
EKREM DUMANLI 'ANDIÇ' İDDİALARINA CEVAP VERDİ...
EKREM DUMANLI'NIN ZAMAN'DAKİ YAZISI:
Andıç konusunda yeni bir sayfa açılabilir
Hafta içinde Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ilginç bir yazı kaleme aldı. Meselenin bir ucu Zaman’a da dokunduğu için temas edeceğim.
Hemen söylemem gerekir ki ben de Ertuğrul Bey’e saygı duyarım, ilişkilerimizin de çok iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yazısındaki temennisinin de faydalı olduğunu düşünüyorum. Onun ihtimaller üzerine söylediği “andıç” tehlikesi sadece Hürriyet, Zaman için değil; bütün Türk basını için geçerli. Bu konuda ne kadar titiz davranılsa azdır.
Zaman andıça alet olmadı, olmayacak da
Tarihe yanlış bir not düşülmemesi için meselenin özünü de anlatmak zorundayım. Zaman’ın Van Rektörü ile ilgili bir manşeti “Jandarma İstihbaratı”nın raporuna dayandırılıyordu. Benzer bir raporun irtica kısmı kendisine de gelen ve bunu yayınlamayan Özkök, bahsi geçen raporun “gazetecilerin dünya görüşüne göre servis” edildiğinden kuşkulanıyordu. Ben kime, hangi raporun gittiğini bilemem; ancak çok açık söylüyorum: Bu rapor bizim elimize ne Jandarma’dan ne de diğer güvenlik güçlerinden geçti. Meseleyi böyle farz etmek çok yanlış sonuçlar doğurur. Dolayısıyla ortada andıç gibi 28 Şubat’ın en acımasız uygulamalarını hatırlatan bir vak’a yok. Zaten olması da mümkün değil. Hâlâ haksız bir uygulama ile resmi ve herkese açık toplantılara bile akredite edilmeyen bir gazeteye Jandarma haber servisi yapar mı hiç!?.
Peki, nasıl oldu da böyle bir raporu yayınladı Zaman? Önce temel bir ipucu vereyim: Türkiye’de ve dünyada bir olay yaşanır yaşanmaz Zaman olay yerine acil ekip gönderiyor. Söz konusu Anadolu olunca haberin yerinde takibi çok daha kolay ve etkileyici oluyor. Rektör olayındaki rapor konusunda rastladığımız gerçeği buradan açıkça yazıyorum: Bahsi geçen rapor, o kadar çok insanın eline geçmişti ki, herhangi bir gazete olay yerinde çok ciddi bir araştırma yapsa aynı belgelere ulaşırdı. Mesela, Rektörlüğün fişlemesine maruz kalmış onlarca öğretim görevlisi bu rapordan haberdardı ve elden ele dolaşan belgelerin fotokopi ile çoğaltılmış nüshaları vardı. Belki de herkes kendini ya da rakip gördüğü kişileri anlatan bölümü elinde tutuyordu.
Zaten savcılık, iddianameye bahsi geçen Jandarma Raporu’nu ilave etti; böylelikle “Hayır, öyle bir rapor yok; olmayan rapor üzerine soruşturma yapılmaz” tarzında verilen demeçten birkaç gün sonra iddianameden bu rapor çıktı. O yüzden Hürriyet’in itirazından birkaç gün sonra Milliyet, bu raporun iddianamede yer aldığını birinci sayfasından duyurdu. Zaten Hürriyet de önceki gün bahsi geçen raporun yerel karakol komutanının raporu olduğuna dair bir haber yayınladı. Gerçek şu ki, malum rapor sadece Jandarma’da bulunmuyordu; üniversitede de, öğretim üyelerinde de, adliyede de, vs. bunun nüshaları vardı. O yüzden Zaman’da yayınlanan raporun andıç uygulamasıyla ilgisi yoktu. Andıç denilen şey, askerî otoritenin bir kişi, bir grup ya da bir kurum hakkında direkt bilgi sızdırması ve verilen emirle gazetelerin buna alet edilmesiydi. Ortada böyle bir talep de yoktu, böyle bir talep olsa bile buna boyun eğecek gazete de. Gazetecilik heyecanıyla yapılan araştırmada ortaya bir bilgi ve belge çıkmıştı. Bu belge yayınlandı; çünkü o güne kadar Rektör Bey bir cephenin kahramanıydı, diğer cephenin haini. İddialara göre iktidar rektör beyi inançlarından ve hayat tarzından dolayı linç etmek istiyordu. Yani tipik bir laik-antilaik çatışması yaşanıyordu. Oysa Jandarma laik kimlik ile hiç de açıklanamayacak bir suçlamada bulunuyordu. Haber metninde dikkatli bir dil kullanılmış, olay hep “iddia” sadedinde dile getirilmişti. Olayda ismi geçen şahıslar ile de görüşülmüş, onların bu raporu düzenleyenlere dava açacağı duyurulmuştu. Haksızlığa uğramışlardı ve yapılması gerekeni yapıyorlardı.
Türk basını yeni bir sayfa açabilecek mi?
Her şeye rağmen istihbarî raporların ne kadar yanlış bilgiler içerebildiğini, yönlendirmeye açık olabildiğini söylemek ve dolayısıyla haberleştirme konusunda çok daha dikkatli olmak gerektiğine katılırım. Çünkü bu tür raporlara önyargılar, ham bilgiler, soyut kuşkular sızıyor. Bu sızıntı kimi zaman masum insanları mağdur edebiliyor... Bu açıdan baktığımda rahatlıkla önerebilirim ki Özkök’ün uyarısı yeni bir sayfa açabilir. O yüzden Zaman örneğindeki yanlış bilgi ya da mukayeseden ziyade, bundan sonrası için ne yapılabileceği üzerinde durmanın daha mantıklı ve faydalı olacağı ortadadır. Mesela Ertuğrul Bey’in sözleri üzerine şöyle denebilir: “Gelin karar verelim, bundan sonra hiçbir medya kuruluşu, hiçbir istihbarat raporunu, hiçbir kişi ve kuruluşu yıpratacak şekilde kullanmasın!” Şayet Türk basını bu teklife yürekli yaklaşır ve bunu insan haklarına sadakat yemini gibi kabul ederse, Türkiye ve Türk basını demokrasi yolunda muazzam bir adım atmış sayılır. Neden olmasın?
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 10:36