Gündem
  • 15.4.2002 14:49

CİNDORUK: APO'YU ASMAK ÇOK KOLAY...

KAYNAK : Haber Vitrini "Kurt politikacı" politikacı dedikleri bu olsa gerek. Ciddi manada, siyasi röportajlarımın ilkini Cindoruk'la gerçekleştirdim. Bir şey söyleyeyim mi size, doymadım, doyamadım duyduklarıma... "Canlı tarih" desek yeridir. Politik düşünmüyorum bu konuda, kimsenin taraftarı da değilim. Ama, geçmişi "kurt politikacı" dedikleri kişinin ağzından detaylarıyla duymak harika bir duygu.. Tamam tamam kızmayın, edebiyat yapmayayım.. Sorularıma başladım bile... - Memleketin şuan ki hali nedir sizce? -Ben şuan ki kelimesine hiç katılmam. Türkiye'nin durumu ikiye ayrılmış tarihi itibariyle... 1923'den 1950'ye kadar olan dönem ve 1950'den bu yana geçen. Demokratik yapının ilkel bile olsa kurulduğu dönem olan 1950'den sonrası çok önemli. 1923 ile 1950 arasındaki dönem ise, daha ziyade tek parti dönemi ama, ona rağmen oda başarılı bir dönem. Nedeni şu; Ne faşizm, ne nazizm, ne de komünizm Türkiye'ye girmemiş. Çok temel diktatörlük öğeleri Türkiye'ye sahne olmamış. O Türkiye için bir avantaj. O nedenle demokrasiye geçiş kolay oldu. Siyaset çevresi eğer siyaset yapmasaydı, bugün daha ileri bir demokrasi gerçekleşirdi. Üstelikte Avrupa Birliği'nin bu taleplerine muhatap olmazdık. Biz Avrupa Birliği içinde başka ülkelere şart dayatırdık. Ben kendi dönemimizi de eleştirmişimdir. 1950-1960 arasında Demokrat Parti büyük bir kalkınma hareketi yaptı. Türkiye bence en önemli dönüşümünü bu dönemlerde yaşadı. Yani bu dönemler demokratikleşme açısından büyük bir kayıptır. Sonra 1961 Anayasası geldi. Bu Anayasa'nın bir tek yanlışı vardır. Cumhuriyet Halk Partisi ayağına dayalı olması. Demokrat Parti ayağını ihmal ettiler. Halkın toptan benimsediği bir Anayasa çıkmadı. Uzlaşma Anayasa'sı olamadı. O nedenle de hem 1971'de değişime uğradı, hem de geriye döndü. Hem de 1982 Anayasası Türkiye'nin başına geldi oturdu. Onun için iyi bir Anayasa yapmak istiyorsak, toplumsal uzlaşma, sözleşme niteliğinde bir Anayasa yapmak zorundayız. Siyasi tarafları bir araya getirmeli, toplum kaptanlarını bir araya getirmeli... Eğer sınıflaşma olduysa, sınıflaşmayı da uzlaşmanın içine almak zorundayız. Türkiye'de burjuva olmadığı için, açıkçası burjuva sınıfın ağırlığı olmadığı için, askeri kesimin ağırlığı olur. Türkiye demokrasiyle değil, bürokrasiyle idare edilir hale geldi. - Hala öyle mi Sayın Cindoruk? - Evet hala öyle. Yani Türkiye 1923'den bu yana bürokrasiyle idare ediliyor. Bu bürokrasinin bir kısmı askeridir, bir kısmı da sivil bürokrasidir. Çok çarpıcı örnek, geçenlerde Sayın Ecevit'in şikayet ediyor. Ne diyor? Özel kurumlardan kurtulmalı Türkiye diyor. Neden? Çünkü siyasetin ağırlığı yok, siyasetçinin de ağırlığı yok. Parantezi açmak gerekiyor. Niye siyasetin ağırlığı yok? Çünkü siyaset yapıcı olan, siyasetin en büyük aktörü olan siyasetçi yok. Siyasetin kendi ahlakı ve dayanışması Türkiye'de oturmadı. Oturmayınca bu açığı bürokrasi kapattı, bu açığı asker kapattı. Bir şey oldu; Türkiye birliğini korudu diyorsunuz... Acaba Türkiye demokrasiye geçseydi böyle mi olurdu? Hayır... Daha demokratik, ülke insanına daha fazla konfor getiren bir devlet olurdu. - Bugün tartışılanların içerisinde daha fazla demokrasi dediğimiz kürtçe TV, anadilde eğitim, gibi tartışmalar var. Ama yine de bir korku var. Mesut Yılmaz'ın bu yönde AB şartını öne sürerek, olumlu adımlar attığı, yani kendisi öyle söylüyor, AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer gibi söylemler ve karşı taraf... Ne düşünüyorsunuz? - Şimdi, yanlışları takip ediyor Türkiye. Doğruları saptamıyor. Pek çok konu tartışılıyor. Özgürlükler her şey... Onları tartışıp, tarif etmeye çalışacağınız yere, demokrasiyi tarif edin... Eğer tam demokrasiyi ortaya çıkarırsanız, o zaman olur. Bu dediğiniz kurumların sınırları belli, tarifleri de belli, uygulamaları da belli. Türkiye bir anayasa mimarisi neden kurmuyor? Demokratik standart anayasalardır. Yani AB'ye girmek için bir sürü standart var. Bunu ötesinde başka bir standart var... Demokrasi standardı var. AB'ye alınamıyor Türkiye. AB Türkiye'ye evvela demokrasi normlarını getiriyor. Kopenhag kriteri belli. O ekonomi sosyal ilişkiler mühim değil, demokrasi standardı çok önemli. O standardı siz uygular ve kabul ederseniz, AB'de öteki konulardaki verilerin önemi de dikkat etmez. Siz bilgisayarı almışsınız, yapabilmiş misiniz? Hayır... Bilgisayarı adapte etmişsiniz, takmışsınız kullanıyorsunuz. Demokrasiyi o zaman neden yeniden yapmaya uğraşıyorsunuz? Dünya standardı bir demokrasi vardır. Cep telefonunu biz mi icat ettik? Hayır ama getiriyorsunuz ülkeye kullanıyoruz. Peki demokrasiyi niye getirmiyoruz? Demokrasi standarttır belli... Onu da getirin. Burada en büyük tartışma idam cezasıdır. İdam cezası kalkmış Türkiye'de. Bir kişi asabiliyor musunuz? Hayır... Kaç senedir asamıyorsunuz? 