BU, POLEMİK MOLEMİK DEĞİL…MİLLİYET, RESMEN ŞAPA OTURDU!İŞTE, AHMET ALTAN’IN OLAY KONUŞMASININ TAMAMI…
KAYNAK : Haber Vitrini
MİLLİYET'İN HABERİ
"Aldatma" adlı son romanıyla edebiyat ve medya çevrelerinde tartışma yaratan yazar Ahmet Altan, DVM Capital AG ile Deutsche Welle Türkçe yayın servisinin girişimleriyle Almanya’nın Frankfurt kentinin banliyösü Offenbach’ta düzenlenen "okuma akşamı"na katıldı. Altan, Türkiye ve Türk erkekleri konusunda tartışma yaratacak "aykırı" fikirler ileri sürdü.
ZEKİ SANIYORLAR
Türklerin kendilerinin en zeki ulus olduklarını sandığını ifade eden Altan, "Elin oğlu alay etmez mi? Lozan Antlaşması’yla 4.3 milyon kilometrekarelik toprağı nasıl kaybettiniz’ diye sormaz mı?" dedi.
BEN FRANSIZIM
"Türk erkeklerinin her şeye maydanoz olduğunu" savunan Altan, bu konuda kendisini "daha fazla Fransız gördüğünü" söyledi. Türklerin Almanlardan öğrenecek çok şeyi olduğunu öne süren Altan, şöyle konuştu:
"Örneğin, disiplini, zaman kullanımını ve para harcamayı. Biz ise onlara bunları nasıl kullanamamayı öğretebiliriz. Alman’dan bir randevu istersin ve o sana ‘Tamam, çarsamba günü saat 8.45’te buluşalım’ der. Türk’ten rendevu istersin, ‘Çarşamba günü öğleden sonra tekrar arar mısın?’ diye sorar."
KÜLTÜRLERİ YOK
Türklerin gösteriş için para harcadığını savunan Altan, "Para harcamak kültür ister, o da bizimkilerde yok. Almanların Goethe’si, Mozart’ı, Bethoveen’i var. Bizim ise sadece pastırmalı yumurtamız" diye konuştu.
TBMM’de çıkarılan Avrupa Birliği’ne uyum yasalarına da değinen Altan, Türkiye’nin bu konuda Avrupa’ya çok şey borçlu olduğunu iddia ederek, görüşlerini şöyle dile getirdi:
GURURLARI NEREDE?
"Aslında oluyormuş... Meclis bir akşamda bilinen kararları aldı ve ülkeyi değiştirdi. Eğer bu kararlar 15 yıl önce alınmış olaydı 30 bin gencimiz ölmeyecekti. ‘Şimdi birilerinin yürekleri sızlıyor mu?’ diyeceksiniz. Bence sızlamıyor. Her zaman onurdan bahseder bizim ahmaklar. Amerikalı dolar verince kendi gururları nerede kalıyor peki?"
Yakın tarihimiz kanlı...
Konuşmasında konudan konuya atlayan Altan, Türkiye’nin tarihinin çok kanlı olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Nerede bir devlet olursa orada daima kan olur. Fakat bizim tarihimiz ve coğrafyamız özellikle kanlı. Tarih bir yana; bizim yakın tarihimizde kanlılık, Türklük ve Müslümanlığın, kendi varlığından başka bir şeye izin vermemesinden kaynaklanıyor. Kültürel zenginliklerle dolu ve dünya kültür merkezi olmaya aday bu ülkeyi o hale getirdiler ki, tüm güzelikleri yok ettiler. Yahudileri, Ermenileri, Rumları yok ettiler. Çerkezlere, Rumlara, Kürtlere var olma hakkı tanımadılar. Hatta Aleviliği bile hor gördüler."
(Milliyet)
AHMET ALTAN’IN KONUŞMASINI KAYDEDEN MUHARREM ÖZSÖZ, MİLLİYET'İN HABERİNİN GERÇEKLE İLGİSİ YOK DEDİ
Ahmet Altan'ın Offenbach'ta yaptığı söyleşiyi kaydeden, Hessen Radyosu muhabiri Muharrem Özsöz, Bianet’in (www.bianet.org) Frankfurt muhabirine: "Her şeyi kaydettim Ahmet Altan ileri sürülenlerin hiçbirini söylemedi," dedi.
Bianet’in haberi aynen şöyle: Ahmet Altan'ın Frankfurt yakınlarındaki Offenbach kentinde Türk-Alman Kulübü'nün lokalinde geçtiğimiz hafta sonu yaptığı konuşmasının bant kayıtları, ünlü yazar hakkında Milliyet gazetesinde pazar ve salı günleri çıkan haberlerin gerçekle ilgisi olmadığını açıkça gösteriyor.
Gazetenin manşetine çıkan ilk haberde "Altan, Türkiye ve Türk erkekleri konusunda tartışma yaratacak 'aykırı' fikirler ileri sürdü" iddiasında bulunuluyor, buna kanıt olarak da yazarın " Türk erkeklerinin ağızlarının kebap, üzerleri yağ kokuyor ", " Türk erkekler her şeye maydanoz oluyorlar ", " Türk erkekler ahmak ", " Ben Fransız'ım " gibi " tuhaf " açıklamalarda bulunduğu belirtiliyordu.
Ortalığı karıştıran bu iddiaları açıkça yalanlayan Ahmet Altan, " O iğrenç cümlelerden hiçbiri o konuşmada yer almadı. Eğer bu cümleleri kullandığımı kanıtlarlarsa bir daha bu ülkede ağzımı açıp tek cümle söylemeyeceğim " demişti. Altan'ın itirazına ve toplantıyı başından sonuna kadar izleyen Hessen Radyosu redaktörlerinden Muharrem Özsöz 'ün bu doğrultudaki açıklamalarına rağmen salı günkü gazetede yayınlanan ikinci haberde iddiaların doğru olduğu savunuluyordu.
Bu haber de toplantıyı izlediği ileri sürülen birtakım kişilerin söz konusu iddiaların doğru olduğuna ya da olabileceğine dair açıklamalarına ve yorumlarına dayandırılıyordu. Aslında bu konuda fazla tartışmaya gerek de yoktu. Çünkü Muharrem Özsöz'ün, çalıştığı Hessen Radyosu için toplantıyı başından sonuna kadar kaydettiği biliniyordu. Bu kayıtları dinlemek yeterliydi ve Özsöz de isteyen herkese bu kayıtların bir kopyasını vermeye söz vermişti.
Yıllardır Hessen Radyosu'nun Türkçe yayınları için program üreten Özsöz, Altan'ın Almancası kısa bir süre önce "Der Duft des Paradieses" (Cennetin Kokusu) başlığı altında yayınlanan kitabı "Kılıç Yarası Gibi"yle ilgili bir haber hazırlığı içinde olduğunu, bu yüzden de toplantıyı başından sonuna kadar izleyip, teybe kaydettiğini açıklıyor. Gazetedeki haberi gördüğünde büyük şaşkınlığa uğradığını, hatta önce kendisinin bir işitme sorunu olup olmadığı konusunda kuşkuya düştüğünü söyleyen Özsöz, "Teybi yeniden, yeniden dinledim. Haberin gerçekle kesinlikle ilgisi yoktu" diyor.
