
AVRUPA BASININDA BUGÜN
LONDRA - Avrupa basınında bugün, 20 yıl önce bugün gerçekleşen Çernobil faciasının ışığında nükleer enerji tartışmaları ve Mısır'daki bombalı saldırılara ilişkin yorumlar öne çıktı.BBC'nin Türkçe internet sitesi "www.bbc.co.uk/turkish" adresinde yer alan basın özetlerine göre, Fransız Le Monde gazetesi, Çernobil kazasının etkilerine ilişkin olarak Fransa'da ve dünyada yapılan değerlendirmeleri sorguladı. Gazete, Fransa'nın karşılaştığı radyoaktif tehlikeye ilişkin son dönemde yapılan çalışmaların, 1986'daki "rahatlatıcı" sonuçlar ile çeliştiğini yazdı. 2001'de bir kanser hastası tarafından açılan davanın sonuçlanmasıyla, Fransız yetkililerin yalan söyleyip söylemediğinin ortaya çıkacağı belirtilmiş. Le Monde, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nı da (UAEA), Çernobil'in etkilerini küçümsemekle suçladı. Gazeteye göre bu tutum, nükleer enerji hakkında sağlıklı bir tartışma ortamı oluşmasını engelliyor.
Almanya'dan Frankfurter Allgemeine Zeitung da, Çernobil kazasının etkilerine ilişkin istatistiklere mesafeli yaklaşıyor ancak gazete, Çernobil faciasına, nükleer enerjinin sonu olarak bakılmasını da eleştiriyor. Olayı "tam bir teknoloji trajedisi" olarak niteleyen Alman Frankfurter Rundschau ise, aynı fikirde değil. Gazete, Doğu Avrupa ülkelerini çevre dostu alternatif enerji kaynaklarına yönelmemekle suçlayarak, "Oysa araştırmalara göre, Doğu Avrupa yenilenebilir enerji kaynakları konusunda büyük bir potansiyele sahip. Özellikle rüzgar enerjisi potansiyeli devasa boyutta. Ancak alternatif enerji kaynaklarına nadiren başvuruluyor ve nükleer enerji tercih ediliyor" ifadelerine yer verdi.
Yine Almanya'dan Berliner Zeitung gazetesi, "Nükleer Enerji mi? Hayır teşekkürler" manşetiyle çıktı. Çernobil kazasının, nükleer teknolojinin çok büyük ve kontrol edilemez riskler barındırdığına en büyük kanıt olduğunu söyleyen gazete, "Nükleer enerjinin dezavantajlarının başında, terörist saldırılara karşı savunmasız olması ve gelecek nesillere öngörülemez riskler barındıran nükleer atıklar bırakılması geliyor. Nükleer teknolojinin barışçıl amaçlarla enerji üretiminde kullanılmasını savunanlar, şunu kabul etmeli; bu yaklaşım nükleer silahların üretimi ve yayılmasını da teşvik ediyor. Günümüzde, güneş, rüzgar ve sudan elde edilen enerji öyle verimli bir şekilde kullanılabiliyor ki, yakında nükleer enerjinin yerini tamamen bunlar alabilir. Geleceğin endüstrisi yenilenebilir enerjidir, nükleer santraller değil" yazdı.
Der Tagesspiegel gazetesi de, nükleer santrallerin terör saldırılarına hedef olma risklerini ön plana taşıdığı haberinde, "Nükleer santraller, potansiyel canilerin gözünde, düşman ülkenin topraklarına yerleştirilmiş, kullanıma hazır atom bombalarıdır. Dolayısıyla nükleer enerji, sadece bu nedenle bile savunulması imkansız bir tercihtir. Nükleer santrallerin güvenliği, bu risk karşısında hiçbir şekilde sağlanamaz. İran'da yaşananlar da doğrulamaktadır ki, nükleer teknolojiye sahip olan her ülke, potansiyel olarak nükleer silaha da sahip demektir. Nükleer enerji santrallerine sahip olan tüm ülkeler suç ortağıdır. Tüm dünyayı kendilerini taklit etmek suretiyle, nükleer silaha sahip olmaya teşvik etmekten suçlulardır" ifadelerine yer verdi.
"DAHAB'DA MEYDANA GELEN SALDIRILAR"
İngiltere basınında öne çıkan konu ise, Mısır'ın Kızıldeniz kıyısındaki tatil beldelerinden Dahab'da Pazartesi günü gerçekleşen ve en az 20 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırılar. Guardian bugünkü başyazısında, olayın Mısır siyaseti açısından etkilerine değindi.
"Mısır, topraklarındaki İslami direnişi 1990'ların sonuna doğru kırmayı başardı. Ancak bu hareketin bazı unsurları daha sonra El Kaide'ye katıldı. Örneğin Mısır'da son derece etkili olan 'Cihad' adlı grubu kuran Eyman El Zevahiri, şimdi Usame Bin Ladin'in sağ kolu. Ancak kaçakçılık için birebir ve polisiye önlemler için elverişsiz Sina Yarımadası'nın, bir süredir yeni yerel güçler çıkardığı anlaşılıyor. Bunların, aşırı İslamcı ideolojiden etkilenen yoksul Bedeviler olması muhtemel. Mısır Yönetimi'nin sert tutumu ise sorunu körüklüyor. Şarm El Şeyh saldırılarından sonra binlerce kişi tutuklanmış, işkence gördüklerine ilişkin ciddi iddialar ortaya atılmıştı. Hüsnü Mübarek rejimi, ABD ve AB tarafından çok partili demokrasiye teşvik ediliyor, ancak bu konuda pek de ilerleme sağlanabilmiş değil. Bu tür terör eylemlerinin, Mısır'daki gibi rejimleri değişime daha soğuk hale getirdiği de unutulmamalı."
Independent da Guardian ile aynı fikirde. Gazetenin başyazısında, Hüsnü Mübarek rejiminin durumu, "Bu yeni şiddet dalgası, Hüsnü Mübarek Yönetimi'nin içinde bulunduğu hassas durumu bir kez daha gözler önüne seriyor. Devlet başkanlığındaki beşinci dönemini yürüten yaşlı liderler, bazı demokratik açılımlarda bulundu. Örneğin Müslüman Kardeşler hala yasaklı olsa da, seçime bağımsız olarak katılan adayları parlamentoda temsil ediliyor. Ancak yönetimin genelinde baskıcı politikalar hüküm sürmeye devam ediyor. Bu durum da, aşırı İslamcı militanların güç kazanmasına mükemmel bir zemin hazırlıyor" satırlarıyla özetledi.
Times gazetesi ise Dahab'taki bombalı saldırıların, Mısır ekonomisine etkilerine değinerek, "Mısır turizmi, nüfusun yüzde 10'unu istihdam eden, 3 buçuk milyar sterlin gelir getiren bir sektör. Teröristlere göre de, halkı hükümete karşı harekete geçirmenin en kestirme yolu ekonomiyi yaralamak. Turizm genelde, güvenlik kaygılarından en çabuk ve kötü etkilenen sektördür. 1997'deki Luksor saldırılarından sonra, Mısır turizmi tam anlamıyla çökmüş, rezervasyonların normale dönmesi neredeyse 1 yıl almıştı. Ancak saldırganlar bu sefer yanlış hesap yapmış gibi görünüyor. Turizm acentelerinin bildirdiğine göre, iptal edilen rezervasyon sayısı son derece sınırlı. Turistlerin de bölgeyi terk etmeyip tatillerine devam etmekte kararlı oldukları dikkati çekiyor" ifadelerine yer verdi.
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 06:54