20 senedir... 20 senedir kullanmadığınız bir cezayı kaldırmakta neden tereddüt ediyorsunuz? - Düğümü orada Abdullah Öcalan engelliyor... - Çünkü ayrıntıya gidiyorsunuz, sonuca gidiyorsunuz. Sizin gücünüz var mı ki Apo'yu asabilesiniz? Ben mesela MHP'li arkadaşlara söylüyorum. Bir kanun teklifinde bulunursunuz, bizim anayasamızda kanunlar var, kanun teklifiyle kanunlaştırır asarsınız. Demek ki MHP'de populizm yapıyor. Veya Meclis'te başka partilerden arkadaşlarda var. - Tansu Hanım asalım diyor... - Asalım diyor... O onun fikri, ciddiye almam. Ama Devlet Bahçeli ciddiye alırım, O ciddi bir devlet adamı. Partisi var, partisinin görüşleri var, bir akımı temsil ediyor, tarihsel gelişimi var. Devlet Bahçeli bu konuda bir sonuç almak istiyorsa elinde fırsat var. - Peki bu takiyye mi? - Takiyye de değil. Populizm'dir. Tabanına yarın diyecek ki biz bunu asmak istiyorduk ama, koalisyonla anlaşamadık. Koalisyon olunca oy çokluğumuz yok. Oy çoğunluğunun olmamasının bu konudaki tek somut kanıtı şu olabilir; Meclise getirirsiniz ve bunu da bir tasarı olması da şart değil. Meclis Başkanı söylüyor. Kanun teklifini verir Milletvekili, komisyon Apo dosyasını Adalet Bakanlığı'ndan ister. Ve bir haftada da meclisten oy çıkar. O meseleyi öyle çözemiyorsanız o zaman muhalefet etmekten vazgeçin. Onun için diyorum ki bu Apo'ya bağlı iş değil. Apo'ya bağlı bir iş olsa MHP bunu yapar. Bu sadece seçimde kullanılmak için açıkta tutulan, yüzde yüz uygulanacak olan bir AB şartı, hatta insanlık şartı. O da Ceza Hukuku'nda ceza sayılmaz. - Mesut Bey'in çırpınışını samimi buluyor musunuz? - Sayın Yılmaz bu konuda bu kadar samimi değil. Daha evvel destekçisi de değildi. 55. hükümette ben bu yılı hukuk yılı yapalım, reformlar yapalım dedim. Yılmaz ve Ecevit çok doğru bir şey söylediler; "Bunu yapalım" dediler. Çıka çıka "Haller Kanunu" çıktı. Başka da kanun çıkmadı o sene. Samimi değil ama, siyasetçi olarak iyi bir fırsat yakaladı. Bir boşluğu gördü diye düşünüyorum. AB'ye girmek isteyen çoğunluğun sözcüsü yoktu, temsilcisi yoktu. Hatta onu destekleyen de yoktu. Halk bunu destekliyor. Şimdi seçim sonucu alınarak bunun kullanılacağı anlaşılıyor. Adalet Partisinden sonra, Cumhuriyet Halk Partisi de girmeyi ertelemişti. O tarihten sonra tekrar başvuruldu. Böylece sürüp gidiyor. AB'ye girme iradesini tekrar pekiştirmiş olduk. - Peki samimi olan kimse var mı? - Evet var. Halk... - Halkın beklentileri ve güvensizliği ve bu konuda endişeleri var doğal olarak. Hiçbir şey bilmeyen bu halka ne önerirsiniz? Yani belki de oy atamayacak bir kesim var. Ben de farzedin ki bunlardan biriyim. Ne önerirsiniz bana? Ne yapmalıyım, kime oy verelim, kimi destekleyeyim sizce? - AB fikrinin 1950'lerden bu yana takipçisiyiz. Bir Cumhuriyet kuşağı var ki, bizim kuşağımızdır o, AB'ye hep taraftar oldu. Her parti de var böyle arkadaşlarımız. Ama biz belli bir kuşağın temsilcisi olduk. Çoğumuzda siyasette bugün yokuz. AB fikri çok önemli bir fikirdir. Bu tarihsel bir gelişmedir. Ben AB fikrini hep, biraz ütopik, ideolojik bulmuşumdur daha gençlik yıllarımda ama, savunulması gereken bir hedef olmalıdır. Gericiliğe karşı, laiklik karşıtına karşı ve toptan dinciliğe karşı, askeri darbelere karşı tek kalesi Türkiye'nin AB olmalıdır. Hep ihtiyatla yaklaşmışlar. Ne zaman kadar? Para birimini, ortak para birimi haline getirene kadar. Ülkeleri arasında en çok kıskanılan bayrak ve paradır. Esirgenen ortak bir para ve bayrakları vardır. 