Gazeteci Özsöz'ün açıklaması şöyle:
"Ahmet Altan'ın söylediği şeyler, onun bilinen tezleriydi, çok yeni olan şeyler değildi. Çuvaldızı eline aldı, biraz bizlere batırdı, biraz da Almanlara...'Bizim Almanlardan öğreneceğimiz başı şeyler var' dedi, 'Almanların da bizden öğreneceği şeyler vardır' dedi.
Ben İnternette Milliyet gazetesini gördüm. "Ahmet Altan Fransız oldu" diye manşet atmışlar. Toplantının başından sonuna kadar oradaydım ve tüm konuşma kasette kayıtlı. Gazetede yazılanlar gerçekten çok üzücü, aynı meslekten insanlarız. Bir gazetecinin olayı böylesine çarpıtarak vermesi, kişiyi karalaması... İnsan bir kişinin fikrine karşı olabilir, ama onun fikirlerinin çarpıtılarak yayınlanması üzücü bir şey. Ben meslekten birisi olarak o işi yapan arkadaş adına üzüldüm."
Özsöz, kasetin bir kopyasının kendisinden istenmesi üzerine de Ahmet Altan'la görüştüğünü ve kendisini bilgilendirdikten sonra, bir kopyasını yazara gönderdiğini, hemen peşinden de bu doğrultudaki talepleri kabul ettiğini açıkladı.
AHMET ALTAN'IN OFFENBACH KONUŞMASI
"Bu güzel, eğleniyorsunuz, buna sevindim. Hem de çok. Hayır hayır çok iyi eğlenmenizi istiyoruz. Zaten bunun için buradayız. Şimdi Almanya’da bir okuma seansları var ve bunu Almanlar seviyor, ama biz Türk’üz ve çok da okuma seansından hoşlanacağımızı zannetmiyorum. Yani kitabı okumaktan gerçekten çok eğlenecek misiniz; bence pek değil. Bence konuşmayı tercih edersiniz ve bence konuşalım Şimdi ben size kitap okumayayım, Türkler için sıkıcı bir şey ve biz kendimiz bile bazen okumaktan sıkılıyoruz ki ve biri gelecek ve öğretmen gibi okuyacak... bunu hakikaten istiyor musunuz? Hakkımız yok, ben istiyor muyum? Eh, yok. Eh, o zaman ne yapacağız. Bence konuşalım...
...Bence edebiyattan konuşabiliriz. Bence herkesin ilgisini çekiyor kadından konuşabiliriz. Bence herkese çok sıkıcı geliyor erkeklerden konuşabiliriz. Bence aşktan konuşabiliriz. Politikadan konuşabiliriz, konuşma konularımız çok fazla.. İstediğiniz konuyu seçersiniz ve biz bunları konuşuruz. Bence bu kitap okuma işini bir tarafa bırakalım. Ben bundan sıkılıyorum çünkü, bilmediğiniz bir kitabın bölümünü okuyacağım.. gerçekten çok seviyorsanız edebiyatı, hani çıldırıyorsanız ben Offenbach’a gidecek kadar edebiyatı seviyorum ve ben mutlaka bunu okuyacağım o zaman ben size engel olmam okursunuz. Ama bunu ben okudum diye yapmazsınız. Buna emin olun. Sanıyorum ki yabancı bir diyarda yaşamak zor, siz kendi kültürünüzden, kendi kokularınızdan, kendi tatlarınızdan, lezzet dünyanızdan, ki sürgünde en büyük eksikliklerinden birinin mutfak olduğunu düşünüyorum, kendi evinizi kursanız bile o kokuların burada olmaması gibi, kendi denizinizden ve toprağınızdan uzakta bir yerde yaşıyorsunuz bu zor...
...Bu zorlulukları aşacak köprülerden biri bence kültür ve edebiyattır edebiyat insanların hem kendileriyle ilişkilerini, çünkü kendimizle ilişkilerimiz çok karışık ve zordur, kendimize çok yalan söyleriz ve edebiyat... kendimizi tanımayız ve edebiyat bize kendimizi tanımadığımızı, kendi içimizde nasıl birisini taşıdığımızı ama... edebiyat sadece bize bunu göstermez.. edebiyat aynı zamanda insanlarla kalabalıklar arasında bir köprüdür ve aynı zamanda insanlarla geçmiş arasında köprüdür ve aynı zamanda insanlarla ülkeleri, toprakları, kültürleri arasında bir köprüdür.. edebiyata çok önem vermemesi insanların... Türkleri kastediyorum, diğerleri çünkü veriyor, bizim halkımızı, bizim insanımızı, edebiyattan biraz soğuttular.. okumamak bizim insanımızın ayıbı değil.. edebiyatın bir eğlence olduğu unutuldu bizim ülkemizde... halbuki edebiyat bir eğlencedir, edebiyat heyecanlı bir iştir, kitap size bir hayat verir, yeni bir eğlence verir, yeni bir heyecan verir, yeni bir maceralar verir...
...Bir insan sadece bir kere yaşar, bir insanın sadece bir hayatı var ama her kitapta, her okuduğumuz kitapta, yeni bir hayat daha kazanıyorsunuz. Yeni bir macera, daha yeni bir aşk daha, yeni bir aldatılma, yeni bir aldatma, yeni bir terk edilme, yeni bir terk etme, yeni bir heyecan, yeni bir özlem.. bütün duyguları.. ve hiç bu duygulardan çok da fazla acı çekmeden.. çünkü bu kitabı bitirince kendi hayatınıza dönüyorsunuz, yaşayabiliyorsunuz. Edebiyatın insanlara en büyük hediyesi budur. Bu hediye.. insanlar almıyorsa kendilerine verilen bu büyük armağanı almıyorlarsa ve bunu değerlendirmiyorsa bu onların kabahati değil, kimse onlara edebiyatın eğlenceli ve hoş bir armağanı olduğunu söylemedi, genellikle insanlara şu söyleniyor. Edebiyat bir kültürdür okumalısın, hayır edebiyat bir kültür, okumamalısın.. öyle okursanız sıkılırsınız, bütün çocuklara okumaları söylendiği için insanlar okumaktan nefret ettiler, niye? Kültürlü olmak için okumak salaklıktır arkadaşlar.. ya bundan emin olabilirsiniz, eğer bir adam kültürlü olmak için roman okuyorsa bu adamdan uzak durun. Çok zeki bir adam değil, insan eğlenmek için kitap okur.. eğlenirsiniz yeni maceralar edinirsiniz, hoşunuza gider, bilgili, çok kendini gösterecek, ukala biri olmak için edebiyat okumaz ki bir insan. Ama edebiyat dünyamız insanları ellerinden geleni yaptılar. O kadar yaptılar ki ben kitaplarımın ülkedeki herkes tarafından; tezgahtarlar, manikürcüler, en düşük seviyede.. kapıcılar yani entelektüel çizgisi en düşük insanlar tarafından ve aynı zamanda entelektüel çizgisi en yukarda insanlar tarafından okunmasını söylediğim zaman benim hakkımda ağır yazılar çıktı.. neden manikürcülerin kitabı okumasını istediğimi sordular bana, istiyorum çünkü ben edebiyatın herkese ait olduğuna inanıyorum...
