Yaşam
  • 17.9.2005 13:39

BABAMA 'BU MİLLET SİZİ ASLA UNUTMAYACAK' DİYEMEDİM

Menderes'in idam edildiği 17 Eylül 1961 tarihinde akşam evde, radyo başında bu infaz olayını annesi ve ağabeyleriyle birlikte dinleyen o dönemin canlı şahitlerinden biri de Menderes ailesinin en küçük oğlu Aydın Menderes'ti. O yıllarda henüz 14 yaşında olan Aydın Menderes'le 27 Mayıs İhtilali'nden infazın gerçekleştiği tarihe kadar yaşanan olayların aile içine nasıl ve ne şekilde aksettiğini konuştuk.

Babanızı en son ne zaman gördünüz?

Tutuklandıktan sonra sadece iki defa görüştük. Ancak görüşmelerde bir saniye olsun yalnız kalamadık. İlki 1960 yılının Aralık ayında annemle birlikte yaptığımız ziyaretti. Son görüşmemiz ise 1961 senesinin Ağustos ortasındaydı. Annem ve iki ağabeyimle ziyarete gitmiştik. Ziyaretlerde mümkün olduğu kadar babama moral vermek ve hasret gidermek, genelde olup bitenlerden şikayetçi olmamak, mevcut yönetimi huylandırmamaya çalışıyorduk. Çünkü aksi bir durum Yassıada'da şartları zorlaştırabilirdi. Orada taraflar konuşmak istediklerini konuşmadılar, konuşamazlardı da. Asıl konuşan kucaklaşmalar ve bakışmalardı. Söylenen sözler ise bir tür sipariş konuşmalar diye günümüzde anlaşılmalıdır.

Bu şartta görüşeceğinizi biliyor muydunuz?

Evet, biz bunu bilerek gittik, gitmesek daha kötü olurdu. O dönemde rahmetli anneannem vefat etmişti, cenazesi İzmir'deydi. O günün şartlarında gidip cenazede bulunamadık. İzmir'e gitsek bizi görenlerin göstereceği sevgi ve ilgi Yassıada'daki şartları çok daha zorlaştırabilirdi. Nitekim 1960 Temmuz ya da Haziran'ında Cemal Gürsel, yaptığı bir radyo konuşmasında, "Eğer halkta en ufak bir kıpırdanma olursa Yassıada'da et ve kemik yığını kalır" demişti. O günkü şartlar buydu ve görüşmeler bu şartlar içinde geçiyordu.

Bu görüşmelerde babanıza bir evlat olarak sizin söylediğiniz ya da söylemek istediğiniz şeyler var mıydı?

Son görüşmemizde babama sarılıp ona bir şekilde 'hiç endişe etmeyin ve başka bir şey düşünmeyin, bu millet bütün bu olup bitenlere rağmen sizi çok daha fazla seviyor, özlüyor ve sizi ilelebet unutmayacaktır' demek istiyordum, ama söyleyemedim. Bunu söyleyememek, hala içimde bir ukde ve derin bir hicrandır.

Son görüşmede artık her şeyin bittiğini anladınız mı?

Tabii. Çok hüzünlü bir hava vardı. Ayrılma zamanı gelince babamın sık sık sarılması adeta hiç birimizden ayrılmak istememesi bunun son görüşme olduğunu gösteriyordu. Zaten annem 27 Mayıs'tan sonra beni ve ağabeylerimi çok fazla üzmek istemese de ümitsizliğini dile getirir, arada bir 'oğlum kurtuluş yok, babanızı asarlar. Ölüm cezası olmayacaksa böyle bir mahkeme kurulmaz, olaylar bu şekilde cereyan etmez' diyordu.

Halkın ortaya koyacağı tepkiler belki kötü gidişatı değiştirir, diye düşündünüz mü?

Halk Menderes'i tutuyordu ama ihtilal yaşanmadığı için nasıl tepki koyacağını bilemiyordu. Zaten o gün için halkta bir hareket olsa o zaman bu hareketin önüne geçmek için mahkeme falan dinlemeden Cemal Gürsel'in dediği olur, Yassıada'dakiler et ve kemik yığınına dönüştürülebilirdi. Yani nerden bakarsak bakalım, hiçbir yerden ümit rüzgarı esmiyordu.

Diğer ülkelerden bir girişim olmadı mı?

Hayır. Ölüm cezası çıkmasın diye, İngiliz Kraliçesi ve Pakistan'dan Eyüphan dışında, hiç kimseden ses çıkmadı.

Ülkeyi ihtilale sürükleyenlerle daha sonra karşılaşıp o günleri konuştunuz mu?