12 yıldızdır ama yarın 27 yıldız olabilir. Bugün bir AB ülkesine gittiğiniz zaman o bayrağı da görüyorsunuz. Ama esas önemlisi o iki ülkenin parasını rafa kalkması ve ortak para birimini kabul etmesi. AB bu hale geldikten sonra Türkiye'nin bunun dışında kalması cinnettir. AB ordusunu kurar kurmaz o ayrı bir şeydir. Önemli olan mali ve siyasi açıdan bir birleşmiştir, gerisi gelir. Ve Türkiye bunun içinde yerini almazsa çok yalnız kalır. - Peki bu cinneti kim önleyecek? Mesut Yılmaz'ın çok samimi olmadığını söylediniz. - Samimi olmadığını söylüyorum ama, samimiyet çok önemli bir unsur değil. Bu işe büyük bir partinin girmiş olması daha önemli. - O zaman hemen Hürriyet'in manşetine gelelim. Merkez Sağ'ın yeni lideri diye, Mehmet Ali Bayar gösterildi. Yani öyle bir oluşum mu çıkıyor ortaya? - Mehmet Ali Bayar'ın gelişiyle de Türkiye uygarlık yolunda genç kuşaklara kavuşuyor demektir. Ben demokrasi olarak uygarlık yolu demişimdir. Demokrasi uygarlıktır, Türkiye inşallah hem sanayileşecek, hem de demokratikleşecek. Bu yolculuğa Mehmet Ali Bayar'da katılıyor, en genç siyaset lideri olacak. - Sizin katkınız nedir bunda? - Yüzde yüz... - Getirilmesinde mi, bu yola koyulmasında mı? - Her zaman, her zaman destekledim, her zaman konuştum kendisiyle. - Sayın Demirel'le bu konuda istişare ettiniz mi? - Demirel'de bu konuda sıcak bir kuşaktır ama, aklımıza ilk gelen isim Mehmet Ali Bayar'dır. - Ne oldu Tansu Hanım'la sıcak ilişkiler sağlanmıştı. Siz de yemeğe gidecektiniz son anda. Amerika'da malını getir diye bir şeyler söylediniz. - Hayır benim söylediğim şu; Kesin dönüş yapılması gerektiğini söyledim. - Bu lafı söylediniz mi? - Evet söyledim. ABD'de vergi mükellefi ve ABD'de de malı mülkü var. Önemli bir siyasetçinin ABD ile pazarlık yapması mümkün değildir. Ya da ABD'ye karşı haklarını koruması mümkün değildir, olabilecek iş değildir. Üstelik ciddi bulgular var, kendisinin ABD vatandaşı olduğuyla ilgili. O nedenle Çİller'in Türk siyasetinde görevini yapması gerekir, ona müthiş bir fırsat verdik. O değerlendiremedi. İkinci bir fırsat gereksizdir. Açıkçası aynı arabayla kaza yapmak çok yanlış olur. Aynı şoför, aynı araba... Tansu Çiller'de artık orta yaşlıdır... - Yaşlandı mı? Genç görünüyor... Bir dönem geldi. Sayın Demirel'le haftalık görüşmeler yapılmaya başlandı. Mesaj alınmaya başlandı. Orhan Keçeli DYP'ye geri katıldı ve Keçeli ile sizin birlikte hareket ettiğinize dair işaretler var... - Orhan Keçeli arkadaşım. Ben DYP'siz de, DYP'de 2,5 yıl Genel Başkanlık yaptım. DYP'ye gidecek olsam aracıya ihtiyaç yok. bizim orada söylediğimiz şu; DYP 1985 yılındaki misyonuna dönsün, bütün insan haklarına saygılı olsun, idam kalkmasın diyen bir DYP olmasın. Demokrasinin değişmesine karşı çıkan DYP olmasın. Yasakları savunan DYP olmasın, O bizim DYP değildir. O zaman birinci, ikinci başarısız Genel Başkan'ı tekrar piyasaya sürmek bizim yaptığımız fedakarlık. Hem Sezgin'in, hem benim yaptığım fedakarlığı Tansu Çiller yapar. O zaman Mehmet Ali Bayar yapar. - Bütün bu dedikleriniz olsa her anlamda verilen örnekler yerine gelse o zaman DYP'yi destekler misiniz? - Hayır... - Yaşlanmış mı? - Hayır yaşlanmış değil ama kalitesine güvenmiyorum. Yani bir Genel Başkan ne zaman gaf yapacak diye korkuyorsanız, o Genel Başkan'dan o zaman kurtulacaksınız. Korku insanı yanlışlara götürür. Genel Başkan'dan korkan parti yürümez, yürümüyor, %27 bıraktık parti oyumuzu, %12'lere düştü. - Ama şuan da çok iyi olduğunu söylüyorlar parti oylarının... - Kim söylüyor? - Tansu Hanım söylüyor... - Tansu Hanım söylüyorsa iyi değildir. Benim gördüğüme göre hiç bir şansı yok. Bir tek şansları var; Partiler arasında ittifak süreci başladı. Son yıllarda Avrupa'da bu çok yapıldı. Partilerde ittifak yaptıkları için, koalisyonlar kolaylaştırıldı, birbirine benzeyen partiler ittifak yaparlar. Koalisyon protokolü seçimden önce, ilan edilir. Sol partiler birleşir, sağ partiler birleşir. bu da yapılacak seçim protokolüyle de temin edilir. Meclis Başkanı olduğum zaman da ben bunu savundum. Hükümette de savundum. Ecevit karşı çıktı, kabul ettiremedim. O seçim kanunu ittifakı çıksaydı, mesele biterdi. Ya barajı indirecekler, o zaman acılı bir meclis ortaya çıkacak ama şu aşama da yapılacak en iyi şey seçim ittifakı kanunudur. - Sayın Demirel de son dönemlerde Çiller'e destek veriyordu. Sizin Demirel'le olan ilişkilerinizi