...Dünyadaki herkes okuma yazmayı bilen herkes edebiyattan zevk alır. Balzac, Tolstoy, Dickens, bütün bunlar kendi zamanlarında geçen yüzyılda kendi toplumlarında bütün bütün katmanları tarafından okunurdu. Bir Alman kontes tarafından da okunurdu, Ukraynalı bir prens de okurdu, Parisli bir kapıcı karısı da okurdu ve hepsi de kendine göre zevk alırdı iyi bir kitap herkese değişik biçimlerde, değişik tonlarda, değişik renklerde, değişik seslerde ama mutlaka herkese zevk verir. (Hayır benimki değil, hiç sevinmeyin kapatıyorum zaten) Onun için kitaplardan bir kere korkmayın kitaplar bir kültür falan değil, kitaplar çok iyi okumuş çok iyi eğitilmiş çok kültürlü insanlara ait değil, kitaplar herkesin, edebiyat herkesin ve eğer okursanız romanları, inanın eğleneceksiniz.. siz eğlenin diye edebiyat var. İnsan edebiyatı bunun için buldu, ha eğlenirken birçok bilgi de buradan elde edeceksiniz, bu tamamen bir yan gelirdir. Edebiyatın birinci amacı sizleri bilgilendirmektir, edebiyatın birinci amacı hayatın değişik yüzlerini sizlere göstererek sizi eğlendirmek ama bu arada inanılmaz sezgiler, inanılmaz duygular, maceralar insanlara ait gizli yüzler öğrenirsiniz. Hayatta insanları tanıyamazsınız biliyor musunuz. Burada oturanlar birbirinizi tanımıyorsunuz. Sevgililer, karı-kocalar, anneler-babalar, çocuklar birbirinizi tanımıyorsunuz, tanımanız mümkün değil, hepimiz duygularımızı saklarız bunu biliyoruz, en yakınımızdan bile saklarız. Edebiyat, bu sakladığımız duygularımızı gösteriyor. Ama dahası var.. biz kendimizi kendimizden de saklarız, kendimize ait bazı sezgilerimiz vardır. Ama bunları kendimize söylemeyiz. Edebiyat bize bunları da söyler. Ayrıca kendimize kendimizden sakladığımız duygulardan bazen korkarız. Çünkü zannederiz ki, bu duygular sadece bizde var...
...Sadece biz aldatmak istiyoruz, sadece biz kaçmak istiyoruz, sadece biz heyecan istiyoruz, sadece biziz duygularını gizleyen, edebiyat size şunu söyler; hayır sadece siz değilsiniz, diğer insanlar da böyle.. sadece birbirinizin gizli duygularını bilmiyorsunuz ve roman okuduğunuz zaman, diğer insanların da sizin gibi duygularını görür, kuşku duymaktan kurtulursunuz eğlencenin yanında size verdiği armağanlardan biri de budur. Ben onun için edebiyatın herkese ait olduğuna inanıyorum ve edebiyatı sizden uzaklaştırmaya çalıştıklarında buna kanmayın tuhaf tuhaf kelimeler kullanıyorlar. Okuyorum, sıkılıyorum. Okuyorsunuz, sıkılıyorsunuz ve edebiyatı çok tuhaf bir şey zannetmeye başlıyorsunuz. Ya şöyle bir cümle: Bu izlekten giderek bu izdüşümleri simgelersek... sonuçta böyle bir şey okursanız sıkılırsınız, bu edebiyat değil. Emin olun bu edebiyat değil. Bu tuhaf kelimeler edebiyat değil. Edebiyat hayatın bir parçasıdır ve edebiyat hayatın görünmeyen yüzüdür. Yanındaki hanımın kim olduğunu merak mı ediyorsun, roman oku. Yanındaki adamın ne düşündüğünü merak mı ediyorsun roman oku. Sorarsan söylemeyecek çünkü, arkandan gider sorar ne düşünüyorsun... Seni... Yalan. Elbette ki seni değil. Onun ne düşündüğünü merak ediyorsan roman oku. Onun ne yaptığını merak ediyorsan roman oku, birbirinize bakarak ve hatta konuşarak birbirinizi tanıyamazsınız. Birbirinize asla kendinizin gerçek yüzünü gösteremezsiniz. Bazı geceler olur, gecenin geç saatleri... Yıllardan beri arkadaş olan iki insan birdenbire sabaha karşı saat 3.30-4.00, o güne kadar hiç konuşmadıkları bir konudan konuşmaya başlarlar ve birbirlerine şaşırırlar. Bunu hayatınızda siz de yaşamışsınızdır; çok yakın bir arkadaşınızdır, yıllarca birlikte olmuşsunuzdur ama bir geceyarısı, sabaha karşı, hiç aranızda o güne kadar konuşulmamış bir konu açılır ve şaşarak hiç bilmediğiniz bir konuda ikinizin de fikirleri olduğunu görürsünüz...
...İşte edebiyat, o sabaha karşı arada bir olan açılmanın, samimiyetin yollarını size getiren olaydır, edebiyat budur. Edebiyat insanlara insanları anlatır, çünkü insanlar birbirlerine anlatmazlar kendilerini, insanlar kendilerine bile anlatmazlar. Edebiyat görünenlerin peşinde değildir. Onun için olayları anlatan kitapları çok değerli bulmazlar, çünkü olaylar görünür, niye büyük kitaplar olaylarla ilgili değil duygularla ilgili, niye şaheserler duygularla ilgili, niye Tolstoy ve Dostoyevski’ye bayılıyorlar? Çünkü onlar görünmeyeni, gizli olanı anlatıyorlar. Edebiyat gizli olanın peşindedir. Çok mu sıkıldınız edebiyattan? Bana böyle tuhaf tuhaf bakmaya başladınız. Ya sanki edebiyat mı konuşacağız gibi, hayır seksten falan da konuşacağız, ne yani bunu mu istiyorsunuz edebiyat çok mu sıktı sizi? Ne konuşmak istiyorsunuz? Şimdi ben lafı çok uzatmayacağım Eğer siz bir şeyler sormak istiyorsanız sorarsınız ve konuşmaya devam ederiz...
