ENGİN ARDIÇ''IN YAZISI:
ATTİLA İLHAN ''''POLİS'''' MİYDİ?
Konuyu Taha Kıvanç takma adıyla yazan Fehmi Koru ortaya attı, isim vermeden de Hilmi Yavuz’u kaynak gösterdi: Buna göre, bir zamanlar Kemal Tahir, Cemil Meriç’e Attila İlhan’ın “polis” olduğunu söylemiş, o gitmiş Halil Açıkgöz’e anlatmış, o da yazmış, Yavuz da oradan okumuş zikretmiş, Koru da ondan almış...
Vay anam vay, dolambaca bak! Bir de merhum Kaptan’ı “nakilci” olmakla suçlarlar!
Yeni kuşaklar politikaya sağır oldukları için bu suçlamanın geçen yüzyılın aydınları arasında ne korkunç bir anlama geldiğini bilemezler.
Stalin ağır derecede akıl hastasıydı, “paranoya” illeti çekiyordu; kendi komünizm anlayışını zorla kabul ettirdiği gibi bu hastalığını da çağının “kendi çizgisinde” bütün komünistlerine sıvadı: Bu adamların tarihi, bir “konspirasyon” ve dolayısıyla polis korkusu tarihidir.
Biz gençliğimizde buna Fransızca “flicomanie” derdik de, Fransızca’da gerçekten böyle bir terim var mıydı yoksa kendimiz mi uydurmuştuk, tam çakamıyorum.
Bu hastalık günümüzde komünist olmayan bazı kişilerde de vardır ve bunlar ikide bir “telefonlarının dinlendiğini” ileri sürerler. Ulan sen o kadar önemli bir adam mısın ki telefonunu dinlesinler?
Eskiden, her Türk komünisti, hemen yanıbaşında bulunan kişinin “polis” olmasından, inanmadığı Allah’tan korkar gibi korkardı!
İşin matrağı, o kişi de genellikle polis çıkardı!
Fakat, “eski tüfekler” tabir edilen “Komintern kuşağı” eski Türk komünistleri, bu “polis” kelimesini pek genel kullanırlar. Yani, bununla kadrolu bir “Birinci Şube görevlisini” mi, sıradan bir “muhbiri” mi, yoksa düpedüz bir “MİT ajanını” mı kastettikleri belli değildir.
Attila İlhan merhumun, on altı yaşında tutuklanıp hapisaneye düştüğünü, oradan ancak deli numarası yaparak ve deli raporu alarak çıkabildiğini hepimiz biliriz. Yıl 1941... Avukat ve kaymakam olan babası Danıştay’da dava açınca okuma hakkını yeniden kazanabilmiş, İzmir’den İstanbul’a gelip liseyi bitirmiş. Yıl 1944...
Suçu, bugünün ölçülerine göre çocuk oyuncağıdır: Bir kıza yazdığı aşk mektubunda Nazım Hikmet’in dizelerine yer vermek!
Yeni kuşaklar, şimdi Bağdat Caddesi’nin yeni kaldırımları boyunca belediyenin yaptırdığı banklarda Nazım Hikmet’in resimlerini gördükçe ve “Ceviz Ağacı” şiirini hem okuyup hem de üstüne oturdukça, bunun “eski Türkiye’de” ne büyük bir bela olduğunu, adamın hayatını nasıl kaydıracağını tasavvur bile edemezler...
Kaptan, daha sonra Esat Adil’in sosyalist partisine giriyor (bu parti, Doktor Şefik Hüsnü’nün daha “ortodoks” komünizmine alternatiftir ve daha ılımlı geçinir), sonra da mahkemede başkanının aleyhinde tanıklık ediyor.
Gene bugün, elli sene sonra bakınca “koca bebeklerin solculuk oyunundan” başka bir şey görünmeyen ünlü Tepebaşı Dram Tiyatrosu olayında da, o zamanın ateşli gençleri Hilmi Yavuz, Demir Özlü, Hasan Pulur, Demirtaş Ceyhun gibilerini “provoke” edenin “guruları” Attila İlhan olduğu hep söylenmiştir...
Peki, gerçekten “polis” miydi rahmetli?
Nereden bilelim? Birinci Şube’ye gençliğinde çok gidip geldiğini biliyoruz ama ama “döndürülmüş” müdür, bilemeyiz. MİT ajanı olup olmadığını da, bilsek bile açıklayamayız, çünkü suçtur.
Kaldı ki, öyle olsa ne çıkar? Arthur Koestler de, George Orwell de Stalin uşaklarına karşı CIA ve MI5 ile işbirliği etmemişler miydi?
Fakat iki ipucu var: Birincisi, merhumun son yıllarında sergilediği katı, koyu ve “dediğim dedikçi” Kemalist çizgi... (Hilmi Yavuz bunu “narsisizmin yarattığı aşırı ego şişkinliğiyle” açıklıyor ama bu yalnızca psikolojik boyut.)
İkincisi de şu: Attila İlhan gibi “fişlenmiş”, yani “müseccel” bir komünist delikanlının, 1949 yılında, yani soğuk savaşın en koyu, en pis döneminde nasıl olup da pasaport alabilmiş, Paris’e gidebilmiş olduğunu bendeniz o gün bu gün anlayabilmiş değilim! Bir fişlinin pasaport alması, altmışlı yıllarda bile mümkün değildi.
Geçen yüzyılın, bugün incir çekirdeğini bile doldurmayacak “moruk meseleleri” bunlar, gençler bize gülüyorlar...
(AKŞAM)
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 10:50