biliyoruz. O halde bu destek geri çekildi. - Demirel destek vermedi. Bir gün Çiller'le yaptığı konuşmadan sonra Sayın Demirel'in bir beyanda bulunduğunu gördünüz mü? Hep bir ümit, hep Çiller çıkıyor, o konuşmaların amacı Çiller'in kapı önü propagandası ziyaretleridir. Sayın Demirel de yaşlı ve tecrübeli bir devlet adamı olarak kimseye gelme diyemez. Demirel onu dinliyordur, anlatır, anlatır... Siz şunu düşünün; 1991'de olay mevzuu olmuştu. İki anahtarı tekrar kurtuluş umudu diye gören bir Genel Başkan neden ders almış 11 sene sonra? Yani millet unutmuş tekrar hatırlatıyor. Tansu Çiller sürekli anahtar deyip duruyor. Hangi kapıyı açacak o anahtarlarla? Ben o zaman Genel Başkan Yardımcısı idim. Sordum kendilerine, "Anahtar nereden çıktı, siz inanır mısınız halk adına?" Bir ev, bir de otomobil anahtarı verecekler diye. Askeri ücretle yaşıyorsunuz, tarlanız kurumuş, ekmeğiniz yok. - O zaman son olarak Tansu Hanım meselesini kapatalım... - Zaten gündemimizde yok... - Hüsamettin Cindoruk, Mehmet Ali Bayar'ın gelemsiyle birlikte aktif siyasette ne yapacak? - Ben onu sonuna kadar destekleyeceğim. Zaten DTP'nin kurucusuyum. O desteğin içinde Mehmet Ali Bayar da var. Mehmet Ali Bayar'ın söylediği çok güzel bir deyim var: "Makul çoğunluk." Ben o makul çoğunluğun içindeyim. - O makul çoğunluğun içinde sizin "gelin" deyip kıramayacağınız insanlar var mı? Mesela İstanbul'da Orhan keçeciler, onlar da önemli mi? - Onlar bireysel olarak yönlendirdiler. Ben ce Bayar'la birlikte siyasete yeni isimler kazandırılacak. yeni kuvvetler, yeni beceriler kazandırmalıyız. Biraz önce şikayet ettim. Sİyasetin beceriksizliğinden bürokrasi öne çıktı dedim. Siyasetçi becerisi, kalitesini arttırırsa, Türkiye demokrasiye daha kolay adapte olur. Bürokrasi görev alanının içinde kalır. sivil bürokrasi devletin organlarıdır ama, siyasiler üstün olduğu zaman onlar kendi alanlarına çekilirler. - Hürriyet'teki manşet bizi korkuttu. Merkez Sağ'ın yeni lideri surmanşetten verince benim aklıma "Leydi'nin topuk sesleri" surmanşeti geldi. Ben ondan dolayı biraz çekimserim. - Bayar Anadolu çocuğudur, akıllıdır, bir esnafın oğlu, mütevazi bir anadolu çocuğudur. - Sonradan bozulmaz mı yani? - Hayır hiçbir şey olmaz. Mehmet Ali Bayar tam bir Anadolu çocuğudur. ABD'de okumuş olması hiç bir şeyi değiştirmez. - Yani bu ışığı da gördünüz. - O işin başına geçerse ben bunları gençliğimden beri tanıyorum, başarılı olmasını istiyorum. siyasette yüzde yüz başarılı olacak diye bir şey yok ama, benim gördüğüm başarıya aday genç kuşağın içinde en önemli isimlerden biridir. - O zaman şu da ortaya çıkıyor. Demirel siyasete dönecek mi, dönmeyecek mi? - Demirel siyasete dönecek. Bayar'ın arkasında durduğumuz zaman biz onu siyasete döndürürüz. - Demirel'le görüştünüz mü? - Görüştüm. Mehmet Ali Bayar'a dua ediyoruz, elimizden gelen desteği esirgemiyoruz ama, bir tek Bayar’la olmaz. onun bir kadro hareketi yapması gerekiyor. Bir de, yeni bir fikir akımı getirmesi gerekiyor tabii. Türkiye'nin dikkatinden kaçan bir DTP programı vardır. Türkiye yeni bir Anayasa imaresi getirecek, yeni bir başkanlık sistemi üzerine çok güzel bir programdı. Devlet kitabıdır, siyaset kitabıdır. Bunu anlatamadık basında, TV'de yer vermedi. - Amblem değiştirmeyi düşündünüz mü? Ambleminiz tutmadı. - Ama şemsiye tuttu. DTP'yi tuttu halk. Ama DTP'ye oy vermedi kazanamıyacağı için. Medya DTP'nin seçime girmesini sakladı. Bugün seçim medya da, özellikle TV'de oluyor. Bizi TV programına çıkarmadılar. 5 partiden ibaret bir paket koydular ortaya. Her türlü müzakerelerde bir parti anlatıldı. - TV'lerde belli partilerde, belli TV'ler destekliyor. Bu seçimler nasıl oluyor? Medya mı karar veriyor? Genel Başkanlar mı gidiyor? - Gidiyorsunuz, konuşuyorsunuz, size gayet sevgili ve saygılı davranıyorlar, sonra da karar veriyorlar. oyları dağıtmamak gibi bir duyguları olabilir. bir de destekledikleri Genel Başkanlarının kendi lehlerine göre, faydalı işler yapacağını düşünüyor olabilirler. - TV sahipleri birini destekliyor diye mi oluyor, yoksa partinin reklamı mı yapılsın isteniyor? - Oda para meselesi. Eğer medya sizi destekliyorsa objektiflerde de kısıtlamalar yapılıyor. Ve tabii geçmişi eleştirmek istemiyoruz. Benim o gün