...Edebiyat. Edebiyat ilginizi çekiyor mu bir kere. Tabi kadınlardan geldi bu cevap bir kere. Peki erkekler hiç mi edebiyatla ilgilenmiyor ya. (Neden buradayız?) Bilmiyorum neden buradasınız hakikaten? Ya Offenbach’daki bu gizli binaya niye geldiniz. Ya casuslar konferansı gibi burası ya ancak böyle bir yerlerde insanlar birbirine randevu verebilir. Var ya Frankfurt’la Offenbach arasında bir taş bina var üstünde halıcı yazıyor biz orada edebiyat toplantısı yapacağız sen oraya gel (roman konuşacağız) Evet ya bu casusluk romanı gibi bir şey olacak (İşte o doğru değil sayın Altan) öyle mi? Ya aslında biz Türk’üz ve ben mesela bir Türk olarak sigara içsem nasıl bir fikir? İyi fikir. Birisi bana bir kül tablası bulsa.. Vahit sen iyi bir organizatörsün ve sen bunu bulsan ve Almanlar bize çok şaşsalar. Biliyorsunuz ki ben dün akşam da bunu anlattım Biz Almanlardan farklıyız, gerçi bunu öğrenmek için beni beklemediğinize eminim bunu siz de biliyorsunuz size çok orijinal ve çok şaşırtıcı bir bilgi vermedim. Ama Almanlara, Almanlar bize bir şeyler öğretebileceklerini düşünüyorlar, gerçekten Almanların bizlere öğretecek çok şeyleri var...
...Disiplinliler, disiplin var, Almanlar paranın kıymetini biliyorlar parayı fenikle hesaplıyorlar, Almanlar zamanın kıymetini biliyorlar, Almanlarla konuştuğun zaman, zaman dakikayla, para fenikle, bizimle konuştuğun zaman zaman gün ve haftayla.. ya bir Alman bir Alman’a dün de söylüyordu. Cuma günü saat 8.15’de buluşalım hatta 8.17’de olabilir. Çünkü otobüsleri gibi onlar öyle geliyorlar. Ama bir Türk bir Türk’e asla saat söylemez. Cuma günü öğleye doğru bir görüşelim. Onlar birlikte yemek yiyorlar, sevgililer ayrı ayrı paralarını ödüyor? Sonra nasıl sevişiyorlar, bunu bilmiyorum. Ya mesela herkes kendi yatağında yatıp mı sevişiyorlar, onu bilmiyorum. Bizde böyle bir şey yok. Bir adam bir kadınla yemeğe gidecek ve ayrı ayrı para ödeyecekler. Bu bizim erkekler için büyük bir hakaret.. bu olacak bir şey değil, ama Almanlar böyle ha bu bize öğretecekleri kısımlar değil. Bize disiplini öğretebilirler, zamanı öğretebilirler ki size öğrettiler, paranın değerini öğretebilirler... ama biz onlara parayı ayrı ayrı ödememeyi öğretebiliriz. Madem ki oğlum bir kadını seviyorsun, onunla yemeğe çıkıyorsun, ayrıca onunla kırıştırmak istiyorsun, onunla yemek yerken bütün erkekler gibi kafanda ona söylemediğin, ama onun bildiği planlar var, ya şunu kısa kessek kahve almadan tatlıya mı geçsek de.. Biliyor musun benim evim yakın kahveyi bende içer miyiz? Bu enternasyonal bir dildir biliyorsunuz yani dünyanın her dilinde bu cümle var, yemekten sonra bir kahve içmek ister misin bunu söylediği zaman ne demek istediğini biliyorsunuz değil mi? Biliyor musunuz? (Hayır) Yalan söylüyorsunuz, yalan söylüyorsunuz. Akşam yemeğinden sonra biri size kahve içelim dediği zaman bunun ne demek olduğunu herkes biliyor. Böyle bir plan varken insanların paralarını ayrı ayrı tutmaları gerçekten bizim kültürümüzde olan bir şey değil. Doğrusu bana sorarsanız çok sıcak bir şey de değil...
...Biz Almanlardan disiplini öğrenebiliriz, çalışma öğrenebiliriz ihtiyacımız var. Çünkü onlar bir endüstri devriminden geçtiler. Endüstri devriminden geçtiler.. çalışmayı ve üretmeyi öğrendiler, zengin oldular, zamanın kıymetini biliyorlar ama hayatları çok mekanik oldu. Sanayi ve fabrika, insanların hayatını çok mekanik kılar.. biz endüstri devriminden geçmedik, biz fakir kaldık, biz zamanın ve paranın değerini bilmiyoruz ama buna karşılık biz mekanik değiliz. Biz hala birbirimize dokunuyoruz, biz konuşurken birbirimize değeriz, biz çok çabuk samimi olabiliriz bizde çok kasklar, çok sınıflar yok.. biz rakı içmeye başladık mı çok uzun içeriz.. bizde akşam yemekleri sonsuza doğru gelişir ya başlarsın ve bitmez, biz çok çabuk yakınlaşırız ve biz gerçekten birbirimize çok düşmanlık edebildiğimiz gibi çok dostluk da edebiliriz. Bizim ilişkilerimiz biraz Akdenizdir.. duygusal.. çabuk harekete geçiyor çok çabuk sevip çok çabuk nefret de edebiliriz. Ama bence bu mesafeli ve dikkatli olmaktan çok daha iyi bir şeydir. Biraz sıcaklık. Biz onlara insan teninin sıcaklığını yeniden hatırlatabiliriz, onlar bize disiplini ve çalışmayı verir...
...Demek istediğim şey şu dünyadaki herkes ve her kültür bence birbirine muhtaç ve biz geri bir ülke olmamıza rağmen dünyaya verebilecek bazı şeylere hala sahibiz. Fakir kaldığımız için, endüstri devriminden geçmediğimiz için biz hala insan teninin sıcaklığını kendi hayatımız içinde taşıyoruz. Bu ülkelerde insan teninin sıcaklığını hayatın içinde hissetmek çok kolay değil. Zannediyorum ki.. hissedilmiyor.. bilmiyorum, buralarda yaşamadım ama burada insan teninin sıcaklığını hayatın içinde yaşarken çok hissedebileceğinizi zannetmiyorum. Bizde hissedersiniz ve biz bunu dünyanın gelişmiş ülkelerine öğretebiliriz. Ben şuna inanıyorum: Onlar Mozart’ı biliyorlar, Beethoven’ı biliyorlar ve bundan zevk alıyorlar, biz pastırmalı yumurtayı biliyoruz, Dede Efendi'yi biliyoruz ve biz de bundan zevk alıyoruz. Bunu paylaşabiliriz.. onlar Mozart’ı, pastırmalı yumurtayla dinleyebilirler ve çok hoşlanırlar.. biz de aynı şeyi yapabiliriz.. biz de Mozart’ı sevebiliriz. Onlara biraz Dede Efendi’den gösterebiliriz. Paylaşacak şeyler var, bütün kültürler daima başkalarına verebilecek değerlere sahiptir. Ve dünyanın bir bütün olduğuna inanırım. Almanlar ve Türkler diye de çok ayırmam ve bütün böyle anlatmama rağmen Beethoven yalnız Alman değil bence Beethoven önce insan.. dünyaya ait.. yani hepimize. Thomas Mann sadece onların değil ama Dede Efendi sadece bizim, Mevlana sadece bize ait değil, onlara da ait. Dünyadaki bütün yaratıcılar, müzisyenler,yazarlar, ressamlar hangi toprakta doğarlarsa doğsunlar bence doğdukları topraklara değil bütün dünyaya aitler ve biz bütün bu yaratılmışlardan ortak bir zevk almaya başladığımızda hayatın sandığımızdan çok daha fazla katmanı olduğunu görürüz...
