiltürk: Salih Bolat ile birlikte bu ikinci filmimiz. Büyülü Gerçekler’de Ata Naci’yi canlandırmıştı. Kendisine inancım tamdı. Memnunun performansından... Şermin’i canlandıran Ufuk Kaptan’ın işine büyük bir aşkla bağlılığı beni derinden etkilemiştir. En büyük artısı özgüven... Bana sarsılmaz bir inanç duyması da benim şansım. Ufuk Hanım elastik, inatçı, adeta objektif oyunculuğu için yaratılmış birisi ve çok titiz. Hakiki bir insan bir kere... Şermin, canlandırılması kolay görünen, ama hiç de kolay olmayan bir kahraman; Ufuk Hanım’la tam istediğim(iz) gibi bir Şermin yarattık diyebilirim. Şenol İpek azimle çalıştı, düşündü, titizlendi, kendisiyle ve canlandırdığı Kemancı’yla hesaplaşmasını yaptı. Sonuçtan yüzde yüz memnunuz. Ercan Kesal, Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun adlı filminde gördüğüm an, bir daha asla silinemeyecek izler bırakmıştı bende. Kusursuz oynadı diyebilirim. Çekimlerde, aynı oyun yeniden ortaya çıkmaz mı acaba diye, bizden (kameradan, ışıktan, çevre seslerden) dolayı aynı planı tekrar alırız korkusu yaşadığımı itiraf etmeliyim. Nilüfer Aydan, daha çekim sırasında, beni ortama-sete yabancılaştırp sinema perdesinin karşısına getirdi. Betül Arım ve Önder Paker zaten bilinen ustalar. Çok değişik ve genç yüzler de var tabi; Zeynep Solman Kul, Ebru Doğdu, Kerem Can San, Başar Alemdar, Fatih Efe Karakaplan, Sena Çolak gibi...

Her bir oyuncu ilk istediğiniz oyuncu oldu mu?

Cengis Temuçin Asiltürk: Sinemada böyle bir şey mümkün müdür? Bilmiyorum...

Mekânlar?

Cengis Temuçin Asiltürk: Adana-Ankara-İstanbul? Çoğunlukla Adana ve Ankara mekânları İstanbul’da gerçekleştirildi. Şiiristan mekânları titizlikle saptandı. Adana’daki pavyon yeniden inşa edildi. Sahicilik için gereklidir bu...

Film çekmek isteyenlerin hep merak ettiği bir soru; bütçe?

Cengis Temuçin Asiltürk: Sinema çok pahalı... Günlük hayatın içinde evrilen normal insanın aklına gelmeyecek paraları su gibi harcarsınız?

Film hangi sınıfta olacak? Gişe, festival?

Cengis Temuçin Asiltürk: Festival filmi? Gişe filmi? Sanat filmi? Bu tür ayrımlara, böylesi kavramlara nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum. Hayatım boyunca iyi filmler ve iyi kurulamamış filmler gördüm; ayrımı böyle koymak istiyorum... Bir film çok sayıda kişi tarafından izlendiği için kötü film olamayacağı gibi, az sayıda kişi tarafından beğenildiği ya da çoğu kişi tarafından anlaşılmadığı için de sanat filmi, nitelikli film olamaz! Once Upon A Time in America (Bir Zamanlar Amerika), Before The Rain (Yağmurdan Önce) çok sayıda insan tarafından izlendi, beğenildi. Bunlar hem gişe filmidir, hem sanat filmidir, hem de festival filmidir. Önemli olan anlayarak bakmak... Şu an, gişe filmi ve festival filmi denilerek ortaya nasıl bir fark konulmak istendiğini anlamamış da olabilirim(!). Başarılı bir film, benim için sanat yapıtıdır. İzleyiciyle nerede hangi koşullarda buluştuğunun bir önemi yok. Albatrosun Yolculuğu hangi kategoriye girer? Hayatla, kendinizle, dünyayla, gaiple derdiniz yoksa film çekmeyin! Başka işler de var hayatta. Bir şey “söyleme” arzusu duymalısınız; müzik yapma, şiir yazma, roman yaratma, resim yapma arzusu gibi, önüne geçilemez bir arzu. Ben, bir şey söylemek istediğim için film çekiyorum. Albatrosun Yolculuğu da bu nedenle çekildi. Her yaştan, her eğitim düzeyinden insan izledi filmimi, anlamayan bir kişiye bile rastlamadım, ama bu filmin sanatsal yönden çok katmanlı ve güçlü bir film olduğunu da biliyorum.

Albatrosun Yolculuğu’nu ne kadar sürede çektiniz?

Cengis Temuçin Asiltürk: Zihnimde beş altı ayda... Sette ise 36 iş gününde. Kurgu çalışmaları, çeşitli nedenlerle, iki yılda tamamlanabildi. Sonuçtan son derece memnunum.

Teşekkür ederiz, bize zaman ayırdığınız için…

Cengis Temuçin Asiltürk: Sizler buna layıksınız. Ben teşekkür ederim.

Güncellenme Tarihi : 19.3.2016 00:39

İLGİLİ HABERLER