söylediğim bir laf var. "Ben o seçime gireceğim, ne kadar oy alırsam alayım, ya partiden çekileceğim, ya da devam edeceğim. buna halk karar verir. Halk yanlış karar verdi, yanlış oy verdi. Biraz önce söylediğim sözü tekrar ediyorum. Eğer Türk halkı bu beş partiye oy verirse kaybeder. Bence halk yanıldı. Halk cenazelerde, şehir törenlerinde slogan yapan partilere oy verdi. Ben olsam onlara oy vermezdim. Hükümet 1999 seçimlerinde bir kaos yaşadı. - Yani hükümet tarafında her şey güllük gülistanlık mı, kriz bitti mi? - Kriz nasıl biter. dolar 1.300.000 lira... Türkiye 1999'dan bu yana iki kriz yaşadı. Kasım ve Şubat krizi. bu iki krize neden de hükümettir. Hala ayaktadır. Gaf yapan Başbakan ile ana muhalefet partisi başkanı yarış içinde. Ama beceri yarışı değil, beceriksizlik yarışında. Artık bir güvensizlik söz konusu belki de bu yönden hala daha iktidardalar. niye korkuyorlar? Anlamıyorum bu devletten, bu hükümetten. - Kandilli Rasathanesi'nin tepkisi var başbakanlığa... Hemen onun akabinde Sayın Ecevit'e bir öneriniz var mı? - Sayın Ecevit'e bir sözüm var. Şimdi siyasette yaş haddi yok. Daha doğrusu sizi sorgulayan yaş hakkı kanunu yok. Personel rejimi kanunu var sınır 65. Üniversitelerde ise 67. Yine törenini getirdiği bir yaş haddi var. Ecevit gibi bilge bir adamın diretmesinde bence çok büyük bir yanlış var. Tartışmadığım, saygı duyduğum, çok sevdiğim, hatta çok eski ilişkileri olan ama, Türkiye'yi seviyorsa kenara çekilmesi gerekir. Ama çekilirken de boşluk yaratmaması, çekileceği zamanı iyi ayarlaması, yerine koyacağı çözümü iyi belirlemesi gerekir. - Ecevit çözüm bulamadığı için mi çekilmiyor? - Cumhurbaşkanına üç dakika da çözüm buldu da buna niye bulamadı. - Gençleşti ama efendim, iyi konuşuyor. - Kuran-ı Kerim'de bir ayet var. Her türlü hastalığa karşı Cenab-ı Allah bir çözüm bulmuştur. İhtiyarlığa karşı, yaşlılığa karşı bir şifası yok. Yaşlılığın şartlarına uyacaksın, yaşlanmayı bileceksin. Ben Celal Bayar'ın 25 sene avukatlığını yaptım. Onun kadar güzel yaşlanan, yaşlılığını iyi kullanan ve kararlarında yaşlılık konusunu dikkate alıp mantığını öne çıkaran bir başka adam görmedim. Çok büyük bir devlet adamıydı. Nitekim dikkat ederseniz son 25 yılı gayet olumlu geçmiştir. Herkesin fikrini almaya çalışmıştır. Hatta karşıtlarının da. - Yani fikir vereceği bir konumda olmalı. - O ne kadar güzel bir şey. Onu yaşadım ben. Ecevit için söylemiyoruz. Belki 77-78 yaşında daha dingin. Çok güzel Türkçe kullanan bilge adama gaf yapmak yakışmıyor. Onun üzülmesine ben üzülüyorum. Ve o üzüntümün bir başka nedeni de, devlet idaresinde ne çeşit bir yavaşlamanın olduğunu ben yakinen gördüm. Şimdi de görüyorum ve devletim adına üzülüyorum. Halkım adına üzülüyorum. - Şöyle bir söylenti var. Rahşan Hanım'ın çok iyi idare ettiği, hem de sizin adaşınız Hüsamettin Özkan'ın, bu işi perdenin gerisinde çok iyi yürüttüğü yolunda bir takım iddialar var. Yani bu ilk seçime kadar böyle gitsin mantığı mı? Türkiye'yi Ecevit mi yönetiyor Sayın Cindoruk? - Biraz önce söyledim. Tam olarak ülkeyi siyaset yönetmiyor. Önce siyasetin yönettiği bir Türkiye'yi kurmak için, müthiş bir enerjiye ihtiyaç var. O yok bugün ki hükümette. Bir ileriye bakış, bir vizyon yok. Ama fiilen Başbakanlık yapan bu zatın hiç olmazsa bu açığı kapatması gerekir. Çok aktif olacak, çok iyi düşünecek, dünyayı takip edecek. Yani, günün 24 saatinin, 18 saatini çalışacak bir Başbakan'a ihtiyaç vardır. Ve enerjik bir Bakanlar Kurulu'na ihtiyaç vardır. Ama her şeyin tepesinde bugünkü sistemimiz Başbakan'a Türkiye'de icracılık görevi vermiştir. Başka Başbakanlar gibi yönlendirici değil. Böyle bir yerde Sayın Ecevit'in bırakması gerek. Ama zannediyorum bırakmasının koşullarını kendisine göre organize etmeye çalışıyor. Ecevit çok uzun siyaset yaptı da, başarıya açtır. Ecevit'in başardığı siyasette önemli bir olay yoktur. Bakınız hala köy-kent işinde koşuyor vs... Kendini ispatlamak istiyor siyasette. Sadece muhalefet partisi zamanında yaşadığı başarıyı iktidar döneminde yaşayamadı. - Hiç bir başarısı yok mu? - Hatırlarsanız söyleyin. - Ama ülkeyi iki defa krize gönderdi, büyük başarı. - Türkiye'deki en büyük kriz Demirel'in Başbakan olduğu 1979 krizidir. O zaman yokluklarda vardı. Hiçbir şey yoktu Türkiye'de. Su yok, yol yok, her şey yoktu o zaman. Yakıt yok. Evlerde kaloriferler yanmıyor. Öyle bir anda bıraktı gitti. 