BAKIRKÖY HASTALARININ FİLM GİBİ HİKAYELERİ!..
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Başhekim Yardımcısı Dr. Latif Alpkan, "Bakırköy Öyküleri" kitabında "deli" olarak adlandırılan insanların gülümseten ama trajik hikayelerini anlatıyor.
Tacize Uğrayan Mazlum
Birkaç yıl önceydi. Santralden Recep aradı. 'Hocam' dedi, 'Ataköy Polis Karakolu'ndan aradılar. Hakkında şikayet var, yarın sabah karakola gelsin dediler.' Karakola gitmek mi? Vücudumun kimyası bozuldu birden. Tacizden suçlanıyordum. Ve suçlayan da eski hastalarımdan Mazlum. Çalışamıyordu çünkü, diğer insanların kendisi ile uğraştıklarına inanıyordu. Evden çıkamaz olmuştu. 'Nereye gitsem bana eziyet ediyorlar, her yerime vuruyorlar, cinsel organıma da' diyordu. Üçüncü, dördüncü yatışında kötülük görme hezeyanları 'Sokakta bana tecavüz ediyorlar' şeklini almıştı. Bazı adamların (bu adamlar her yerde, herkes olabilir) kendisini önce uyuşturduklarını sonra da tecavüz ettiklerini söylüyordu. Bu hezeyanları akut alevlenme dönemlerinde artınca, tüm insanları Tecavüzcü Coşkun gibi görmeye başlar ve doğru benim yanıma gelirdi; 'Latif abi beni şaapıyorlar' derdi. Epeydir görünmüyordu. Ben de unutmuştum. Şimdi hezeyanları benim üzerime mi yoğunlaştı diye endişe ettim. Ama karakola gidip şikayet dilekçesini okuyunca Mazlum'un beni suçlamadığını, sokaktaki insanlardan şikayetçi olduğunu, beni de şahit gösterdiğini anladım. Ama polisi ikna etmek zor oldu...
Yeşilim
1984 yazıydı. Bir cumartesi eşimle alışverişe çıkmıştık. Üzerimde yeşil bir gömlekle kot pantolon vardı. Kalabalığın içinden, ufak tefek, yuvarlanır gibi yürüyen, tıknaz, otuzlu yaşlarda bir hanımın bağırarak üzerimize doğru geldiğini gördüm. 'Yeşilleri giymişsin' diyordu. Eşimi çekiştirerek uzaklaşmasak belki de saldıracaktı. Kalabalığa karıştık. O hala söyleniyordu. Ama neden böyle davrandığını anlayamamıştım. Eşime de 'Herhalde kan çekti, bu kadar kalabalığın içinde geldi beni buldu' diye espri yaptım. Asistandım. Ve başından beri erkek servisinde çalışıyordum. Bir süre sonra bizim birimin kadın servisine geçtim. Bir sabah servise geldiğimde daha kapıdan girerken saldırdı üzerime. O gece yatmış. 'Yeşillim' diyordu bana. Aşk hezeyanı vardı bana karşı. Berabermişiz de ben onu terk etmişim. Öfkesi ondanmış. Eski kayıtlara baktım, bir süre önce ben acil nöbetçisiyken gelmiş. İlk o zaman görüşmüşüz. Hafızamı yokladım, bir türlü hatırlayamadım. Ama o, o günden sonra kafayı bana takmış. Bir süre tedavi olup çıktı. O sırada da benim ikiz kızlarım doğdu. Bir sabah, 'Dün gece nöbette Yeşillim geldi. Seni sordu. İkizlerle uğraştığını söyleyince, 'Benden de üç çocuğu var, beni terk etti', diye bağırmaya başladı dediler. İğne yapıp zor sakinleştirmişler.
TATLI HÜSNÜ
Kronik hastalardan biriydi, her sabah başhekimliğin önünde dururdu. Bir taraftan sol kolundaki (gerçekte olmayan) saatine bakar, bir yandan da 'Yine niye geç kaldın?' der gibi sağ elinin başparmağını havada sallardı. Adı Hüsnü Tatlı'ydı. Ortamı müsait bulunca, kendi usulünce sigara isterdi. Eli ile saçlarını karıştırarak kepeklerini döker önce, sonra da tek tip kıyafetinin göğüs cebindeki Birinci sigarasını gösterirdi. Bu, 'Birinci kepek yapıyor, Maltepe var mı?' demektir. Adil Üçok bazen ona eski giysilerini getirirdi. Bir gün üst üste dört pantolon giymiş, en üste de tek tip eşofmanını. Adil ağabey gösterdi, ben şaşırdım. 'Ne diye hepsini üst üste giydin' diye sordum. 'Hetif Ağabey, düzecekler diye korkuyorum' demez mi? Adil Ağabey şakayla karışık sordu 'Ne faydası olur ki?' O, hiç sektirmedi. 'Hiç olmazsa zaman kazanırım'.
SABAH
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 12:36