Medya
  • 13.1.2003 11:27

DİNÇ BİLGİN'LE CEM UZAN ARASINDAKİ FARKLAR NELER?

Medya pavyonunun bakiresiyim Star Haber Genel Yayın Yönetmeni Ayşenur Arslan, son otuz yılın medya tarihinde hep etkin roller aldı. İtalyan Dili ve Edebiyatı mezunu olan Arslan, gazeteciliğe 1974’te TRT’de muhabir olarak başladı. 8 yıl sonra Güneş Gazetesi ile Haber Müdürü olarak yazılı basına geçti. İkibuçuk yıl sonra istifa etti. Üç ay sonra, “Hayatımın en keyifli dönemi” dediği Nokta Dergisi yılları başladı. 3 yıl sonra, 49 gün süren Söz Gazetesi serüvenini yaşadı. Ardından arkadaşlarıyla birlikte reklam ajansı kurdu. Ümraniye Belediyesi için Türkiye’nin ilk yerel dergisini hazırladı. Cinsel Bilgiler Ansiklopedisi’ne, İtalyanca çeviri yaptı. Cumhuriyet Gazetesi’nde bir yıl çalıştı. Ardından Star TV’ye girdi. Önce bir kadın programı yaptı, sonra Yakın Takip adlı haber programının sorumluluğunu aldı. Birkaç ay sonra Ercan Arıklı onu emekleme dönemindeki ATV’ye çağırdı. O sırada, 74’te TRT’ye birlikte başladıkları Ali Kırca da Star’a Amerika’dan çalışıyordu. İki arkadaşın yolları ATV’de yeniden kesişti. 8 yıl sonra ekip Star TV’ye taşındı. Ama Kırca’nın Star günleri kısa sürdü. Bir yıl dolmadan, önce NTV’ye gitti, ardından yeniden ATV’ye döndü. Ayşenur Arslan Star’da kaldı. Geçen haftalarda Nurcan Akad ve Ergun Babahan ile yaptığım “medya etiği” odaklı bir konuşma olacaktı Ayşenur Arslan’la. Ama Ali Kırca, ister istemez röportajın “gizli konuğu” oldu. En çok onu konuştuk. İletişim uzmanlarının iletişimsizliğini gösteren çarpıcı bir söyleşi oldu. Siz de kalp gözünüzle okursanız hissedeceksiniz. Ayşenur’u, kendi deyimiyle “Pavyondaki bakire”yi böyle dertli kılan şey, Ali Kırca’nın vefasızlığı değil, bu “medya pavyonunun” kirli havası. Ali Kırca ile arkadaşlığınız TRT’de başladı değil mi? Evet, TRT’den ayrıldıktan sonra da arkadaşlığımız devam etti. Cem Duna zamanında Ali Kırca’ya Haber Dairesi Başkanlığı teklif edildi. Ali, benim de dönmem halinde bu teklifi kabul edecekti. Cem Duna ile el sıkışmamıza rağmen, meçhul bir “Solcudur, işe alıp da başını derde sokma.” diyen bir ihbar telefonu nedeniyle işe başlayamadık. Ama daha sonra ATV’de birlikte çalıştık. O günkü amatör yapılanmasından kurtarıp, bugün artık her haber merkezinin uyguladığı habercilik anlayışını oraya koyduk. İlk zamanlar Ali Kırca ekrana çıkmıyordu. Sadece Haber Merkezi’nin başındaydı. Ana haberi sunacak spiker aradığımız bir dönem Ali Kırca’yı, bir haber yüzünden müthiş saldırılara uğrayan Star’a destek ziyareti için gittiğinde, ekranda izledim. O an kafamda bir ampul yandı. Konuşması mükemmeldi ve ekrana muazzam yakışıyordu. Dedim ki, biz deli miyiz, niye spiker arıyoruz? Ali’ye söyledim. Yönetimle de konuşuldu ve Ali Kırca’nın anchormanlik dönemi başladı. Siyaset Meydanı’nın ortaya çıkışı dahil, ben hep “Hadi şunu da yapalım” diye çekiştiren biri oldum. Ben hep mutfaktaydım. Aramızda çok iyi bir görev bölümü vardı. Ben ve arkadaşlarım hazırlıyordu, o da hakkını vererek sunuyordu. KIRCA’NIN MAAŞI ÇOK YÜKSEKTİ Dur tahmin edeyim. İlişkinizi Ali Kırca’nın aldığı yüksek ücretler mi bozdu? Ben onun kaç para aldığını hiç bilmedim. Tabii ki benden çok fazla alıyordu ve bu bana normal geliyordu. Ama gerçekte ne aldığını merak etmedim. Ben o sırada çok meşguldüm. Çünkü sıfırdan bir şey inşa ediyorsunuz. Özel hayatımızdan, sağlığımızdan çalarak bizler orada çok çalıştık. Ben Ali’nin kaç para aldığını, ATV’den ayrılmadan