24 Ocak kararlarıyla Demirel Türkiye'yi düzlüğe çıkardı. - Biz merak ediyoruz. Cumhurbaşkanı'nın tavrı hükümete, medyanın Cumhurbaşkanı'na tavrı nasıl sizce? - Çok saygın birisidir. Ağır başlı bir yargıçtır. Ama her yargıç Cumhurbaşkanı olur diye bir kural da yoktur. Orada ikilem şu; Cumhurbaşkanı bir siyasi kavram, bir siyasi makamdır, bir siyasi kimliktir. Oraya yargıdan ve hiç bir deneyimi olmayan bir kişiyi getirip kabul ettirmesi zor. O ikilemi yaşıyor Sayın Cumhurbaşkanı. İçinde hala bir Anayasa mahkemesi Başkanlığı var, oraya anayasa mahkemesi çizgisi çizmiş, öbür tarafta da devletin ve hükümetin çıkarması gereken hayati ve önemli kararlar var. O iki çizgi birbirine karışmış gözüküyor. Uyum yok. Hükümetle Cumhurbaşkanı arasında güven yok. O nedenle işi zor Cumhurbaşkanı'nın. - O nedenle mi söyleniyor perdeler, jakuziler filan? - İkili ilişkilere kapıyı kapattığı için Sezer, kendini oraya tecrit etti, bir de kendini savunmadı. Hep söylüyorum, eğer oradaki yatırımlar eskimiş bir takım şeyleri düzeltmek için yapılmışsa burada Sezer'in bir kusuru yok. Cumhurbaşkanı kendine yarar sağlayacak, konfor sağlayacak bir iş yapmış gözükmüyor. Bunda birazda Devlet Denetleme Kurulunun bazı gazete sahiplerini muhbir gibi kullanmasını payı var. - Bir de RTUK Yasası geliyor. Ondan da gözdağı olabilir mi? Geçen sene veto edilen yasa aynen olduğu gibi geri geliyor. - Kişilik itibarıyla kimseyi kırmak istemiyorum ama, bilemediğim bir şey. Kimseyi de suçlamam ama özel nedenler de olabilir. Ama genel neden benim sevmediğim medya da, siyasette Sayın Sezer'in kapıları çok kapalı. - Bu kapıların açılması nedir, ne paylaşılacak medya ile Cumhurbaşkanı arasında? - Duygular paylaşılsa bile o yeter. - Yeterli olabilecek mi duygular? - İnsanlar gülümsemek, veya el tutmak istiyor. Yani insana hiç bir şey veremiyorsanız bile elinizi verseniz komple bir sevgi bağı oluşturuyor. İnsan ilişkileri dediğimiz ilişkiler, bu siyasi ortamda çok önemlidir. Cumhurbaşkanı'nın daha sevecen bir tavır sergilemesi gerekiyor. Zaman zaman yapmaya çalışıyor ama, yargıçlar içine kapanıklar. Yargıç haklı olarak o kürsüyü kollamak zorundadır. Bulunduğu çevrede, ilde, ilçede de korumak zorundadır. Korumadığı zaman da biliyorsunuz dedikodu olur. Onun için yargıçlar da içlerine kapanıktır. Tam bir Baş Yargıç sayılır Sezer. Türkiye yargıcını temsil ediyor, muhafazakar. Turgut Özal gibi bir kabareye gitmez, dans etmez, çok da gezmez. Ben çok saygı değer buluyorum. Cumhurbaşkanı çok onurlu, saygılı. Çok dikkatli olması gerekiyor. Belki çağda çok ileri bakması gerekiyor. Bu Türkiye’de de daha popüler Cumhurbaşkanları tabii karşılanır ama, bu mühim değil. - Tek eksikliği popüler olmaması mı? - Evet. Benim gördüğüm o. Popülerlik kelimesini kullanmayalım da insan ilişkilerinde biraz mesafeli. Hükümetin iki hatası var. Cumhurbaşkanını yargıdan getirdi. Ekonomi işlerine de dünya bankasından bir adam getirdi, Bakan yaptı. Siyaset alanını daraltırsa, intiba kaybeder. Cumhurbaşkanı siyasetin içinden ekonomi işlerinden anlayan bir bakan çıkartabilirdi. Kemal Derviş’ten Hazine Müsteşarı olabilirdi, Merkez Bankası Genel Başkanı olabilirdi. Ama siyasetin yapacağı görevler Derviş’e devredilince o zaman içeride de uyum kaybı oldu. Koalisyonda da çatlaklar oldu. Ve koalisyon intiba kaybetti. - Kemal Derviş’i başarılı buluyor musunuz? - Daha belli değil. Onun işi çok zor. Çünkü, puanlarla çıkacak ortaya. Yani istatistikle tespit edilebilecek bir başarı. - Genelde bir eleştiri söz konusu. İşte Yaser Arafat’ı oradan çekip alması, ziyaret etmesi görüşünde olanlar var. Siz olsaydınız ne yapardınız? Ve Ecevit sizce ne yapmalı? Doğruyu mu yapıyor yani? - Hayır. Filistin meselesi çok uzun bir konu. En azından 1948’den beri var. Kutsal dinlerin, kutsal toprakların konusu çok zor bir konu. Bence Türkiye oraya çok daha fazla müdahale etmemeli. Zaten her iki tarafa da yaranamadık. Türkiye orada genel kuralları dış politikası neyse, onları uygulamalı. Anlaşmalara sadakatle,öne çıkarak, vazife uygulamalı. Bugün Filistin devleti fiilen vardır. 