...Biliyor musunuz hayatta aynı Babil Bahçeleri gibi çok çeşitli bahçeler olduğunu çok çeşitli katlar olduğunu düşünürüm. Siz hangi katta duruyorsanız hayatı ancak durduğunuz kat kadar görürsünüz birisi size hayatı sorduğunda durduğunuz bahçeyi anlatırsınız ve başka bahçeler olduğunu bilmezsiniz. Kültürler, sanat size şunu söyler: başka bahçeler de var. Eğer sanatla ilgilenirseniz durduğunuz bahçelerden başka bahçelere geçme imkanı doğar ve o zaman hayata belki biraz daha yukardan bakarsınız ne kadar yukardan bakarsanız göreceğiniz manzara o kadar genişler ve hayattan alacağınız zevk de öyle.. bakın para kazanmak için kültüre ihtiyaç yoktur. İnsanın hiçbir kültürü olmasa düpedüz cahil olsa belki daha iyi para kazanır en azından bizim ülkemizde böyle yani. Bizim ülkemizde para kazanmak için kültüre hiç ihtiyaç yoktur. Ama size şunu söyleyeyim parayı harcamak için kültüre ihtiyacınız var.. para harcamak para kazanmaktan daha zordur biliyor musunuz? Çünkü ne yaparsınız? Paranız olduğunda bir şeyden birkaç tane almaya başlarsınız.. eğer alınacak zevkleriniz çok fazla değilse.. mutfaktan başlayın eğer ısmarlayacağınız yemeklerin isimlerini bile bilmiyorsanız elinizde ne kadar para olursa olsun, adını bildiğiniz kadar yemek yiyebilirsiniz, başka lezzetlere sahip olamazsınız.. aynı şey müzik için geçerli, aynı şey kıyafetleriniz için geçerli, aynı şey oturduğunuz yer için geçerli.. eğer para harcamayı bunu mümkün olduğu kadar zevkli hale getirmeyi istiyorsanız işte orada da sanata ihtiyacınız var.. size yeni bahçeler gösterecek bir yer sanat.. size biraz daha yukardan hayata bakmayı, daha genişlemesine hayatı kucaklamayı öğretecek bir şey.. daha derin ve daha zevkli yaşamayı ve biliyor musunuz eğer sanatla ilgilenirseniz bu size çok tuhaf gelecek ama kadın-erkek ilişkileriniz bile değişir. Neden?...
...Edebiyat özellikle flört için çok iyi bir şeydir. Bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında ne yaparlar? Öncelikle adam kadına kendisinin ne kadar önemli biri olduğunu anlatır yani sen benim gibi bir erkek bugüne kadar görmedin, ben öyle bir erkeğim çok zekiyim ve hatta müdür bey bana dedi ki; Ahmet sen olmasan var ya burası ........biteriz biz. Ben bu kadar kıymetli ve değerli bir insanım. Kadın da ona kendisinin ne kadar hoş bir kadın olduğunu anlatır, hadi bunu anlattınız... ikinci yemekte bir daha anlattınız, üçüncü yemekte anladınız ki dünyada sizin gibi kimse yok.. siz iki tane kimseye benzemeyen insansınız.. peki sonra ne anlatacaksınız, sonra sıkılmaya başlıyorsunuz.. kaçınılmaz.. insanların repertuara ihtiyacı var. Konuşma repertuarına bir kadınla bir erkek bir araya geldiğinde birbirlerine kendilerinden başka anlatacak lafları yoksa, kendileri biraz sonra biter, biraz fiziksel özellik işte kadın biraz güzeldir, erkek yakışıklı olduğuyla idare edersiniz, sonra? Sonrası ağır bir sıkıntıdır, birbirinize yük olursunuz, konuşacak laf bulamazsınız. (Kahve içeriz) Ne yaparsızınız? (Kahve içeriz) Kahve içmek... Kahveyi önceden içtiniz beyefendiciğim. Ya hakkınızı siz daha önceden kullandınız, ya siz artık yemeğe kalacaksınız ve mümkün olursa kahvaltıya...
...Ben size şunu söyleyeyim. Eğer gerçekten flört etmek istiyorsanız, flört etmek için illa yeni birini bulmak zorunda değilsiniz. Bulduğunuzdan sıkılmış olabilirsiniz hanfendiciğim, kaşlarınızı öyle kaldırmayın ben anladım sizin ne demek istediğinizi ya. Gene de eğer o sizi sıkan kişiyle bir sinemaya giderseniz, size konuşacak yeni bir konu var demektir. Eğer onunla bir kitap okursanız size konuşacak yeni konu var demektir. Çünkü büyük bir ihtimalle değişik değişik değerlendireceksiniz! Kahramanlar ne yaptı? Uzun uzun tartışabilirsiniz, oradan kendi hayatınıza göndermeler yapabilirsiniz. Kendi davranışlarınızı onlara benzetebilirsiziniz yani konuşma repertuarınız olur. Ya aksi halde aynı yerde birbirinden sıkılarak oturan insanlara dönüşeceksiniz, bu kaçınılmazdır çünkü. Bir de evlilik diye bir şey var değil mi? Ki bence tehlikeli bir şeydir, çünkü insan söz verir söz vermek dünyanın en tehlikeli şeyidir. Birisi size söz verirse, mümkünse oradan kaçın, çünkü birazdan sizi aldatacak, çünkü sözünde durmak çok zordur. ( )Aldatmaktan kastım, hemen fiziksel bir şey değil, hemen gidip birisiyle yatacak manasında söylemedim. Şudur, çok kesin.. neden insanların duyguları değişir siz söz verdiğiniz anda bir duyguya sahipsinizdir. Neye söz veriyorsunuz? Bu duygum değişmeyecek.. bu bir yalandır.. doğa size izin vermez doğada her şey değişiyor ve siz de değişiyorsunuz.. duygularınız değişiyor, nasıl şu an için söz verebilirsiniz ki? Nasıl bir insana şunu söyleyebilirsiniz, şu anda seni seviyorum ve daima da seveceğim eğer bu doğru olsaydı bu kadar çok şarkı olmazdı biliyor musunuz şarkıları dinleyin hep şöyle söylüyor. Hani beni seviyordun ee önceden seviyordu şimdi sıkıldı. Ya bu bu kadar basit Ya bu kimsenin aklına gelmiyor beni çok seviyor evet ama haftaya bir daha sor ya belki de sıkılacak ya.. belki şu an da sıkılmaya başladı.. seni sevmeyi zannettiği anda bile çünkü insan bu biraz şey gibidir özellikle kadınlarda...
