
AYDIN DOĞAN'IN ADAMLARI ERDOĞAN'A HAKARET ETTİ!.
Ayıp ediyorsun Başbakan /AHMET HAKAN
İSTER oruç başına vursun, ister "Delikanlı" imajını pekiştirmek istemiş ol...
İster son günlerde ortaya atılan akçalı işlerle ilgili iddialardan bunalmış ol, ister "Baskın basanındır" ruh haline bürün...
Kısacası...
Ne kadar çılgınlaşırsan çılgınlaş...
Bir başbakan olarak, frenleri boşalmış bir kamyon gibi davranamazsın...
Sözünün nereye gittiğini bilerek konuşmalısın...
Söyler misin?
"Senin maaşlı köşe yazarların, silahşorların var... Benim yok" ne demek?
Bir başbakan olarak, bir medya grubunda yazıp çizen herkesi töhmet altında bırakmaya utanmıyor musun?
Ayıp değil mi?
Biz silahşor muyuz?
"Maaşlı köşe yazarları", maaş aldığı kişinin silahşorluğunu yapıyorsa...
Söyler misin?
Bu silahşorlar, bazen senin de okuyunca haz aldığın yazıları nasıl yazabiliyorlar?
Nasıl silahşor bunlar böyle?
* * *
"Benim maaşlı silahşorum yok" diyorsun...
"Halkın içinden geliyorum" diyorsun...
Bence artık "Çakırcalı Efe" havası basmaktan bir an önce vazgeçmelisin Başbakan!
Çünkü...
Devletin bankalarından verdiğin kredilerle satın alınan gazete ve televizyonların başında damadın oturuyor...
Türkiye’nin ikinci büyük medya grubunun başında damadın var ve sen buna rağmen, "Benim maaşlı silahşorum yok" diyebiliyorsun...
Allah gözünü doyursun Başbakan!
Ne yani?
Sana göre...
Damat Bey, "doğruya doğru / eğriye eğri" diyen, yeryüzünün en tarafsız ve en hakkaniyetli gazetecisidir...
Biz de burada "patronun silahşorluğu"nu yapmak dışında hiçbir derdi olmayan maaşlı çete elemanıyız...
Öyle mi?
Ayıp değil mi Başbakan?
Yakışıyor mu?
* * *
Sadece "damat" mı?
Her gün yeniden yapılandırdığın...
Her gün yeniden oluşturduğun...
"Yandaş medya"na baksana!
Farklı fikirlere tahammülsüzlük, tek seslilik, haber gizleme, olguyu yansıtmama, Tayyip’i üzmeme...
Üzerine kurulu yeni bir medya oluşumu başlatmadın mı?
Hem seni üzmeyecek haber ve yorumlardan oluşan güçlü bir medyadan destek alacaksın...
Hem de seni üzecek haber ve yorumlara yer veren yayın organlarında yazıp çizen herkesi "maaşlı silahşor" olarak nitelendireceksin...
Bunun neresi delikanlılığa sığar Başbakan?
Ayıp olmuyor mu?
* * *
Kime savaş açarsan aç...
Hangi stratejiyle hareket edersen et...
Kime kol kanat gerersen ger...
Yeter ki...
Buralarda onuruyla yazıp çizen insanları malzeme olarak kullanma!
"Silahşor" arıyorsan...
En yakınına, damadına bak!
Eski bir Kızılderili numarası /Mehmet Y. YILMAZ
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, bilinen en eski "Kızılderili numarasına" başvuruyor.
Dikkati başka yöne çekmek için "hile" yapıyor.
Kusura bakmasın ama artık bu numarayı kimse de yemiyor.
Almanya’daki Deniz Feneri davasında paraların din-iman adına hortumlandığı, aralarında Recep Bey’in yakın tanışlarının da bulunduğu din kardeşleri tarafından yutulduğu gerçeğini saklamak için bu numaralar çok hafif.
Kanal 7’nin kuruluşunda bizzat kendisinin oynadığı roller de örtülemeyecek kadar açık.
Din adına vatandaşlardan hortumlanan paraların bir bölümünün Recep Bey’e verildiği, Alman savcının iddianamesinde yer alıyor.
Türk hükümetinin bu davayı örtbas etme çabası da aynı iddianamede var.
RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın kuryelik yaptığı da o iddianamede yazılı.
Hükümetin kontrolü dışında kalan basın organları bunları yazıp, yayımladıkları için öfkeye neden oluyor.