30’dan fazla ülke tanıdı Filistin’i. Ona karşı yapılan hareket devletler arası olmalı. Bu kuralları hatırlatalım. Bir de Arapları rencide etmemeli. Bir ara Çiller yaptı. Gitti Bosna-Hersek’e, Benazzir Butto’da oradaydı. Onlar show da kalır. Üstelik devleti de sıkıntıya sokar. O zaman Türkiye intiba kaybeder. Yani Arafat’a sahip çıkmak tamam. Ama Türkiye Filistin meselesini çözme gücüne sahip değil. Bu bir tek ABD çözebilir. ABD’ye tekliflerimizi götürmeliyiz, önerilerimiz götürmeliyiz, çözümlerimizi götürmeliyiz. Orada 420 sene bizim egemenliğimiz var. Tecrübemiz var. Bunu ortaya çıkaran akılcı şeyler söylemeliyiz. Katliamı kabul etmek mümkün değil. Bunu söylemeliyiz. Bütün söyleyeceklerimizin Türkiye’nin genel politikasına uygun olması gerekir. - Şu anda öyle bir öneri götürüldü mü? - Sanıyorum Dışişleri bunu yapıyor. Her şey açık yapılmaz, bazı şeyler örtülü yapılır. Orada Sayın Ecevit’in kullandığı soykırım hakikaten ağır kaçmıştır. Orada TV’ler hep “katliam” derler. Filistin kampını bombalayıp 200 kişi öldürmüşseniz o bir katliamdır. Bu bir çarpışma değildir. - Saddam’ın petrolü keseceğine inanıyor musunuz? - Onlar hep show. Çünkü uzun vadede kesemez, Oradan gelenler halkının gıdalarını karşılıyor. Kaçak petrollerle de geçiminim sürdürüyor, başka hiçbir kaynağı yok. - Biz tekrar Türkiye’ye dönelim. Saadet Partisi, Ak Parti, Erbakan’ın Süleyman Mercümek’le ilgili aldığı ceza ve siyasi hayatının bitmesi, Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar samimi olduğu, “Allah ne verdiyse” lafı, bunlara ne diyorsunuz? Bir kere Tayyip Erdoğan’ı bize tarif eder misiniz? - Ben Tayyip Erdoğan’ı tarif edecek kadar tanımam. Benim gördüğüm, İslam referansı sahibi olan partiler için, belli bir müşteri parseli var. Bu Türkiye’de %7-8’de başladı, en sonunda %20 civarına kadar çıktı. Bu parsel paylaşılıyor. İki parti kıyasıya mücadele edecek. Fazilet Partisi’nin kapatılmasından sonra birileri hareketi ikiye böldü. Ama kim böldü? Hareket ikiye bölününce alacağı oy, bütün şişirmelerine rağmen %18-20 limitindedir. Bu oylar da iki parti arasında bölüşür. Genişlemesi mümkün değildir. Sayın Erdoğan ne söylerse söylesin, bu oyları %1-2 arttıramaz. Bence doyma noktasındadır. Kaldı ki 28 Şubat kararlarından sonra, yılgınlıkta var. Genç seçmen sayısı arttıkça Milli Görüş çizgisinden müşteri kaybedeceklerdir. - Sayın Erdoğan’ın “Allah ne verdiyse” lafına ne diyorsunuz? - Bu siyasetçinin söylenecek bir laf değil. - Peki Kandilli Rasathanesi için ne düşünüyorsunuz? Bakanlığa devredilmeli mi? - Işıkara’nın söylediklerini doğru söylüyor. Deprem olur mu? Oda bilmiyor ama, deprem olma olasılığında doğacak tehlikelere dikkat çekmek istiyor. Yaptığı işte çok büyük fayda var. ABD bile bunun için tedbirler alıyor. Tabii parası var. Orada yaşayanlar da huzursuz. Ama o huzursuzluk tedbir almayı gerektiriyor. Bence Işıkara’nın da, bilim adamlarının da bizi uyarmalarından Türkiye fayda çıkarmalı. Bakınız dünya bankası para veriyor. İstanbul’da o kadar çok çürük bina var ki. Gece kondu mahallerinden geçerken görüyorsunuz bu binalar yıkılır. Hatta deprem gelmeden yıkılır. - Özellikle MHP bu konuda biraz bastırıyor. - Yerine adamları vardır. - Amaç Işıkara’nın fazlaca konuşmasını önlemek mi? - MHP bir kadro hareketidir. Oraya kadrosundan birini getirecektir. MHP çizgisindeki partiler, çok tutucudur. Kendi kadrosundan olmayan hiç kimseye güvenmezler. Tabii o bahsettiğim, biraz da ütopik olan ülkücüler var ama, kadro hareketini genişletmek ister. Işıkara’ya itirazlarının nedeni de odur. Sadece Işıkara’ya değil, bilim adamlarına da aynı şeyleri söylüyorlar. Dikkat ederseniz İzmit depremini daha önce hiçbir bilim adamı bilmedi. Ama Türkiye bir deprem ülkesi dendi durdu. Benim hatırladığım son 60 yıl içinde de pek çok da deprem oldu. Depreme tedbir almadık. Eğer alsaydık bu gece konduları yaptırmazdık. - Yani Rasathanenin Bakanlığa bağlanması halk için değil de, sadece MHP’nin adamlarını oraya koymak istemesinden kaynaklanıyor. - Evet. Aynen öyle. - Pek çok hastanelerde de kadrolaşma söz konusu. - Ben onu şaşkınlıkla karşılamıyorum. O ideolojiye sahipseniz onu yapacaksınız. - İlla hep bir yerlere yakın olmamız mı gerekiyor? - İdeolojik partilerde bu böyledir. Onun için bir Merkez