...Kadınların neden edebiyatı daha çok sevdiklerini merak ettim. Ve bana şöyle geliyor. Eğer yıldızlara bakarsanız, gökyüzünde birçok yıldız göreceksiniz onların ışıkları biliyor musunuz ki buraya yüz milyon yılda geliyor ve büyük bir ihtimalle siz bir yıldızın ışığını gördüğünüzde o yıldız ölmüş oluyor duygularımız biraz böyledir özellikle de kadınların duyguları.. siz bir duygunuzu yakaladığınızda büyük bir ihtimalle o anda başka bir duyguya bünyeniz, zihniniz geçmeye başlamıştır zaten onun için kadınlar kendi duygularına karşı çok kuşkuludur. Erkeklerde kuşku yoktur biliyorsunuz onlar kuşkuları olamaz, çok eminler.. onların sadece bir tane duygusu var o hep değişmez ve tek duyguyla idare ediyorlar ama kadınların daha değişken duyguları var ( ) onu bilemeyeceğim, o kadarını öğrendim sadece bir tek duygularının olduğunu bana söylediler ama kadınların çok değişken ve çok çeşitli duyguları var oysa ki kadınlar kendi duygularını çok merak ederler ve bir erkekten hoşlandığı zaman... Hiçbir zaman bir erkek, bir kadından hoşlandığını bir arkadaşına telefonda söylemez. Ya Osman şu kadından hoşlanıyorum acaba duygularım gerçek mi? Erkek dünyasında böyle soru, bu tarihe kadar sorulmadı. Ya hiçbir erkek başka bir erkeğe geceyarısı 12’de yemekten dönüp telefon etmedi, bu akşam bir kadınla tanıştım ondan çok hoşlandım Osman, acaba benim duygularım gerçek mi? Böyle soru erkek hayatında yoktur ama kadınların hayatında.. kadın ne zaman bir erkekten hoşlansa gidip arkadaşına sorar. Kendi duygusunu arkadaşına sorar, çünkü kendini kandırmış olabileceğini düşünüyor.. ve gerçekten de kendini kandırmış olabilir o anda fark ettiği duygu değişmiş olabilir.. kendi hayatını daha önceden tanımış olan arkadaşına gidip hemen soruyor. Ben bir adamdan hoşlandım acaba duygularım gerçek mi? Arkadaşı diyor ki, ya sen geçen haftada bir adamdan hoşlanmıştın büyük bir ihtimalle gerçek değil. Bir dahaki haftayı bekle.. kadınların kendilerine karşı olan bu kuşkuları bence.. onların edebiyatla ilişkilerini kuruyorum. Onun için edebiyatı daha çok seviyorlar. Onun için ordaki duyguları yakalamaya çalışıyorlar, kendi duygularıyla nerelerde benzediğini nerelerde nasıl değiştiğini.. çünkü edebiyat da bunu anlatıyor onlara duyguların nasıl değiştiğini anlatıyor. Ya onun için siz...
...bir hanfendi birşey söylemek istiyor galiba.. el sallıyor, beni seviyor, bir şey mi söyleyeceksiniz ( ) benimle mi? Cevabım hayır, teşekkür ederim. Devam ediyoruz. Bana soru soracaksınız, benle tartışmayacaksınız . Offenbach’ın gizli bir binasında demokrasi olduğunu mu zannediyorsunuz. Ya insaf elbette ki yok ( ) kimden, soru mu sormak istiyorsunuz ( ) Bu ne, güzel ( ) var ve dağılacak galiba (----- Burada otomobil yanlış park edilmiş diye konuşmalar geçiyor-----) Saat kaç çok konuştum. Bana soru sormak istiyorsanız evet sorabilirsiniz, benle tartışmayın ben sizden daha yaşlıyım, bir kısmından.. benim kadar olan çok az insan var burada, onun için benle tartışmayın, ben misafirim beni yormayın ha bana sormak istediğiniz bir şey varsa buyurun. Var mı? Yok dağılacağız o zaman ( )niye diye sorabilirsin mesela ben de şaşırabilirim. ( )Çünkü ben bunun kitabını yazdım. Nasıl cevap? Başka sormak isteyen var mı? Yoo her şeyi biliyorsunuz, ben buraya ne için geldim? Siz her şeyi biliyorsunuz. Sormak istemiyorum, dağılıyoruz.
...Buyrun... ( ) Neden yazdım? Bunu ben hep merak etmişimdir. Ben bunları neden yazıyorum diye ( ) ben tarihi severim ( ) ben tarihi severim ve tarihin de edebiyat kadar zevkli bir şey olduğunu düşünürüm. İnsanların neden tarihle ilgilenmedikleri de benim ilgimi çeker.. mesela bizim tarihimiz gerçekten renkli bir tarihtir ve vahşi bir tarihtir.. kanlı bir tarihtir.. aslında bütün tarihler öyledir. Bir yerde devlet varsa orda mutlaka kan vardır.. kansız devlet olmaz.. mutlaka bir kan vardır.. bizim de bir devletimiz var.. orda da kan var.. nerede tarih var, orada kan vardır. Bizim tarihimiz gerçekten çok hareketli, çok olaylı, çok entrikalı. Düşünsenize, Bizans var... Bizans’dan Osmanlı geliyor, Osmanlı’dan Cumhuriyet geliyor. Bunların içinde en kuru olanı ne yazık ki Cumhuriyet’ti. Yani Bizans ve Osmanlı bize göre çok daha karmaşık, çok daha renkli ve çok daha zengin, çok daha vahşi.. biz en kurusuyuz ve biz aslında dünyanın en ilginç toprak parçalarının üzerinde yaşıyoruz. Ben zannetmiyorum ki yeryüzünde Anadolu kadar zengin bir toprak olsun Anadolu’dan geçmeyen din, geçmeyen kültür, neredeyse kalmamıştır...
...Bütün dinleri Anadolu’da bulabilirsiniz.. bütün kültürleri orada bulabilirsiniz.. yani bize aslında bir define sandığı bırakıyorlar kültür açısından.. ne yazık ki Cumhuriyet ???????????? ( ) Cumhuriyet bu büyük tarihten kalma sandığı aldı, bunun içindeki bütün kültürleri tek tek çıkartıp attı ve o define koca sandığın içinde bir Türklükle bir Müslümanlık bıraktı.. hatta sadece müslümanlık değil, sünnilik bıraktı.. alevileri bile içinden attı.. şimdi bu zavallılıktır bu gerçekten fakirliktir ve bu yazıktır.. hayatımız bu kadar kuruysa biraz da bu yüzden.. eğer o define sandığını, Cumhuriyet, hiçbir komplekse kapılmadan olduğu gibi muhafaza edebilseydi, biz Rumlarımızla, Ermenilerimizle, Alevilerimizle, Kürtlerimizle, Çerkezlerimizle, Yahudilerimizle, Türklerimizle, Osmanlımızla ve Bizansımızla birlikte yaşasaydık, dünyanın merkezlerinden biri olurduk biliyor musunuz? Çünkü böyle bir yer, başka yerde yok.. böyle bir tarih, böyle bir geçmiş, böyle bir kültür kaynaşması, başka hiçbir yerde yok ve biz elimizdeki hazineyi tek tek boşaltıp attık.. onun için tarihe geri dönüp bakarsanız belki de bize şöyle bir yararı olur. Şu soruyu kendimize sorarız biz bu tarihi bir daha yaratabilir miyiz? Biz bu muhteşem hazineyi bir daha o sandığın içine yerleştirebilir miyiz? Biz yeniden define sandığına sahip olabilir miyiz? Bu, eğer tarihe bakarsanız, ihtiraslarınızdan biri haline gelebilir.. yeniden böyle büyük imparatorluk demiyeceğim ama, büyük kültür imparatorluğu kurmak mümkün Türkiye’de, Türkiye’nin büyük imkanları olduğuna inanıyorum. Dünyanın gerçekten en büyük imkanlarına sahip Türkiye...