Öfke o kadar keskin ki giderek komikleşiyor da!
Bakın şu sözleri Başbakan söylüyor: "Aydın Doğan iddiaları ispatlamalıdır."
Bu sözü okuyunca içimden "Hoppala yavrum yaz geldi" şarkısını söylemek geldi.
İddiada bulunan Alman Savcısı! İddiaları inceleyecek olan Alman Mahkemesi. Ama iddiaları ispat yükümlülüğü Aydın Doğan’ın!
Bak sen şu işe!
Başbakan, Türk halkının sokakta bir kavga çıktığında, olayın aslını öğrenmeye çalışmak yerine kavgacıları çevreleyip "vur, vur" diye bağırmasına güveniyor olmalı.
Ancak hırsızlıkların boyutu o hale geldi ki böyle öfke numaralarıyla örtülebilmesine olanak da yok.
Gemicikler, yumurtalar, mısırlar, Çamlıca’da villalar, çocukların düğünlerindeki altınlar, kralın mücevherleri, dişlemeler, çalıklamalar, yüzde onluk kayınbiraderler, ağabeyler!
Biz buradayız. Zor duruma düşünce meydanlara çıkıp bizlere sallayan ilk Başbakan da Recep Tayip Erdoğan değil. Göreceksiniz, sonuncusu da olmayacak.
Özlemleri ’sessiz Türkiye’!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kadar öfkelenmesinin bir nedeni de basını tümüyle kontrol altına alamadığını görmüş olması.
Çalıklanmış Sabah’a, yakın dostların Star’ına ve dini sömürmek için her şeyi yapan onca küçük gazeteye kalsaydı, Türk halkının Deniz Feneri skandalından haberi olmayacaktı.
Ama ne yazık ki hayat böyle değil.
Varlığını ve geleceğini hükümete bağlamamış, kendi ayakları üzerinde rahatça durabilen bir medya grubu var ve Başbakan bu duruma ifrit oluyor.
İstiyor ki üç kuruşluk çıkarlar uğruna esas işimizden vazgeçelim.
Bizi yakın çevresindeki sonradan görme zenginler ile karıştırıyor belli ki.
Hilton arazisinin tümünü altın kaplasanız, Aydın Doğan’ın servetini de alt alta yazıp toplasanız, iddianın gülünçlüğü kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Bir hukuk devletinde başbakanların izniyle ya da parmak sallamasıyla iş yapılabiliyorsa nerede kaldı Kopenhag ve Maastricht Kriterleri?
AKP’de demokrasi boncuğu bulan liberaller ne diyor bu işlere?
Hükümet, tüm medyayı ele geçirip, etkisizleştirmek için dayanılmaz bir istek duyuyor.
Kurdukları geniş dinleme ağıyla yarattıkları polis devleti korkusunun yanına bir de medyası teslim alınmış, çıt çıkmayan bir ülke yaratmak istiyorlar.
Pabuç bırakmayacağımızı söylemiş olayım.
Sabah’ı Çalıklama planı
Hükümetin yandaş medya yaratma çabasının zirvesi, Sabah ve Atv’nin Çalık Grubu’na satılması işlemiydi.
Başbakan bu süreçte fiyatın düşük tutulması için bürokratlara az baskı yapmadı, bunu bilmeyen yok. Olayı içinden yaşayanlar da eminim bu hükümet iktidardan düştükten sonra bildiklerini rahatça açıklayabilecek duruma gelecekler.
Fiyatı düşürmede başarılı olamayan Başbakan, kamu bankalarından "proje kredisi" verilmesini sağladı. Yıllardır ortada faaliyet gösteren yayın kuruluşları, sanki "yeni bir projeymiş gibi" kredilendirildi.
Bununla yetinmedi, Katarlara kadar gidip yabancı ortak buldu.
Şimdi planın yeni bir aşamasına geldiğini duyuyorum.
Çalık Grubu, elindeki bankasını satmaya çalışıyor ve banka bu haliyle iyi para etmiyor.
Bunun için bankaya mevduat toplama izni verilmesi gerek.
Şimdi Başbakan’ın sopası BDDK bürokratları üzerinde. Çalık’a bu izin verilsin diye bastırıyor ki Çalık bankasını iyi fiyatla elden çıkarıp, Sabah’ı bedavaya getirebilsin.
Başbakan, bu süreçte yaptıkları ile ilgili olarak önünde sonunda Yüce Divan’da yargılanacak.
