Medya
  • 26.5.2005 11:07

ENGİN ARDIÇ''A GÖRE KİM DAHA ÖKÜZ?

ENGİN ARDIÇ-AKŞAM Anlama özürlülere özel yazı Türkiye''de, bir yazı yazılır, sonra ''o yazıda şunu demek istemedim, bunu demek istedim'' diye bir yazı daha yazılır. Çünkü, Çetin Altan''ın deyimiyle, ''bizim bazı okurlarda, okuduğunu kıçından anlama eğilimi vardır.'' Örneğin, bazı feministlerin ''erkekler gibi ayakta işeme özlemi duymalarıyla'' dalga geçersin, dıngıl çıkar bunu ''televizyondaki kadın programlarını eleştirdi'' diye yorumlar... Dalkavuklar hakkında yazarsın, iki arkadaşına da ''pas'' atarsın. Bu elbette, ''siz de okuyun, siz de benim gibi çok güleceksiniz ve hatta kendi yazılarınızda da bu konuya yer vereceksiniz'' demektir, bunu tutarlar ''onlara da dalkavuk dedi'' şeklinde algılarlar. İşte en son şu kağnı meselesi... Bre budala, elbette Atatürk''e karşı değilim... Atatürk''le, hele dalga geçmeyi, bırakın yazısını yazmayı, aklımın köşesinden bile geçirmek haddime düşebilemez! Ama bak, ''Atam sen kalk da ben yatamcılarla'' fena halde dalgamı geçerim ha... Yaptığımız da alt tarafı dalga geçmek, bunları ''keselim'' demedik. Atatürk''ün Samsun''a gitmiş olmasıyla dalga geçmiyorum, elbette bunu her yıl ''hacı şenliği'' gibi tekrarlamaktan zevk alanlara laf ediyorum. Kağnı yazısında anlatmak istediğim, eleştirdiğim, elbette, Atatürk''ün Sakarya çarpışmaları öncesinde halkın elinde bulunan malzeme ve gıda maddelerinin bir kısmına el koymuş, cepheye kağnılarla cephane taşımayı onlara mecbur kılmış olması değildi. Hemen ve çok açık söyleyeyim: Başkomutan olsaydım ben de öyle yapardım. Az bile yapmış. O yüzde kırkını almakla yetinmiş, ben yüzde altmış yetmiş alırdım. Çünkü gerçekten bir ölüm kalım savaşı veriliyordu ve biz kazandık. Bu yaptırımın, bu ''zoralımın'' kazanmamıza büyük etkisi, büyük katkısı oldu. Benim altını çizmek istediğim şu: Bu konuda bir ''mitoloji'' yaratıldı ve bizlere, yıllar boyunca ve kuşaklar boyunca, halkın bu işi ''gönüllü'' yaptığı öğretildi. Hani şu ayışığı altında sırtında top mermisi taşıyan köylü kadınları... Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon''a doğru... (Demek ki zoralım, yalnız 1921 yılında değil, 1922 yılında da yürürlükteymiş...) Aralarında elbette gönüllü yapanlar da vardır. Ancak ''tekalif-i milliye'' adı altında bir ''kanun kuvvetinde kararname'' çıkarılmıştı ve kanunu çiğneyecek olanları yargılamak üzere İstiklal Mahkemeleri hazırdı. Kararlarının temyizi yoktu. Kararlar genellikle ya beraat ya idam şeklinde çıkıyordu. Atatürk''ün bir üvey babası ve üvey kardeşleri olduğunu yazdığımda da kıyametler kopmuştu. Amacım elbette ona çamur atmak değil, onun da bizim gibi bir insan olduğunu hatırlatmaktı. Seven, sevilen, üzülen, kızan, içki içen bir insan. Onu ille de ''insanüstü, tanrısal bir varlık'' olarak görmek isteyenler ateş püskürdüler. Bir tek cümleyle özetlemek istiyorum: Atatürk''ü ahmaklıkla savunmaya çalıştığınız sürece hem ona ihanet ediyorsunuz hem de Atatürk düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyorsunuz. Ama bunu da kaç kere açık seçik yazdık be kardeşim, ille dön baba dönelim tekrar mı edeceğiz? Son bir cümle daha yazayım: Bazı şeriatçılar öküzdür, ama ne yazık ki bazı Kemalistler daha da öküz. Engin Ardıç''ın bu yazıyı kaleme almasına neden olan köşe yazısı: ELİF''İN KAĞNISI Bunalıma girince ''Nutuk'' oku açılırsın, dediler. Aynen öyle yaptım, ferahladım. Tabii, Nutuk''u değil, onun Türk Dil Kurumu eliyle yapılmış çevirisini okudum, ''Söylev''... 