
DARBECİLERİ İLK YARGILATAN PADİŞAH...
'Geçmiş darbeciler yargılanır mı yargılanmaz mı?' tartışması, 128 yıl önce, tam da bugünlerde sonuçlanmış olan, tarihimizdeki ilk darbe yargılaması olayını hatırlattı bana.
Gerçi 1859'da Kuleli Vak'ası sanıkları da yargılanmıştı, lakin onlar şimdiki Ergenekoncular gibi bir darbe girişiminde bulunmuşlar ama başaramamışlardı. 27 Haziran-28 Temmuz 1881'de Yıldız Mahkemesi'nde yargılananlar ise gerçekleşen bir darbenin elebaşılarıydı.
İşin ilginç yanı, dava, darbenin üzerinden 5 yıl geçtikten sonra açılmıştı. 'Peki neden bu kadar beklenmişti?' sorusu gelebilir hatırınıza. Bilmelisiniz ki, o 'uzun' 5 yılda II. Abdülhamid, bir yandan 93 Harbi'nin yaralarını sarmaya çalışırken, öbür yandan iktidar merkezine çöreklenmiş darbecileri kendine has yöntemlerle uzlaştırıp ipleri eline almıştı. Artık onlarla hesaplaşabilirdi.
Üstelik mahkemede sadece Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa ve Mithat Paşa gibi darbeci paşalar değil, bir Şeyhülislam da yargılanmaktaydı. Hatta V. Murad ile annesi Şevkefza Kadınefendi bile, mahkemeye gelmedilerse de, sanıklar arasındaydı.
30 Mayıs 1876 günü gerçekleştirilen askerî darbeyle Sultan Abdülaziz tahttan indirilmiş ve yerine yeğeni V. Murad geçirilmişti. Bu darbe, aynı zamanda II. Mahmud'un devlet yönetimini askerler ve ulemadan alarak 'mülkiye' sınıfına vermesine, yani Tanzimat'ın yönetimi sivilleştirme ilkesine de indirilmişti. 1876'da tahrip edilen, bu 50 yıllık sivil-asker dengesi olmuştu.
Önce bin kadar medrese öğrencisi parayla sokağa dökülerek sadrazamın değiştirilmesi sağlanmıştı. Abdülaziz, Mahmud Nedim Paşa'yı görevden aldı ve sadrazamlığa Mütercim Rüştü Paşa'yı getirdi. İlk adım atılmış, saraydan bir direniş görülmemişti. Öyleyse ikinci adım atılabilirdi. Rüştü Paşa, seraskerlik makamına Hüseyin Avni Paşa'yı getirdi. Mithat Paşa devlet bakanı, Hayrullah Efendi de şeyhülislam oldu. Askerî Okullar Komutanı Süleyman Paşa ise operasyonun başaktörü olacaktı.
Sadrazamı değiştirmekle bir darbenin örümcek ağı gibi devlet bünyesini sarmasına müsaade etmiş olan Abdülaziz, kendi sonunu hazırladığından habersizdi. Nihayet sarayı, güya padişaha yapılacak bir suikastı önlemek üzere oraya getirilen Harbiye öğrencileri tarafından sarıldı. Padişahın gözü gibi baktığı donanma da denizden Dolmabahçe Sarayı'nı kuşatınca yapılacak pek az şey kalmıştı. Oysa Cevdet Paşa'nın dediği gibi, padişah eğer 'tankların üzerine çıkma' cesaretini gösterebilmiş olsaydı, darbecileri kolaylıkla püskürtebilirdi.
Birkaç gün sonra da Feriye Sarayı'ndan o feci haber geldi: Abdülaziz bilek damarları kesilmiş vaziyette kanlar içinde yatarken bulunmuş, kısa bir süre sonra da hayatını kaybetmişti. 'Öldürüldü mü yoksa intihar mı etti?' tartışması hâlâ sürüyor.
Büyük umutlarla tahta oturtulan V. Murad'a gelince, bu feci olay üzerine cinnet geçirdi. Padişahlık yapamayacağı anlaşılınca aynı darbeci klik tarafından o da tahttan indirildi ve o zamana kadar kişiliği pek de iyi tanınmayan Şehzade Abdülhamid padişah yapıldı. Nitekim Abdülhamid Meşrutiyet'i ilan edecek ve Anayasa'nın altına imzasını atacaktı. Ancak bir şartla: İstemediği yöneticileri sürgüne gönderme yetkisi elinde olacaktı (ünlü 134. madde).