
BEYAZ TÜRK KÖŞE YAZARLARINA MAHALLE BASKISI
Yaşam tarzı itibarıyla Beyaz Türklüğü benimseyen, kışları İstanbul’da yazları Bodrum’da geçiren, kokteyllerin, davetlerin önemli simalarından olan, iktidar sofralarında her dem yer almayı sevmiş, yüzleri Batı’ya dönük, dünyayı bilen, parası olan, gerek kendileri gerekse de ailelerinin belli bir geçmişi olan köşe yazarları...
Bu isimlerin birçoğu eskiden solcuydu. Sonradan, özellikle de Özal’la beraber liberalliği benimsediler. Genel tutum olarak özgürlüklerden, demokrasiden yana, serbest piyasa ekonomisini, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve de tabii ki Yeni Dünya Düzeni’ni savunuyorlar.
Türk siyasetinde söz sahibi olmak bu köşe yazarları için bir gelenek. Devlet başkanları, bakanlar, önemli siyasileri evlerinde ağırlıyorlar. Doğumgünü partilerinde, ev yemeklerinde, kokteyllerde her dönemin önde gelen politik figürlerini görmek mümkün.
Ancak bugüne kadar bu partilerde çıkarların çatıştığına pek tanık olunmamıştı. ANAP’lı, DYP’li siyasilerle kurulan dostluklar ne o partilerin diğer konuklarını rahatsız ediyor ne de köşe yazarlarının yaşam tarzıyla çatışıyordu.
Milat Nazlı Ilıcak’ın Refah Partisi’yle yakınlaşmasıydı. Gazeteler ünlü köşe yazarının mini etekli, elinde kadehli fotoğraflarını basıp ona belaltı vurmaya çalıştılar. Ilıcak ise eski alışkanlıklarından hiç vazgeçmedi - onların safında siyaset yaparken bile. Kendi yaşamından bir gün bile ödün vermedi.
Ilıcak’ın pek çok başka arkadaşı da 28 Şubat sonrası “karşıt” görülen kampa yakınlaşmaya başladı. Kendileri açısından bir tereddüt yoktu: Zaten liberal ve demokrat olarak tanımlıyorlardı kimliklerini. Doğal olarak muhafazakâr, İslamcı çevreleri de kapsıyordu bu kavram.
Nitekim, pek çok Beyaz Türk’ün “liberallik” adına AKP’ye destek verdi. Bu isimlerin bir kısmı harekete haddinden fazla angaje oldu. Bazıları daha mesafeli yaklaşırken, kimileri tamamen kapıldılar Erdoğan ve arkadaşlarına.
Uzun bir süre bu Beyaz Türk köşe yazarları AKP’ye verdikleri desteği “Onlar gerçekten demokrasi istiyor, İslamcı olduklarına bakmayın, herkes için özgürlük niyetlerinde samimiler” diyerek meşrulaştırdılar. Belki de gerçekten inandılar, o kadarını bilmiyoruz. Ama bu uzunca bir zaman sürdü.
Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand gibi isimler aklıselim ve dengeli yazılarını AKP’nin ilk gününden itibaren sürdürdü mesela. Bazılarının bu dengeye ulaşması için kimi gelişmelerin olması gerekiyormuş demek.
Zaten o aşamada da bazı kırılmalar belirdi. AKP’nin Avrupa Birliği konusundaki tutarsızlığı, Hrant Dink cinayeti, Başbakan’ın türban ısrarı kimi çatlak seslerin yükselmesine neden oldu. Bir ara, İkinci Cumhuriyetçiler’den AKP’ye itiraz sesleri yükseldi. Altan kardeşlerden “Verdiğimiz desteği çekeriz” gibi sesler yükseldi.
Beyaz Türk köşe yazarları artık AKP’ye verdikleri kayıtsız şartsız desteğin sandıkları kadar bedelsiz olmayacağını anlamışlardı. Ancak pek çoğunun da AKP’yle işleri vardı. Çalıştıkları kurumlar, iktidarla ilişkilerini onların üzerinden yürütmeye başlamışlardı. Bir anlamda iktidarla medya arasında köprü görevi kurdular. Üstelik bazılarına AKP yalakalığının bedeli transfer veya maaş artışı olarak geri dönüyordu.
Ancak Erdoğan’ın demokratlığı giderek azalıyor, bu köşe yazarlarının kafasındakilerle uyum sağlamıyordu. Televizyona çıkan, gazetelerde yazıları yayımlanan bu ünlü imzalar bu durumdan tedirgin olmaya başladı, ama yapacak da bir şey yoktu. İlişkiler derinleşmişti çünkü.
Üzerine bir darbe de çevrelerinden geldi. O kokteyl partilerinde, doğumgünü kutlamalarında, davetlerde, Bodrum’daki evlerinin komşuları, Türkbükü’nde yemek yedikleri yerlerdeki yan masalar kendilerini eleştirmeye başladı. En yakınları, akrabaları, arkadaşları verilen bu destekten ve AKP’den rahatsız olduklarını söylemeye başladılar. Evde eşleri bile...
“Hâlâ nasıl bu adamları savunuyorsunuz anlamıyorum.”
En sık duydukları cümle bu oldu. Kalkıp da AKP’nin aleyhinde muhalefet yapacak halleri yoktu.
Maalesef iki arada bir derede kaldılar. Ne yapabilirlerdi? Bu yaşadıkları da bir anlamda mahalle baskısıydı. Bütün çevrelerini değiştirecek halleri yoktu.
Papermoon’da, Türkbükü’ndeki Ship-a-Hoy’da, Yalıkavak’taki Sait’te hiç kimse AKP’li değildi. Kendi çevrelerinde azınlık olmaya başlamışlardı. Bu durumu fark ettiler tabii ki.
İşte bu arada kalmışlık son zamanlarda köşelerine yansımaya başladı. En hızlı AKP yandaşlarından beklenmedik muhalefet yazıları çıkıyor. Ahmedinecad’ın İstanbul’a gelişini eleştiriyorlar mesela. Şaban Dişli olayına karşı çıkıyorlar. İçki tartışmalarında alkolden yana taraf tutuyorlar. Ergenekon’un magazinleştirilmesinden rahatsızlar.
Bu gibi yazıların sayısı artıyor, artacak da. Nedeni de çok basit: Beyaz Türk köşe yazarlarının eski stratejileri onları Beyaz Türkiye’de barındırmayacak hale gelmişti. Şimdi bir ara yol bulunmaya çalışıyorlar. AKP’ye desteği bırakmayıp, arada da dengeyi tutturarak.
Her ne sebeple olursa olsun muhalefetin her türlü olumludur, AKP için de. Bunca sene Başbakan’ı alkış tutarak yanlış yönlendirdiler, hata yapmasına sebep oldular. Şimdi tutturdukları bu dengeli tutum objektif görüşe en çok ihtiyacı olan Başbakan Erdoğan’a faydalı olacaktır.
(ORAY EĞİN/AKŞAM)
Güncellenme Tarihi : 15.5.2016 06:37