1978 baskısı... Devletin resmi kurumunun baskısı, niçin okumayacakmışım? Devlet herşeyden yüce değil mi? Ne yani, özel sektörün yayınlarına mı güveneceğiz? TDK, büyük önder Atatürk''ün 1927 yılında CHP meclis grubu üyelerine seslenme şekli olan ünlü ''efendiler'' kelimesini ''sayın baylar'' şeklinde tercüme etmiş. Bu bile yüzümüzü güldürmek için yeterli. Büyüklerimiz haklıymış; Nutuk, daralana bunalana iyi geliyor. Bu baskı, eski TDK''nın, ''12 Eylül öncesinin dil kurumunun'' işi... Yenisi nasıl yayınlardı acaba? Ulu önder milletvekillerine ''muhterem hazırun-u kiram'' falan mı diyecekti? Şöyle rastgele bir sayfa açayım da remil tutayım dedim, karşıma ikinci ciltte sayfa 451 ve 452 çıktı. Orada ulu önder, Sakarya Meydan Muharebesi öncesi aldığı olağanüstü önlemleri anlatıyor. Hani şu, ''ayın altında kağnılar gidiyordu'' meselesi. Atatürk diyor ki: ''Beş sayılı buyruğumla, ordu için alınan taşıtlardan başka, halkın elinde kalanlarının da ayda bir kez ve parasız olarak yüz kilometrelik bir uzaklığa dek askeri ulaştırma işlerinde çalıştırılmasını zorunlu kıldım.'' Bu arada daha başka hangi maddelerin yüzde kırkına parası sonra ödenmek üzere el koyduğunu da anlatıyor: Çamaşırlık bez, kaput bezi, patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün ve tiftik, kışlık ve yazlık kumaş, kalın bez, kösele, varela, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin, sahtiyan, dikilmiş ve dikilmemiş çarık, potin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipliği, nallık demir ve yapılmış nal, mıh, yem torbası, yular, belleme, kolan, kaşağı, gebre, semer ve urgan... Buğday, saman, un, arpa, fasulya, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvanlar, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay, mum... Benzin, vakum, gres yağı, makine yağı, donyağı, saatçı ve taban yağları, vazelin, otomobil ve kamyon lastiği, lastik yapıştırıcı, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, pil, çıplak tel, yalıtkan, zaçyağı... Büyük kurtarıcı diyor ki: ''Dört sayılı buyruğumla, halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabaları ile kağnı arabalarının bütün donatımı ve hayvanları ile birlikte, binek hayvanları, top çeker hayvanlar, katırlar, yük hayvanları, deve ve eşeklerin yüzde yirmisine el koydum.'' Benim ilgimi en çok şurası çekti... Sonra ekliyor: ''Buyruklarımın ve bildirimlerimin yerine getirilmesi için kurduğum İstiklal Mahkemeleri''ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskişehir bölgelerine gönderdim. Ankara''da da bir mahkeme bulundurdum.'' Ve Elif, öküzün yerine kendi kendini koştu, kağnı oldu, teker oldu, mermi oldu, umut oldu aktı cepheye gecedeeen incedeeen incedeeen... Değil mi Fazıl Hüsnü? Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 12:11

İLGİLİ HABERLER