Medya
  • 11.10.2006 15:58

CAN DÜNDAR'A ''PUŞT İKSİRİ'' İÇİRECEĞİM

Ufuk Güldemir geçtiğimiz gün av tutkusunu eleştiren Can Dündar'la ilgili ağır bir yazı kaleme aldı. Vatan Yazarı Metin Münir'in yüzüne tüküren Güldemir'den Can Dündar'a: Ona gördüğüm yerde puşt iksiri içireceğim... İşte Güldemir ve Dündar'ın yazıları...
 
Ufuk Güldemir'in Habertürk'teki yazısı
 
CAN DÜNDAR'A ''PUŞT İKSİRİ'' İÇİRECEĞİM
 
Ayşe Arman'ın sorularını yanıtlarken , avcılık tutkumu eleştirenlerin asıl derdinin ''avcı ben'' değil, ''gazeteci ben'' olduğuna atıfla, meslek hayatımın bir noktasında o eleştirenlerle mutlaka bir noktada çatışmış olabileceğimi, ayaklarına basmış olabileceğimi, ya da müptela veya loser olabileceklerini anlatırken, bir kategoriyi atlamışım:
 
İyilik yaptıklarımı...
 
En tehlikeli kategori meğerse buymuş. Şimdi bakıyorum da canımı en çok yakan saldırıları bunlar yapıyor.
 
Mesela Metin Münir ile Can Dündar bu kategoriye giriyor
 
Düşünüyorum, düşünüyorum ''ben bunlara iyilik ve dostluktan başka ne yaptım ki, giderayak canımı yakan yazılar yazıyorlar'' diye, bir şey bulamıyorum.
 
Kariyerimin her noktasında bunları kollamışım, hakettikleri profesyonel değeri vermişim.
 
''Kimbilir belki de bunun altında kaldılar?'' diye düşünüyorum.
 
''Acaba kendilerine değer vermem, iyilik yapmamdan rahatsız mı oldu bu dostlarım, ezildiler mi ben farkında olmadan'' diye aklımdan geçiyor?
 
Çünkü bakıyorum, hırslanmışlar. eski yazılarımı falan arşivlemişler, altını cizmişler bazı cümlelerin, not almışlar sağına soluna. Kızmışlar gizli gizli.
 
İyilik yaptıklarımın dünyasında bu nefret fırtınası koparken, ben de, İkarus'un Düşüşü'ndeki garip çiftçi gibi toprağı sürüp durmuşum, güneşin kanatları erittiğinden bihaber.
 
Benim gibi self made , ''insan muktedirdir'' diye yaşayan insanların işte böyle saf bir tarafı vardır.
 
Mesela iyilikten maraz doğduğunu bilmezler.
 
Ama gizli düşmanı açığa çıkardıkları zaman da öfkelerini gemleyemezler.
 
Şimdi Can Dündar ile de bir yerde karşılaşmayı diliyorum, beni ondan ayıran ''tanrıdan.''
 
Kollarını açıp ''geçmiş olsun'' diye geldiğinde yanıma, onu birisi ile tanıştıracağım.
 
Adı Uğur Mumcu...
 
Davranış dersi hocam olur.
 
Puşt iksirinin mucididir.

CAN DÜNDAR NE YAZMIŞTI

Avcı

"Neden avlanıyorsunuz? Avlanmak size yaşadığınızı mı hissettiriyor?"
Ayşe Arman bunu Ufuk Güldemir'e soruyor.

"Avlanırken nedenini düşünmüyorum. Avcılığımı eleştirenlerle de aynı değerleri, aynı 'tanrıları' paylaşmıyorum" diyor Ufuk...

Avcılığını "marjinal insanlar"ın eleştirdiğini söylüyor:

"Biri müptela, öbürünü genel yayın müdürlüğüm sırasında işten atmışım..."

Ben bu listeden değilim.

Müptela sayılmam.

Ufuk'un işten attıklarından değil, işe aldıklarından biriyim.
 
Milliyet'teki ilk sütunuma onun davetiyle kavuşmuştum.

Yine de avcılığı, ona yakıştıramamışımdır.

Tıpkı hastalığı yakıştıramadığım gibi...

***

Ernest Hemingway de avcıydı.

Küba'da yaşadığı küçük evi gezerken türlü çeşit av aletleri çekmişti dikkatimi... özellikle boy boy oltalar...

Nobel aldığı romanı "İhtiyar ve Deniz"in ilhamı, belki öyle bir balık avından hatıraydı.

Evde çerçevelenmiş bir mektup vardı:

"Çanlar 45 bin sattı" diye müjdeliyordu yayınevi...

"Çanlar Kimin İçin Çalıyor"u orada yazmış, kitabın geliriyle Kübalı devrimcilere yardım yapmıştı. Ama devrimden sonra terk etmişti Küba'yı...

Karaciğeri iflas etmişti. Ruhsal çöküntüdeydi.

Artık av bile onu yaşatmaya yetmiyordu.

İçine dönük bir safaride kalemden bir mızrakla yaralamıştı ruhunu...

Kalabalıklara karışıp kanı durdurabilecekken, yalnızlığı seçip yarayı hepten kanatmıştı.

Avcılığın bir kuralı vardı:

"Temiz öldürme sorumluluğu..."

Yani acı çektirmeyeceksin; bir hayvanı yaraladıysan onu sonuna kadar izlemek zorundasın.

Yıllarca avına reva gördüğünü, bu kez kendine uyguladı:

Yaralı benliğini daha fazla acı çekmekten kurtarmaya karar verdi.

Güvercin avında kullandığı tüfeğinin tetiğini bir kapının tokmağına bağladı.

Namluyu kalbine çevirip kapıyı kapattı.

"Son av"ı kendisi olmuştu.

***

Giderayak şöyle yazmıştı:

"Uzun bir hayat, insanın iyimserliğini yok eder. En iyisi vücudu eskitip yaşlandırmadan, hayaller yıkılmadan, gençliğin mutluluğu içinde ölmek, bir ışık seli içinde gitmektir."

Ölümle yüzleşmişlere özgü cesaret cümleleri bunlar...

Aynı olgunluk, Ufuk'un söyleminde de var.

Amerika'da Hasan Cemal'e "Çok hırslı, çok tutkulu avlar yaptım" demişti:

"Pamir platosunda Marco Polo koyunu avladım; bir ay sonra Kutuplar'da beyaz ayı... Ama her şey bir arada olmuyor. Doludizgin yaşadım. Artık bazı hırsları bir yana koymak lazım."

Sadece kanserin değil, pek çok hastalığın dermanı gizli bu sözlerde...

"Avcılığı eleştirenlerin tanrıları" da aynısını öğütler...

Ufuk'un kendine cenaze şarkısı olarak seçtiği "My Way" de der ki:
"Sevdim, güldüm ve ağladım/ doydum; yenilgilerden payımı aldım/ şimdi dinerken gözyaşlarım, hepsine gülüp geçiyorum/ Onlarla yüzleştim ve ayakta kaldım".

***

Hemingway, kendisine acı veren yüreğine sıkmıştı kurşunu...

Ufuk, eminim kanserine sıkacak ve ayakta kalacak.

Belki de onun "son avı", zihninde yaraladığı dünyevi hırslar olacak.

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 02:32

İLGİLİ HABERLER