KAYNAK : Haber Vitrini
Ekonomiden Sorumlu Devlet eski Bakanı Kemal Derviş, uzun süren sessizliğini AKŞAM'a bozdu. Bir dönemin perde arkasını anlatan Derviş, 18 aylık bakanlık görevini, sırlarını, hatalarını ve 3 Kasım seçimlerine nasıl gidildiğiyle ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. 57'nci Hükümet'in gerçek başbakanının Hüsamettin Özkan olduğunu söyleyen Derviş özerk kurulların da hata yapabileceğine dikkat çekti. Derviş, 'Herkes hata yapabilir. Kurullar hata yapmaz diye bir şey yok. Gelinen noktada yargı kararına uyulmalıdır' dedi. Kemal Derviş'in AKŞAM'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Meclis'e bilgi vermelidirler
Özerk kurullar Türkiye'ye sonradan girdi. Kurulların başına gelen insanlar yeterli mi değil mi?
Bir kurul özerk olduğu için, özerkliği desteklediği için, bu kurul her işi doğru yapar diye bir şey yok. Özerk kurullar mesela Meclis'e bilgi vermelidir. Meclis'in, bunların ne olduğunu bilmesi için gereklidir.
Bir özerk kuruluş, 'ben Meclis'e bilgi vermem ben özerkim' diyor. Bu doğru mu?
Bilgi vermek durumundadır. Ben bunun öyle olduğunu tahmin etmiyorum. Bilgi vermek başka, Sayıştay'ın birtakım denetim kuralları başka. Bence kesin olarak Merkez Bankası da veriyor; BDDK da veriyor; Enerji Kurulu'nun da vermesi gerekir.
Şeffaflık önemli
Bir yanlışı varsa Meclis'in denetimi olamamalı mı sizce?
Yanlışı varsa Meclis bunu belirtebilir. Özerk kurulların şeffaflığı çok önemli. Yani özerk demek şeffaf olmamak anlamında değil. Şeffaflık şöyle: Bankalar tarzında, banka işlemleri açık. Çünkü öyle bir şey var. Merkez Bankası'nın politikası nedir? Niye bazı kararları veriyoruz ? Faizi niye düşürdük ya da düşürmedik? Bunlar şeffaf biçimde kamuoyuna anlatılmalı ve anlatılıyor. BDDK'nın nedir prensipleri? Niye bazı kararları veriyor? Bunun getirisi-götürüsü nedir? Bunun Meclis'e, hükümete ve kamuoyuna sürekli sunmak durumunda?
Yanlış karar verme durumu ile karşılaştığında ne olmalı?
Özerk bir kurulun kararını eleştirebiliriz. Eleştiriye açık olmalı. Her şeyi doğru yaparlar diye bir kaide yok; ama bu kurullara bakanların ve veya başbakanın kanun çerçevesi dışına çıkarak talimat
vermesi özerkliği bitirir.
Pamukbank olayında Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu bir karar verdi. Gelinen noktada yargının bir kararı var. Acaba BDDK özerk olmasın demiyoruz ama yargının da böyle bir kararı olduğunda bunu kabullenmeli midir? Kendini tekrar gözden geçirmeli midir? O karar uyarınca 'acaba yanlış mı yaptım ya da bugünün şartlarında ne yapabilirimi' aramalı mıdır?
Tabii ama iki-üç şeyi burda söylemek lazım. Bir kere herhangi bir görüşe, eleştiriye herkes açık olmalıdır. Hepimiz hata yapabiliriz. Eğer eleştiride hata yaptığımız kanısına varılırsa bunu düzeltmemiz gerekir. Bu sadece yargıyla ilgili değil. Basında da ben mesela bir analiz okurum, derim ki 'Ya Kemal sen galiba bu işi yanlış yaptın. Bak bunu okuduktan sonra farklı düşünüyorum. Ben bunu düzeltiyorum.' İkincisi yargının bağlayıcı herhangi bir kararı olursa uygulanacaktır. Bu hukuk devletinde böyledir. Bir de Danıştay'da bağlayıcı olmayan, yol gösteren kararlar oluyor, onu da dikkate almak zorundayız. Mesela Danıştay enerji yasaları konusunda bazı kararlar vermiştir, bağlayıcı karar değildir, tavsiye kararıdır. Onları da ciddiyetle inceleyip değerlendirmeliyiz.