yedi–sekiz ay önce tesadüfen öğrendim. Genel Müdür Fatih Ediboğlu benim önüme bir liste koydu. O kadar yıl boyunca, Ali Kırca’nın maaşıyla ilgili bir fikrim yoktu. İyi ki de yokmuş. Muhtemelen çalışamazdım. Neden, o kadar mı yüksekmiş maaşı? Şimdi onu ben söylemeyeyim. Nurcan Akad da bana, ekrana her gün çıkan birinin ayda 150 bin dolar aldığını öğrenince çok şaşırdığını söylüyordu. Hatta o yıllık zannetmiş. O kişi Ali Kırca mı acaba? Nurcan’ın kimi kastettiğini bilmiyorum ama olabilir. Televizyon sahipleri bunu birkaç kişi için, Ali Kırca, Uğur Dündar, Reha Muhtar, Tuncay Özkan için hep yaptılar. Arayı öyle fena açtılar ki, onlarla birlikte çalışanların motivasyonunu kırdılar, onları haberden ve toplumdan kopardılar. Onların ne aldığını sen bile bilmezken nasıl motivasyon kırılıyor? Çünkü sen dünkü yerinde duruyorsun. Ama onlar senden uzaklaşıyor. İster istemez böyle oluyor. Bunu görüyorsun, hissediyorsun. Bir uçurum açılıyor ve sen bir yakada kalıyorsun. O öteki yakaya geçiyor. Ben Önay Bilgin’e, Fatih Ediboğlu’na, hatta Ali Kırca’nın da kendisine söyledim bunları: Yani bir yerde o paralar, şöhret, pohpohlamalar, ödüller; bir yerde de çalışan, çalışan, çalışan ama horlanan, en ufacık bir hata yüzünden fırça çekilen insanlar... Bunu hiçbir terazi tartmaz. Her hatada, başta patronlar, sonra genel yayın yönetmenleri, fırça çekmek için beni aradılar. Ben bir süre sonra patlamaya başladım. Dedim ki: “Affedersiniz, bütün bu öfkelerin, hesap sormaların muhatabı benim de, ödüllerin, davetlerin muhatabı neden Ali Kırca? Siz bunda bir adalet görüyor musunuz? Niye ben?” Çünkü sen hazırlıyorsun bülteni. O sunucu. Onlar da öyle söylüyorlardı: “O bülteni senin yaptığını biz biliyoruz”. Peki bildiğinizi nereden anlayacağım? Siz bunu bana hiçbir şekilde göstermiyorsunuz. Yıllar sonra fark ettim ki, benim aldığım para, ATV’de, o sırada, öteki kanallardaki muadilim haber koordinatörlerinin yarısı kadar bile değilmiş. Ben o sırada sekiz bin dolar alıyordum. Bunu bilmemek de galiba, bilinçaltımda bir koruma mekanizmasıydı. Sana da o kadar para verseler, böyle düşünmeyecektin! Doğrusu, milyonlarca ailenin hayatına bakıp aldığı paradan neredeyse “utanan” bir insan olarak öyle 100–200 bin dolar gibi paraları hayal bile etmedim. Hem patronlarım, hem Ali Kırca hem çalışma arkadaşlarım tanığımdır. Ben hep arkadaşlarımın daha iyi paralar alması için ya da adam atmamak için kavga ettim. Benim paramı konuşmayı Ali Kırca’ya bıraktım. Çünkü o benim üstümdü. Yönetimle bu konudaki pazarlığı da onun yapması doğruydu. Asıl üzüldüğüm başka bir şey. ATV Haber’in en gözde olduğu dönemlerde aklına gelebilecek her kurum ATV Haber’e ödül veriyor ve bütün ödülleri Ali Kırca alıyordu. Benim orada en çok içimi inciten şuydu: Ali Kırca her seferinde “Türkiye’ye teşekkür ederim” diyordu. Bir tek gün bile benim ya da ekibimin adını zikretmedi. Acaba onun bilinçaltında seninle ilgili ne vardı? Sanırım benim safiyane sadakatime çok güvendi. Biz yola üç kişi çıktık. Ali Kırca, Ankara Temsilcimiz Baki Şehirlioğlu ve ben. Baki ve ben, “Her yerin bir yıldızı vardır, ATV’nin yıldızı Ali Kırca’dır, doğaldır” diyorduk. Bir adım geride durmayı biliyorduk. Sanırım Ali Kırca da bunun farkındaydı. Ve zaman içinde ardına dönüp bize bakmayı unuttu. Ben her bültenden sonra konuşmayı severim. İşte burada hata yaptık, burası güzel, burası eksikti diye. Bir akşam, tam konuşacağız, sekreteri dedi ki: “Ali Bey çıktı.” Olabilir, işi vardır. Eve gittim, yorgun argın geçtim televizyonun karşısına, zaplıyordum. ATV’ye denk geldim. “Canlı” yazıyor üzerinde. Bir baktım. Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül gecesi. O sene ev sahibi ATV. Sahnenin hemen yanı başında masalar. Ortadaki masada Ali Kırca, Savaş Ay, Ayşenur Yazıcı ve yayın yönetiminden, programdan insanlar. Ben, bırak davetli olmayı, haberdar bile değilim. Çıldırmış olmalısın. Muazzam öfkelendim. Artık bu kadarı, “Sen hizmetçisin kardeşim. Temizliğini yaparsın, masaları hazırlarsın, çiçekleri koyarsın, o şık davetliler gelmeden önce çeker gidersin” demekti. Sonra bunun benzerleri de yaşandı. Bunlar insanın ruhunda erozyonlara yol açıyor. Çok kırıldım. Şu anda söylediğim her şeyi fazlasıyla Ali Kırca’ya ve yönetime de söyledim. Herkes hak verdi. Ama değişen bir şey olmadı. Fatih Ediboğlu sizi çatıştırmak için mi maaş listesini gösterdi sana? Zannetmiyorum. Bir zam dönemiydi. Ben, arkadaşlarım için kavga ediyorum. İşte Fatih Ediboğlu diyor ki: “Ya bakma aslında o fena almıyor da, şudur da, budur da.” Biz böyle listeyle maaşların üzerinden geçiyoruz. Ali Kırca’nın hizasında 150 bin dolar mı yazıyordu? 150 değil ama büyük bir rakamdı. Olabilir. Bir patron, yıldız gördüğü, oranın devamı için önemli bulduğu bir insana, ekstradan bir prim ödeyebilir. Ama bütün bunlar, şov değil, haber alanında cereyan ediyorsa, bunun altında çalışan insanların motivasyonunu da paramparça eder. Kaldı ki, bütün bunlar olurken yukarıya çağrılırsın. İşte “ekonomik sıkıntı var” denir, atıyorum 28 kişiyi işten çıkartman istenir. Gencecik insanları sokağa atarken, bütün bunların olması sana çok ağır geliyor. ATV’deyken medya etiğine ters bulup vermemek için direndiğin haberler olmuştur ama göz göre göre kirlendiğin olaylar da olmuştur. Elbette. Herkes hatırlayacaktır. Aynı televizyon, bir yıl Çillerci, bir yıl Yılmazcı ise, daha ne söylenebilir ki. Ama bu tip haberlerde bile dozunu kaçırmamaya, üslubumuzu bozmamaya dikkat ettik. Yıllar önce, bir iletişim fakültesinin düzenlediği bir konferansta ben bir örnek verdim. Dedim ki; eski Türk filmlerinde işte Filiz Akın’lar, Hülya Koçyiğit’ler, Türkan Şoray’lar, peruklar, takma kirpikler takarlar, bin ton makyajla, dekolte kıyafetlerle, pavyonda şarkı söylerler. Biz seyirciler biliriz ki, onlar bakiredir aslında. Ben de kendimi, hep pavyondaki bakire gibi hissetmişimdir. TERTEMİZ KALAMIYORSUN Demek kendini her şeye rağmen medyada “Bakire” sayıyorsun? En azından öyle hissediyorum. Ortalık hakikaten korkunç. Her türlü çirkin ilişki dönüyor. Sen orada bakire kalmaya çalışıyorsun. Ama pavyonu saran yoğun sigara dumanı, alkol kokuları üstüne siniyor. Geçip, orada dolaşırken üzerine birtakım eller değiyor, kirleniyorsun. Her ne kadar bakireysen de tertemiz kalamıyorsun. Ne yazık ki medyayı bu hale getirdiler. Çünkü medya kimilerinin övünçle savunduğu gibi ticari bir müessese. Ama haberin olduğu yerde, ticaretin olmaması gerekir. Buna bütünüyle karşı durabildin mi? Hayır duramadım. Ama direnebildiğim kadar direndim. Bir örnek vereyim. 