...Müthiş bir kültür hazinesi var, bir kültür imparatorluğuna dönebiliriz. Bütün dünya Türkiye’ye gelebilir. Emin olun.. ama Türklük ve Müslümanlık dışında dinler ve ırklar olduğuna inanmamız gerek. En muhteşem ırkın Türk olduğunu zannediyorsanız, bu kelimeyi bağışlayın ama çok zeki değilsiniz. Bu mümkün mü, sırf Türk doğdunuz diye, dünyanın en akıllısı ve en cesuru olmanız mümkün mü, en kahraman olmanız mümkün mü? En yalancı olmanız belki mümkün... Ya şunu düşünün, biz tarihimizdeki savaşlarla çok övünüyoruz değil mi? Son 300 yılda kazandığımız savaş yok! Öndeki beyler bana kötü kötü bakıyor. Sanıyorum ki insanlık tarihinin en büyük toprak kaybı anlaşması Lozan'dır, 5 milyon km kareden 700 bin km kareye indik, yani 4 milyon 300 bin km kare toprak kaybımız var. Yeryüzünde 4 milyon km kare toprak kaybedip de o anlaşmayı sevinçle karşılayan tek toplum biziz. Biz halkını kandıran bir toplumda yaşıyoruz...
...( ) Ben Offenbah’dayım sizinle iyi geçineceğim bu gizli toplantıda asla kavga çıkartmayacağım. ( ) Gördüğünüz gibi edebiyat buraya geliyor. Haftada bir Offenbach’a geleceğim ve size Türk edebiyatını anlatacağım. İlgilenmeseniz de kırılırım artık. Sakın korkmayın size uzun uzun tarih anlatacak değilim size. 31 Mart diye bir olay var. 31 Mart bizim için çok önemli. Neden bizim için çok önemli, Türkiye’de biz hep askeri darbeler yaşarız. Bizim generallerimiz vardır ve bize neden korkmamız gerektiğini söylerler. Biz çeşitli zamanlarda çeşitli şeylerden korkarız; bir zamanlar komünistlerden korkuyorduk, sonra birdenbire anladık ki; Türkiye’de hiç komünist yokmuş. Olması da mümkün değil çünkü.. işçi sınıfı, proleterya yok. İşçi sınıfının olmadığı bir yerde komünizmin olması mümkün değil. Ama generaller bize dediler ki; “komünistler var ve komünistler o kadar kötü bir şeydir ki; gelirlerse bizi kesecekler. Sade bizi kesmeyecek, bir de ahlaksız herifler kapıya kasket asıyorlar” kasket hikayesini biliyor musunuz.. değil mi?... Komünistler şöyle bir şeymiş, bize öyle anlatılırdı, siz hatırlamazsınız... beyfendi hatırladı gülüyor... (dinleyicilerden biri kasket olayını anlatıyor)...
...Bir zaman biz komünistlerden korktuk. Sonra anlaşıldı ki; ülkede komünist yokmuş. Arkasından Kürtlerle ilgili bir olay yaşadık. Kürtlerle ilgili gerçekten ağır bir olay yaşadık, on beş senede otuz bin insan öldü. Ama bir gecede bizim parlamentomuz inanılmaz derecede kanunlar çıkardı. Eğer o bir gecede çıkan yasaları, on beş sene önce çıkarmış olsalardı, otuz bin tane mezar bu gün Türkiye’de olmayacaktı. Bu insanlar yaşıyor olacaklardı. Kürt ya da Türk, onların hiçbirini birbirinden ayırmam. Genç insanlardı, bir ülkedeki genç insanlar ölüyorsa ihtiyarlar utanmalıdır. Benim yaşımdakiler utanmalıdır. Genç insanların ölümünden ihtiyar sorumludur bir ülkede. O genç insanları biz öldürdük. Eğer o bir gecede çıkan yasalar var ya, o kadar kolay çıkan yasalar, on beş sene önce bir gecede çıkmış olsaydı, otuz bin mezar eksik olacaktı ülkemizde. Ama o zaman kimse sormadı; “Niye Kürt meselesi var, nedir Kürt meselesi? Neden bu düşmanlık. Yahu adamların çocuklarına ismini koymasını yasaklarsan problem olur. Senin çocuğuna Türkçe isim koymanı yasaklarlarsa sen de problem çıkartırsın ve bunlara hiç gerek yoktu. Gereksiz bir Kürt meselesi yaşadık ve gene darbe de yaşadık. Sonra geldik son korkuya, şimdi diyorlar ki; “Şeriatçılar bizi kesecek”. 31 Mart bunun için önemli. Niye, çünkü şeriatçılar bizi kesecek dedikleri zaman şunu söylüyorlar; “Daha önce yaptılar!” Ne zaman yaptılar? 31 Mart’ta yaptılar. Ben de yıllarca buna inandım. Sonra ben bir roman yazmaya kalktım. Romanda 31 Mart’ı anlatmayacaktım. 31 Mart böyle arada bir geçecekti. Çünkü yüzyıldan bu yana bir roman yazmayı düşünüyordum. Roman 31 Mart’a gelince orayı geçemedim. Çünkü birdenbire şununla karşılaştım; inanılmaz bir yalan öğretmişler bize okullarda. 31 Mart’ta gerçekten dincilerin ayaklandığını ve insanları kestiğini zandediyorduk. Bu yalan. Size sadece şunu söylediğim zaman anlayacaksınız; Siz 31 Mart’ta kaç kişinin ayaklandığını düşünüyorsunuz? Osmanlı’nın başkentindesiniz. Orada büyük bir şeriat ayaklanması var, kim ayaklandı ve kaç kişiydiler?... Bilmiyorsunuz, ben de bilmiyordum. Okudum öğrendim. Ayrıca da her yerde yazıyormuş, biz okumuyormuşuz. Ayaklananlar sadece dört bin kişi ve ayaklananlar asker. Dinciler değil. üstelik de daha komiği, o dört bin asker, dinci bir ayaklanmayı bastırmak için Selanik’ten getirilmiş olan askerler. Şimdi bakın ben size çok benzer bir olay söyleyeceğim...