Partisi kurabilirseniz, böyle takıntılar olmaz. Mesela Demokrat Parti’nin böyle bir takıntısı yoktur. Hatta böyle bir kadrosu da yoktur. Adalet Partisi!nin de yoktu. Dikkat ederseniz çok da büyük bir partimiz yoktu. - Ahmet Özal ANAP’a geçti. Ondan ne bekliyorlar? - Ahmet Özal’ın ANAP’a gitmesi çok doğaldır. Babasının kurduğu partiye dönüyor. Ben onun altında fazla maksat aramıyorum. Bağımsız olarak seçime girmek zor bir iştir. Ve kendisi Anap’ın AB konusundaki atılımlarını da tasvip ettiğini söylüyor. Böyle bir gerekçeyle de girmiş olabilir. Anap’la Özal ailesinin buluşmasını ben çok doğal karşılıyorum. - Geçmişte o kavgalar... - Siyasette kavgalar olur, ama barış da olur. Kavgayı bitirdiklerini ve barışa başladıklarını söylüyorlar. - Son olarak biz size kısa kısa sorular soralım. Neler yapıyorsunuz, alışverişe çıkıyor musunuz? - Hanımla beraber alışverişe de çıkıyoruz. - En sevdiğiniz yemek nedir? - Yoğurtlu eti çok severim. - Ekmek şu anda kaç lira? - 300 bin lira. - 300 bin lira henüz olmadı. - Bazı yerlerde oldu. Ama gramına göre değişiyor. Şimdi o kadar çok ekmek var ki, Alman ekmeği bile var. Kepekli ekmek var. - Rejim var mı? - Rejim var tabii. Diyet değil ama, rejim var. - En sevdiğiniz ama yemekten de sakındığınız bir şey var mı? - Tahin helvası. Çok seviyorum ama almıyorum. - Siyasetten uzak kaldınız, kopmazsınız da.... - Ben yazıhaneme de gidiyorum, danışmanlık yapıyorum. - Tadını çıkarıyor musunuz? - Elbette. Her işin tadını çıkartıyorum. Siyasete çok bağımlı olursanız eğer, özel hayatınız zor. - Hatıralarınızı yazıyor musunuz? - Evet. Notlarımı toparlıyorum. - Ortalığı sarsacak dosyalar çıkacak mı? - Hayır. - Hiç merhabalaşamadığınız kimse var mı? - Hayır. Herkesle merhabam var. - Tansu Hanım’a ne önerirsiniz, ne iş yapsın? - Börek yapamayacağına göre, Profesörlük yapsın. Ev hanımlığı yapamaz artık. Siyasette yapabilir. Bir tek şartı var; Liderlik yapamaz. Bir insan mal varlığını başka ülkeye getirdiği zaman, kendi ülkesinde siyaset yapma hakkını kaybeder. Kendi ülkenize güvenmiyorsanız, başa geçmeniz mümkün değil. O zaman halkta size güvenmez. Siz kazandığınızı yurt dışına çıkartmışsınız, orada yatırımlar yapmışsınız, orada vergi mükellefisiniz, veya ABD’ye her sene gitmek zorundasınız, green kartınız var vs... Şunu yapabilirsiniz; Bizim işçi kardeşlerimiz gibi bütün malını mülkünü satıp ülkeye geri dönmek. Ben onu ona vaktiyle tavsiye ettim. Kabul etmişti, sonra yapmadı. Türkiye’ye kesin dönüş yapacak, bir de o malın mülkünün hesabını verecek. - Peki haberlerde hangi kanalı izliyorsunuz? - Siyasetle ilgili olduğum için haber veren kanalları tercih ediyorum. Dizilerden en çok “Tatlı Hayat”ı seviyorum. Haluk Bilginer çok değerli bir aktör, zevkle seyrediyorum. - Türkan Şoray peki? - Oda çok hanımefendi ve başarılı bir aktris. Ama Haluk Bilginer çok büyük bir aktör. - Reha Muhtar’ı nasıl buluyorsunuz? - Oda kendine göre bir yol tutturmuş gidiyor. - En çok sevdiğiniz üç yazar efendim hangileri? - Zeynep Göğüşlü’yü seviyorum. Ayşe Arman’ı çok seviyorum. Tabii akrabam olduğu için söyleyeyim, Emin Çölaşan’ı da okuyorum. Ona kızıyorum daha doğrusu. Bazı yazılarını beğenmiyorum. - Mesela bu son Demirel’le ilgili yazdığı... - Yanlıştı. Kızdım. Rahmetli Uğur Mumcu’yu çok severim. Çok da sevdiğim bir arkadaşımdı. Uğur Mumcu ile beraber 1991 seçimlerinden sonra, hükümet kurma işinde ortak çalışma yaptık. Emin Çölaşan, Hikmet Çetin ve Uğur Mumcu. İlk hükümet kanaviçesini kurduk. Uğur Mumcu çok değerli bir araştırmacı yazardı. O’nu hasretle anıyorum. Çok özlüyorum. - Geleneksel medya ile, internet medyası şu anda ayrıştı. Bunun farkı ne olacak? - İnternet medyası daha bağımsızdır. Daha az sermaye ortaya koyduğu için, kapitalistin korkularını yaşıyor. Kapitalist devlete çalıştığı için hükümet ve devlete karşı çok temkinlidir. Haklıdır. Bu beğenmediğimiz bürokratik devletin büyük gücü var. Nitekim son hadiseler bunu gösterdi. Çok büyük bir gazetemizin sahibi aylarca hapishane de yattı. O nedenle temkinli yanaşacaklar. Basında kendini güvende hissetmiyor. Basında değil artık ona medya demek lazım. Çünkü TV’ler basının önüne çıktı.(İnternethaber) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 16:29

İLGİLİ HABERLER