1991 seçimleri öncesi, liderler televizyonlarda dolaşıyorlar, işte açık oturumlar yapılıyor. Siyaset Meydanı da, liderleri toplayacak. O sırada Sabah ve ATV, Tansu Çiller’i savunuyor. Ve Mesut Yılmaz’la kanlı bıçaklı o dönemde. Tansu Çiller’in gelip de, Mesut Yılmaz’ın gelmemesi demek, o programın ölü doğması demek. Türker İnanoğlu, yakından tanıyınca, onun neredeyse bir aziz olduğunu gördüm, sağ olsun Mesut Yılmaz’ı programa gelmesi için ikna etti. Mesut Yılmaz’ın gelmesi zaten başlı başına bir olay. Konukları ben karşıladım. Dinç Bey, Zafer Bey karşılamaya gitmediler. Program başladı. Zafer Bey, “ya bu adam ha bire benim televizyonumda bana hakaret ediyor, Ali Kırca’ya şunu gönder” diye gazetelerden, arşivden bazı haberler, notlar gönderiyor bana. Ben dışarıdayım, Ali’ye vereceğim, fakat canlı yayın veremem. Ben en sonunda çareyi, koca bina içinde kaybolmakta buldum. Programda neler olup bittiğini de sonradan öğrendim. Mesut Yılmaz önüne konan kuru pastalardan atıştırmış ve bu programda çok sık gösterilmiş. Evet, o gece ne söylendiğinden çok, Mesut Yılmaz’ın o kuru pastaları yemesi ile hatırlandı hep. Ertesi gün, Ali Kırca patron katına çıktı. Sapsarı bir suratla aşağı indi. “Başımız belada. Mesut Yılmaz’ın kurabiye yeme kısmını, komik klip haline getirmemizi istiyorlar.” O kadar kötü oldum ki. Dedim ki: “Bak Ali, bunun sonu, bavulumuzu toplayıp, gitmeye kadar varır. Bu adam senin misafirin. Bu, evine çağırdığın misafirin yatak odasına gizli kamera koymana benzer. Bu çok ayıp bir şey”. O zamana kadar Mesut Yılmaz’ı haberlerde görmemek, Çiller’i hep görmek gibi şeyler yaptık biz ama bu olacak şey değil. “Ne yapalım, istiyorlar” dedi Ali. Aklıma o anda Türker İnanoğlu geldi. Çok önemli bir insan. HEPİMİZ HATA YAPTIK E patronlardan biri tabii... Sanırım ortak o sırada. Ve programcılığı çok iyi biliyor, yaptığı diziler tutuyor vs. Yani televizyonun bel kemiği. Mesut Yılmaz’ı bize getiren o. Ve bunu sırf Ali Kırca’nın hatırı için yapmış. Ali Kırca’ya şunu önerdim: “Yukarıya de ki, ‘Türker Bey’e sorup iznini almadan yapmak çok ayıp olur. Onun iznini alalım’ Nasılsa Türker Bey’in adı geçince vazgeçerler.” dedim. Tahmin ettiğim gibi oldu, Ali Kırca bunu söyler söylemez, “Tamam, tamam kalsın.” dediler. Ve biz, hayatımızın belki de, en ağır sayfalarından birini yarasız atlattık. Belki farkına bile varmadan ağır yaralar da aldınız. Kimi şeyleri yüreğimiz kanaya kanaya yaptık. Çünkü bir reyting kaygısı var, haberler açısından en vahim şey odur. İki; çok yukarıda olmak, hem parasal olarak, hem mevki olarak Olimpos’ta olmak. “Tanrılar” ya da “yarı Tanrılar”, ölümlülerin sorunlarıyla ne kadar ilgilidir? Sokaktaki insanı bırak, aynı binada yaşadığı insanlardan söz ediyorum. Ekipteki filan çocuğun evine haciz geldiğini, filanın işten çıkartılmasının ne demek olduğunu onlar bilmez, sen bilirsin. Biz işten çıkarmalarda öncelikle o insanın maddi durumuna bakardık. Eğer ailesiyle oturuyorsa, ya da eşi çalışıp para kazanıyorsa listenin başına onu yazardık. Maalesef bu yüzden çok yetenekli çocukları gönderdiğimizi bilirim. Bu sadece Ali Kırca meselesi değil. Medyanın genel meselesi. Üstelik yıllarca, “Mesut Yılmaz ne dedi?”, “Çiller ne dedi?” ile ne kadar fazla meşgul olduk. Bu muydu halkın gündemi gerçekten? Ne olursa olsun, sorumlulardan biri de sendin ama. Elbette. Sorumluluğum vardı ama benim tercihim değildi. Ama yaptık. Çünkü patronların onlara ihtiyacı vardı. Başbakanlar ya da müstakbel başbakanlar ekranda olmalıydı. Reha Muhtar, ne Tansu Çiller’in, ne Mesut Yılmaz’ın ne dediğiyle ilgilendi, ne de açılış töreniyle. Ve bununla prim yaptı. İşin sırrı, Mehmet Emin Karamehmet’in, siyaset gazeteciliğini talep etmemesiydi. NURİYE AKMAN-ZAMAN Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 19:08

İLGİLİ HABERLER