BDDK bürokratlarına buradan hatırlatmış olayım: Kanunların dışına çıkmayın. Kanunsuz emri uygulayan bürokrat da emri veren kadar sorumludur. Sizleri de Yüce Divan’da Başbakan’ın hemen arkasındaki sırada otururken görmeyelim.
Tarihteki diktatörler bile medyayı susturamadı /TUFAN TÜRENÇ
BAŞBAKAN halka "Yolsuzluklara damardan girip önleyeceğiz" diye söz vermişti.
Aradan 6.5 yıl geçti bu sözünü yerine getiremedi.
Damara mamara giremedi.
Ama başkaları girmeye başladı.
Kendi Genel Başkan Yardımcısı Şabah Dişli’nin belediyeyle pişirip kotardığı yolsuzluğa CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu girdi.
Şaban Dişli istifa etmek zorunda kaldı.
Bu süreç içinde Başbakan suspus oldu, ağzını bile açamadı.
Dört beş gün önce patlayan Almanya Deniz Feneri yolsuzluğuna ise damardan girenler Alman savcılar oldu.
Gaziantep’teki milyonlarca YTL’lik imar yolsuzlukları ise işler ayyuka çıkınca kendiliğinden döküldü ortaya.
Şimdi tüm parti örgütünü ve belediyelerini sarıp sarmalayan bu yolsuzluk ağı karşısında belli ki Tayyip Bey çaresiz.
Yolsuzluklar bir bir patlamaya başlayınca sıkıntısı arttı.
Bunların gerisinin geleceğini, Cumhuriyet tarihinde yaşanmamış kadar büyük boyutlu talanın tek tek ortaya döküleceğini biliyor.
O nedenle kürsülere çıkıp yolsuzluk olaylarını veren medyayı iftiracı olarak suçlayıp susturmak istiyor.
İyi güzel de bu yolsuzlukları ortaya çıkaran medya değil ki...
Medya Türkiye’nin temizlenmesi için yapması gerekeni yapıyor. ("Türkiye bağırsaklarını temizliyor" diyen Arınç’ın kulaklarını çınlatalım. Kendileri neden susuyor dersiniz?)
* * *
İşte Tayyip Bey’i zıvanadan çıkaran durumlar da bu durumlar.
Medyaya görmeyin, duymayın, yazmayın diyor.
Ve bir diktatör edasıyla çıkıp kürsülerden tehditler, şantajlar savuruyor.
Tayyip Bey’i demokrat sananlar veya onu demokrat olarak pazarlayan yandaşları şimdi ne yapacaklar?
Tayyip Bey’e eğer yürekleri yeterse desinler ki: "Siz Aydın Doğan’ı hedef alıyorsunuz ama bu haberlerden onun haberi bile olmaz."
"Aydın Bey de sizin gibi bu haberleri televizyonlardan ve gazetelerden ögreniyordur" desinler.
Tayyip Bey’e haber verelim, bu patlamalar çok daha vahim hale gelecek.
Çünkü kendisi de biliyor ki ortaya çıkan bu pisliklerin bin misli süpürüldüğü halının altında.
Her an patlamaya hazır bir yanardağ gibi gürültüler, kokular geliyor.
AKP’nin gidişi iyi gidiş değil.
Tayyip Bey medyayla didişeceğine yolsuzlukları ortaya çıkarmak için bir an önce önlem alsın.
Tek çare budur.
İftira atarak, şantaj yaparak medyayı susturmak, elindeki siyasi gücü kullanarak insanları baskı altına almak demokrasiyle bağdaşmaz.
* * *
Tayyip Bey Suriye’ye giderken uçağına 10 gazeteci davet etti.
Bu 10 gazeteciden 8’i kendi yandaşı gazetelerin mensuplarıydı.
Bugün, Zaman, Türkiye, Vakit, Sabah, Star, Yeni Şafak ve Kanal 7.
Kendi yandaşı olmayan iki gazete ise Hürriyet ile Akşam’dı.
Tayyip Bey’in ve Abdullah Bey’in hemen bütün gezilerindeki medya dengesi böyle kuruluyor.
Ayıp olmasın diye bir veya iki tarafsız gazete çağrılıyor, geri kalanların tümü de AKP militanı olarak kalem oynatan gazeteciler oluyor.
Tayyip Bey ne yaparsa yapsın, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, yolsuzlukları, talanı, pislikleri örtmeye, saklamaya gücü yetmez.
Tarihteki diktatörler bile bunu başaramamışlardır.