Selam olsun o eşsiz yetime!
Andolsun, senin için akıbet, tebliğe başladığın ilk günlerden daha hayırlıdır; ümmetinin geleceği, geçmişinden; ahiret hayatı dünyadan daha hayırlıdır.
Zamanı gelince Rabbin bağışlayacak, sen de hoşnut olacaksın.
O seni eşsiz bir yetim olarak bulup da bağrına basmadı mı?
Seni yolunu kaybetmiş görüp önünü aydınlatıp doğru yola ulaştırmadı mı? ihtiyaç içinde bulup doyurmadı mı?
Öyleyse sakın yetimlere haksızlık yapma, yardım isteyeni, medet umanı geri çevirme.
Ve dur durak bilmeden Rabbinin vahyini, nimetlerini an.''''
Bu okuduğunuz Kur''an''ın 93. suresi; Duha suresi...
Hz. Muhammed''in peygamberliğinin Mekke''deki ilk yıllarına ait, 11 ayetlik bir sure...
Şu biraz kuşkulu ama aslında anlamlı çağrışımlar da içeren rivayeti de aktarayım: Fecr suresinden sonra Hz. Muhammed vahiy alamamış bir süre...
Hasedi, fitnesi, kurcalaması, kızıştırması, kalp kırması, düşmanlığı eksik olmayanlar ''''Bak, Rabbin seni terk etmiş, unutmuş, darılmış'''' diye konuşmaya başlamışlar.
Bunun üzerine Duha suresi nazil olmuş...
Tabii ki, bu kadarcık değil.
İyi bilenlere sormalı: Bu surede vurgulananlar, kendini ''''terk edilmiş'''' hisseden, sıkıntılar içindeki ve her şeyden kuşkuya düşmenin eşiğine gelmiş bütün insanlar için geçerlidir herhalde...
Bense 6. ayetini severim, etkilenirim: ''''O seni eşsiz bir yetim olarak bulup da bağrına basmadı mı?''''
Hz. Muhammed, babası Abdullah''ın ölümünden iki ay sonra dünyaya gelmişti. (20 Nisan -12 Rebiyülevvel- 571)
Annesi de o henüz altı yaşındayken ölmüştü.
Ama bu ayet biraz da her insanın şu veya bu şekilde ''''yetim,'''' ''''babasız'''' ve aslında öylesine ''''yalnız'''' olduğuna işaret eder...
Allah, işte o ''''yalnız'''' insana öyle seslenir...
***
Şimdi bazılarınızın içinden şöyle geçirdiğini biliyorum: ''''Allah, Allah, hepsi tamam da, köşende bunları yazmanın nedeni ne?''''
Neden şimdi başka bir sureyi değil de ''''Duha'''' (kuşluk vakti) suresini seçtiğimi dillendiremem.
Bir his çünkü bu.
Ama neden Kur''an''la, Hz.Muhammed''le yazıma başladığımı anlatacağım.
Dindar kesimlerin siyasi ve cemaat yapılanmalarına doğrudan bağlı olan gazeteleri bir yana ayırın ve popüler basınımıza bir bakın!
Günlerdir, Hıristiyanlığı, Hz. İsa''yı, Vatikan''ı yazıp duruyorlar.
Çarşaf çarşaf sayfalar ayrılıyor, diziler yapılıyor. Hem de ne hurafelerle, nasıl abartılı hikâyelerle!
Yazılsın. Yazılmalı.
Zaten tam zamanı: Papa ölmüş, yenisi seçilmiş. Bilmeli, haberdar olmalı yakından izlemeliyiz.
Ama Mevlid Kandili yle ilgili ayrılan bölümlere baktım geçen gün.
Küçücük.
Bazı caddelerde asılı duran ''''Kutlu Doğum Haftası'''' pankartlarının anlam ve önemine dairse neredeyse hiçbir şey yok bizim popüler gazetelerde...
Bu nasıl iş?
Bakın, inanmak gerekmiyor.
İnançlı bir Müslüman olmak gerekmiyor.
Fakat esas olan manevi iklim meselesi değil mi?
Benim gibilere soruyorum: Biz hangi iklimin ''''çocukları''''yız?
Da Vinci Şifresi''nin ıcığını cıcığını çıkartacağız ama İslam''la ilgili çoğu şeyi es geçeceğiz!
Olur mu hiç?
İslam''la ilişkili her konuyu, her bilgiyi ve ilgiyi sürekli ''''Laik devlet-tekil inanç'''' çerçevesine sıkıştırıp sırtımızı dönecek kadar şapşallaşacağız!..
Olur mu, hiç olur mu?
İçimden geldi; kalktım; yakın çevremdekilere sordum; hepsi yeni Papa''nın hangi yöntemle seçildiğini öğrenmiş. Dumanları, kardinalleri, törenleri falan medya sayesinde kavramışlar.
Peki dedim, 1989 yılından beri bu günlerde Diyanet''in önderliğinde Kutlu Doğum Haftası törenleri düzenleniyor; ne olduğunu, niçin olduğunu biliyor musunuz?
Bilmiyorlardı.
Sadece birkaçı yollarda rastladıkları afiş ve pankartları hatırladılar. Bir de kandilden söz ettiler. O kadar!
Bir daha soruyorum: Hiç böyle şey olur mu?
Tekrar ediyorum: Bunun imanlı olmak veya olmamakla da ilgisi yok. (Şu birkaç gündür Katolikliği ezberleyen modern-laik Türkler Katolik mi oldular? Hayır.)
Ama canım, insan (ve Ramazan şamatası hariç medya) yaşadığı coğrafyanın kültürüne, manevi iklimine bu kadar mı uzak olur, uzak durur-durdurulur?
Haşmet Babaoğlu / 22.05.2005
Vatan
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 11:57