Hayatın akışı içerisinde çeşitli vesilelerle eski Milli Birlik Komitesi üyeleriyle görüştüklerim oldu. MHP'ye daha sonra intisap etmiş kişilerdir. Daha sonraki yıllarda, yani seksenlerden epey sonra Milli Birlik Komitesi üyeliği devam etmiş, temelli senatörlük yapmış olanlardan da arada görüştüklerim oldu. Tabii hepsinin ortak değerlendirmesi, Yassıada mahkemelerinin ve sonuçlarının yanlış olduğuydu ve Menderes'e büyük haksızlık yapıldığıydı. Ortak düşünceleri buydu.

Babanızın izlediği siyaset sonunda ihtilal oldu. Sizce babanız nerede hata etti?

Yaptıklarında demokrasiye aykırı bir taraf görmüyorum, yani politik anlamda yaptıklarında ciddi bir eleştiri konusu bulmuyorum. Ama, muhalefetin oyununu bozamadı. Ayrıca, daha önce erken seçime gitmeliydi.

Son ana kadar 'asılmaz' diye ümitliydik

Ümit son ana kadar sürdü.Akşam radyodan, "İnfaz edildi" haberi gelince eve derin bir sessizlik çöktü.

Babanızın asıldığı günü ayrıntılarıyla hatırlıyor musunuz?

16 Eylülde gelen giden çok, ev kalabalık, hepimiz üzgün ve şaşkınız. Diğer iki idam gerçekleşmiş. Babam için ise, intihar etti denilmese, komada denilmese, o anda Adnan Menderes de idam edilmiş olacaktı. Acaba komadan çıktı mı, sağlık durumu nedir? Gece bu endişe ve ümitle ev halkıyla sabaha kadar konuşarak dertleşerek, böyle bir halde geçti. Bir de tabii şu var: eğer intihar ettiği doğruysa ve komadaysa, acaba kurtulsa mı iyi, kurtulmasa mı? Yani acaba idamlar yapılacaksa, darağacında mı yoksa uyku halinde intihar ederek mi ölmesi daha iyi, gibi böylesine zıt duygular içinde, akrep kıskaçlarının arasında geçen saatler...

O anki duygularınızı evde birbirinizle paylaşıyor musunuz? Yoksa derin bir sessizlik mi var?

Tabii, gelen-gidenle hepimiz paylaşıyoruz. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen ümit hiçbir zaman bitmiyor. İçimizde en ümitsiz olarak annemi görüyorum. Kulağımız radyoda. 19.00 haberlerinde "Adnan Menderesin cezası infaz edildi" haberini almak bizim için an meselesi. 18.59'a kadar bu acı gerçeğe o kadar yakınken, yani buna rağmen radyodan infaz haberini alınca, sanki hiç 27 Mayıs olmamış, idam cezası verilmemiş gibi bu acı haber bizi öylesine hazırlıksız yakaladı. Menderes'in ölüp ölmemesi değil, ama idam edilmesi milyonlarca insan için, hele onu yakından tanıyanlar, ailesi için kabul edilecek bir olay değildi. Ölümü akıllara sığmıyor. Belki bir saniye, belki bir dakika, belki o kadar da değil, ama belki bir asır, on asır kadar uzun sanki, bir sessizlik oldu. Ev çok kalabalık, ardından herkes feryat, figan gözyaşları dökmeye başladı. Ben çok az ağlayabildim. O sırada ben ve iki ağabeyim evin ayrı ayrı yerlerinde duruyoruz; aynı anda sözleşmiş gibi koşup anneme sarıldık, ağlamaya başladık. Katlanılabilir bir acı değil. O sırada, ağabeylerimden birisi mi, bir misafir mi, onu bilmiyorum, 'cenazeleri istemek' gerekir dedi. O bizi bir anda tekrar saat yedide terk ettiğimiz dünyaya geri getirdi. Telgraf kaleme alındı ve elinde telgrafla Özer Yılmaz, nöbetçi postahaneye gitti.

İhtilalde İsmet Paşa'nın ve ABD'nin de rolü var

O dönem için en sık söylenenlerden biri, ordunun ihtilali tek başına yapmadığı. Eğer ordu muhalefetten destek almasaydı, hatta İsmet İnönü bu işin içinde olmasaydı, ihtilalin olamayacağı söyleniyor. 27 Mayıs'ı ordu değil ordunun içindeki cunta yönetimi yapmıştır ve 27 Mayıs'tan çok kısa bir süre sonra da 7 bin subay emekli edilmiştir. Çok ilginçtir ki, o sırada ABD'den gelen 50 milyon dolarlık bir yardım o emeklilik işlemleri için harcanmıştır. Öyleyse 27 Mayıs bütün orduyu kapsamaz. 24 mayıs günü orgeneral ve korgeneral Başbakanlığa gelmiş ve Menderes'i ziyaret edip 'ordu size bağlıdır' demiştir, ama bu insanlar da 27 mayıs günü etkisizleştirilmiştir. Muhalefetin insafsız ve ölçüsüz saldırıları, akla hayale gelmez iftiraları, yayın odaklarının CHP ve İsmet Paşa'ya vaki olan yakınlığı, 27 mayıs ortamının hazırlanmasında çok önemli bir rol oynadığı kesindir. Bunun altını önemle çizelim. Zaten bunu bilmemek, görmemek kimse için mümkün değildi o gün için. 27 Mayıs'tan sonra İsmet İnönü'ye sordular ve o 'ne içindeyim ne dışındayım' dedi. Demokrasi dışı bir olaya kimse tarafsız olamaz. Ya berabersinizdir ya karşısınızdır. Bunu bu şekilde tespit etmek gerekiyor.