...Bundan galiba 2 sene önceydi, dört bin tane polis, İstanbul’da tabancalarını göstererek yürüdü. Aynı sayıda insan. Şimdi ben tarihe, yüz sene sonraya, dört bin polis ayaklandı dersem, bu ne kadar gerçek olursa, 31 Mart’ta o kadar gerçek. İstanbul’da Birinci Ordu var. Birinci Ordu’nun ne demek olduğunu biliyor musunuz? Birinci Ordu, o dört bin kişiyi yarım saatte bastırırlardı. Ama her ne olduysa, kimse o dört bin kişinin üzerine gitmiyor, büyük bir ayaklanma olduğu söyleniyor, arkasından İttihatçılar geliyor ve iktidarı alıyorlar. Söylemek istediğim buydu beyfendiciğim. Evet başka soru var mı arkadaşlar? Buyrun. ( ) neyi anlatmadım? Bak bak, sen bununla ilgili bir şey duydun değil mi? Buyrun. ( ). Evet, din hocaları 31 Mart olayına karşı bir beyanname yayınlıyorlar, “Biz buna karşıyız” diye. Fakat bize bunu söylemiyorlar. Bakın Türkiye’de tarih öğrenmek istiyorsanız, ben size çok iyi bir yöntem söyleyeceğim, hemen bütün tarihi öğreneceksiniz. Bir tarih kitabı alın, yazarların hiçbirini okumayın, dip notları okuyun. Bütün gerçekler bizdeki tarih kitaplarında, dipnotlarda saklıdır. Çünkü bizde tarih çok tehlikelidir. Çünkü bugünkü baskı rejimi tarihdeki köklerine dayanıyor. Onun için tarihi öğretmek bizde yasaktır. Zavallı tarihçiler ne yapsınlar, yalan da söyleyemiyorlar, bir sürü bir şeyler yazıyorlar, bütün gerçekleri dipnotlara yazıyorlar. Ben bu kitaplarla ilgili ne bulduysam, dipnotlarda buldum. Dipnotlarda her şey yazar...
...Başka soru var mı? ( ) Çünkü ittihatçıları o tarihte iktidara getirmek isteyen bir güç var. o gücün kim olduğunu hala hiç kimse bilmiyor. 31 Mart’ı kim düzenledi, hala bunu Türkiye’de bilen yok. Türkiye’de bizim bilmediğimiz daha birçok şey var. ( ) Mustafa Kemal o anda geliyor ama, o sırada çok önemli değil. O sırada Enver önemli. Mustafa Kemal daha sonra önemli. O sırada çok önemli bir figür değil o. Başka soru var mı? ( ). Kasketi soruyorsun, kasketi söyleyeyim mi? Kasket şuydu arkadaşlar, aslında komünistlik üretimle ilgili bir şeydir biliyorsunuz. Komünistler diyor ki, “Üretim araçları çalışanların olsun”, buna benzer bir şey söylüyorlar. Bizim Türkiye tercümesi şuydu, eğer komünizm gelirse, bir adamla bir kadın evli mesela, kadının kocası akşamleyin eve geliyor, giriyor, bakıyor ki, vestiyerde bir kasket asılı. Bu şu demek, “Senin karınla yoldaş yatıyor ve sen içeri giremezsin!” Türkler komünizmi böyle anladılar ve böyle anlattı. Türkiye’deki bütün erkekler komünizme karşı çıktı. Aslında karşı çıkmayabilirlerdi, eğer Türklere şöyle söylenilseydi; “Sizin eve girmeyecek ama, sen başka eve girebilirsin” denilseydi, komünist olurlardı. Ama onlar şundan korkar, “Bizim eve de mi girecekler, bu kötü bir şey”. Ve komünizmi biz kasket olarak algıladık. Yeryüzünde komünizmi kasket zanneden tek toplum da biziz. Böyle de bir yaram var...
...Evet başka soru var mı? ( ). Hanfendinin sorduğu şu: Beni bir yazı yazdım. Bazı ilişkilere bakarsınız, üçüncü göz, o ilişki için şöyle der; “Bu hastalıklı bir ilişki, bunların arasında hastalıklı bir ilişki var.” Mesala kadın çok oynak gözükebilir diğerlerine, ya da adam çok kötü huyları olan biri gibi gözükebilir dışardan. Ben bir ilişkiyi ancak kişinin anlayabileceğini düşünüyorum. Bazen öyle insanlar bir araya gelir ki; onlar birbirlerine hiç benzemezler. Ama onların hastalıkları birbirine benzeyebilir ve bir ilişkide eğer kadınla erkeğin hastalığı birbirine benziyorsa, emin olun yeryüzünün en güçlü ilişkisi olur. En acılı belki, ama en güçlü ilişkisi olur. Bu bir tür kristal denizaltı gibidir. Dışardan bakanlar sizi görürler, aranızdaki ilişkiyi anlamazlar ve size acırlar. O ilişkinin ne olduğunu anlayabilmek için o denizaltının içinde olmak, o ortak hastalığı yaşamak, o ortak hastalığın içinde kaybolmak gerekir...
...Başka soru var mı? ( ). Teşekkür ederim, sende nasıl bir izlenim oluşturdum bilemem. Ama Türkiye’nin Kerkük politikasını benim düzenlediğim gibi bir sonuç çıkarmandan, etkili bir insan gibi gözüküyorum anladığım kadarıyla. Bu konuyu bir düşüneceğim. Yarın karar vereceğim. Şu anda bir kararım yok, biz Kerkük’ü alalım mı, almayalım mı diye. Bir yeri almak zordur. Kolay kolay bir yeri insana vermezler. Bakın Türkiye dünyanın en belalı üçgeninin ortasında. Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu. Ayrıca bu üç bölge, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde kalan bir bölge. Biz bir şekilde, bu bölgenin doğal lideri gibi duruyoruz. O imparatorluğun merkezi biziz. Türkiye’yi çözmeden, bu üç bölgedeki problemleri kolay kolay dünya çözemez. Onun için Türkiye’deki problemleri çözecekler ama Türkiye’nin güçlü olması için, bir ülkenin problemlerinin çözülmesi için güçlü olması gerekir, üç tane yerde güçlü olması demektir; Güçlü para, güçlü bir ordu, güçlü bir demokrasi. Eğer bu üçüne sahip değilseniz, siz güçlü olamazsınız ve güçlü olamazsanız sorunlarınız olur. Şimdi ordu hakkında konuşmayayım, onlar benden hoşlanmıyorlar, beni mahkemeye veriyorlar. Paramız güçlü mü? Amerikalılar size bir dolar veriyorlar, bir buçuk milyon lira veriyorsunuz. Hesabı zor, utanç verici. Bir de Türklerin bir Ulusal Onur’u var. Bir Türk’e ne zaman bir şey söylesen; “Ben ulusal onuruma ses çıkartmam arkadaş” diye birden fırlıyor. Peki bir dolara, bir buçuk milyon lira vermek çok mu onurlu? Paranın kıymetini bil. Peki demokrasi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sağlam bir demokrasimiz var mı? Eğer demokrasimizin sağlam olduğunu düşünüyorsanız şuna cevap verin; güçlü bir ordumuz var mı? Aynı zamanda buna cevap vermek isteyen kimse var mı arkadaşlar? Her sağlam bir demokrasinin ( ). Bu doğru. Ama bizim bölgemizde bu gerekiyor, çünkü bizim bölgemizde ilişkiler hala ordular üzerinden gelişiyor. Bir zaman sonra söylediğin çok doğru, Avrupa’nın şu anda sağlam bir orduya ihtiyacı yok, çünkü sağlam bir demokrasileri var. bizim bölgemizin de böyle olabilmesi için şimdilik buna ihtiyaç bulunuyor. Söylediğin gerçekten doğru."
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:17