Amaç ekonominin daha iyi işlemesi ve Türkiye'nin daha hızlı büyümesidir. Belli kanunlar bunun için çıkarıldı. Geçmişte yaşadığımız olağanüstü olumsuzluk, bankacılık kanunundaki açıklar, düzenleme ve denetlemenin iyi işlememesinden kaynaklandı. Önüne gelen banka açtı; kötü yönetti. Bazısı iyi niyetli, bazısı kötü niyetli; ama çok büyük yükler bindi. Yeni bir Bankalar Kanunu çıkardık. Onda benim sorumluluğum var bakan olarak. Uygulamasını da kuruma devrettik. Uygulamada benim karışmam yok. Benim orada yaptığım 'lütfen kuruma karışmayın' oldu. Çok karışma oldu, çok baskılar, telefonlar geldi. Bilmem 'şunu yaparsanız, şu olur' dediler. 'Hayır arkadaşlar devam. Bakın bu kurum siyasetle ayrı ve bakanların talimatıyla değil, kendi teknik çalışma ve değerlendirmesiyle çalışsın' dedim.
Asıl başbakan Hüsamettin Özkan'dı
Türkiye'ye teknokrat olarak geldiniz, yaklaşık 18 ay 57'nci Hükümet'te hemen hemen bir başbakan yetkisiyle görev yaptınız. Bu hep böyle yorumlandı.
Öyle bir şey yoktu hiçbir zaman. Krizin verdiği panik havası vardı. Paniği yenebilmek için geldim. Elimde olmayan birtakım yetkiler varmış gibi görüldü ve öyle sunuldu. Hüsamettin Özkan ile yakın bir çalışma düzeni içindeydik. Dolayısıyla esas başbakan yani başbakana çok yakın idi. Birçok konuda yalnızca başbakan yardımcısı değil, çok yetkili bir başbakan yardımcısı idi. Hem Bülent Bey ile olan ilişkileri hem de diğer koalisyon liderleriyle olan çalışma düzeni açısından Başbakanlığın günlük işlerini o yürütüyordu. Ben de onunla birlikte çalıştım ve birçok meseleyi birlikte çözdük. Günde 2-3 kez görüşüyorduk. Ekonominin dışına hiç çıkmadık.
Kimse beni dinlemedi
18 ayda hep kamuoyuna, ekonomi ile ilgili son kararları ya da önemli kararları Kemal Derviş verdi olarak yansıdı. Birlikte karar verdiğiniz halde neden size yüklendi?
Bütün pratik çalışmaları biz yapıyorduk. Sadece ben değil, ekonomi yönetimi. Ama Bakanlar Kurulu kararı gerekince Hüsamettin Bey devreye giriyordu. Halbuki benim yetkim Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanlığı. Maliye bende değil, planlama Devlet Bahçeli'ye bağlı. Özelleştirme Mesut Yılmaz'a bağlı. Kamu işçileriyle olan müzakereler başka bir devlet bakanına bağlı. Ekonomiyi yönlendirme yetkisi çok bölünmüştü. Benim ilk aylardan sonra gerçek bir koordinatör yetkim yoktu. İlk aylarda paniğin verdiği, 'krizi yenelim' havası içinde herkes sözümü dinliyordu. Ondan sonra birazcık daha normal duruma döndü. Herkes yetkisine sahip çıkıyordu. Ve bazı konularda da büyük sıkıntılar yaşadık. Ekonomide 7-8 tane bakanın ayrı ayrı genel başkanın talimatıyla hareket ettiği bir ortamda ciddi bir eşgüdüm sağlanamıyordu.
Eskilerin gidişi iyi oldu
Türkiye'de yeni siyasi senaryoya ihtiyaç var dediğimde. Aynı zamanda Türkiye'nin siyasetinin yenilenmesi gerektiğini de vurguluyordum. Türkiye'de eski siyaset köhnemişti. Nitekim 3 Kasım seçimleriyle hem eski siyaset, hem de eski siyasetçiler gitti. Bu çok da iyi oldu. Siyasette de yeni bir dönem açıldı. Fakat o günlerde yeni dönemde CHP'nin de olması gerektiğine inanıyordum.
Baykal Cem'den daha samimiydi
Her zaman merkez solun, sosyal demokratların bir araya gelmesini savundum. Hüsamettin ile İsmail beyler gerçekten dostlarımdı. Hala da dostlarım. Seçim ittifakı olur ve merkez sol tek bir çatı altında seçime girer. Aklın yolu buydu. Ama yapamadık. Bunda kişiler arasındaki gerilimler, eski kavgalar etkili oldu. Birleşme olmayınca iki seçeneğim vardı: Biri çekilmek. İkincisi birleşme için çalışmaktı. CHP'siz bir solu hiç kimse düşünemezdi. Deniz Baykal doğru çizgide durdu, çağrıyı yaptı. İsmail Bey'e birlikte çalışmayı teklif etti. Dolayısıyla Deniz Bey, benim de düşündüğüm birlikteliği sağlama konusunda bir adım attı. Bu çağrı, bu adımı atması beni rahatlattı, birlikte partide siyaset yapmaya, adım atmamda önemli bir olay oldu. Pişman değilim.(Akşam)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:57