Muhalefetin bu tavrına rağmen babanız asılmadan önce, annenizle İsmet İnönü'yü ziyaret etmenizin sebebi neydi?

15 Eylül Yassıada kararları açıklandıktan sonra bize gelen bir haberde Adnan Menderes'in intihar ettiği yönündeydi. Bir öldü deniliyor, bir komada deniliyor. Yani fevkalade karanlık bir durum söz konusu. Çok kısa bir süre önce parti başkanları çağrılmış, yuvarlak masa başında toplanılmış, bir tek Cumhuriyetçi Millet Partisi Başkanı Osman Bölükbaşı gitmemiş. Herkes anladı ki o yuvarlak masa toplantısının amacı Yassıada mahkemesi kararlarını siyasi partilere onaylatmak. Annem önce Osman Bölükbaşı'nı aradı. Bölükbaşı yapacağı başka bir şeyi kalmadığını söyledi. Ertesi sabah gazetelerde Zorlu ile Polatkan'ın idam edildiği haberini okuduk ve İsmet Paşa'yla görüşme kararı verdik. Randevu alıp evine gittik İsmet Paşa çok üzgün gözüküyordu. Annem konuşur, kendi de cevap verirken, göz pınarlarında iki yaş damlası belirmişti. Anneme 'onları uyardım, maalesef hiç bir şey dinlemiyorlar, çıldırmış durumdalar' gibi sözler söyledi. Bir şekilde idamlara doğru olayların gidişi sürüklediğini ifade etmiş oluyordu. Görüşmeden 24 saat sonra babam idam edildi.

İnönü karşı olsaydı, yine ihtilal olur muydu?

İsmet Paşa ve arkadaşları 'aman bir askeri müdahale olmasın' gibi bir düşünceden hareket etmemişlerdir. Söyledikleri hiçbir iftiranın aslı ve astarı yoktu. Güya binlerce öğrenci cesedi Et ve Balık Kurumu'nun kıyma makinalarından geçirilip halka et diye yedirilmiş. İsmet Paşa'ya yakın o dönemki matbuatta babama korkunç iftiralar atıldı. İsmet Paşa ve CHP'ye yakın bu insanlar bugün o akla hayale gelmez, o korkunç iftiraları, öbür dünya var, demeden söylediler.

'İhtilal olacak diye' babamı uyarmıştık

İhtilal, annem için sürpriz değildi. Çünkü annem o şartlarda, adını koymasa da, böyle giderse ihtilal olur manasında babamı uyarıyordu. DP muhalefete karşı gerekli birlik ve beraberliği göstermiyordu. Daha da önemlisi, çok ağır, çok haksız bir muhalefet vardı. Bunlar annemi endişelendiriyordu. Aynı zamanda babam da bazı durumların farkındaydı, muhalefetin sert tavrını görüyordu, ama ordunun ihtilal yapacağına ihtimal vermiyordu. Başbakanlıktan çıkarken gözleri ışıldayarak selamlayan kapıdaki askerle sohbet etmiş ve askerin yanından ayrıldıktan sonra da milletvekili Hüseyin Ortakçıoğlu, ihtilal söylentilerini babama sölemiş, ama babam ihtimal vermemiş. Yani, babama aklı, olayların nereye sürüklendiğini gösteriyor, ama içi bunu bir türlü kabul etmiyordu.

Annem, Ethem Menderes'i affetmedi

Ethem Menderes akrabamız olmadığı halde babamın soyadını verdiği 1919'da Aydın'da çiftliğe ilk kez geldiğinde tanışıp arkadaşlık ettiği biriydi. Ama annem onun hakkında hep olumsuz düşünceler taşımıştı. Onun gözünde Ethem bey, rahmetli babama bağlı ve sadık olmayacak birisiydi. 27 Mayıs'tan sonra bu kanaati daha da gelişmişti; daha önce bu kanaatini babama da söylerdi, ama babam kesinkes itiraz etmez, ses çıkarmazdı da. Annem, "İhtilal öncesi Savunma Bakanı olan Ethem bey bu ihtilalin olacağından nasıl olur da haberi olmaz ve bunu Başbakan'a bildirmez, bunu anlamak mümkün değildir; ne yazık ki endişelerim haklı çıktı" diyordu.

(YENİ ŞAFAK)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 11:07

İLGİLİ HABERLER