ERTUĞRUL ÖZKÖK; "BAZILARI ÇOK ÜZÜLECEK AMA İŞİMDEN AYRILMA GİBİ BİR NİYETİM YOK"
Yine o yeni hayat ısmarlama meselesi
YİNE geçen haftaki o malum ‘‘kendime yeni bir hayat ısmarlama’’ meselesine döneceğim.
Çünkü anlıyorum ki, bu konuda biraz daha konuşmamız gerekecek.
Ama önce biraz müzik...
Bu haftaki takıntım Santana.
Yirmili yaşlarımdan beri bitip tükenmeyen o müthiş Latin.
Son CD'si ‘‘Shaman’’ yine Santana.
Özellikle de ‘‘The game of love’’ şarkısı.
Takılmış plak gibiyim ve kendi kendinin dervişi gibi dönüp duruyorum.
* * *
Evet, gelelim, kendimize yeni bir hayat ısmarlama meselesine.
Geçen pazar yazım çıktığı andan itibaren telefonlarım çalmaya başladı.
Çoğunun sorusu aynıydı:
‘‘Ne oluyor, işinden mi ayrılıyorsun?’’
Bütün gün boyunca durmadan aynı şeyleri tekrarladım.
‘‘Ne alakası var...’’
‘‘Yazımdan bu anlamı mı çıkartıyorsun?’’
Oysa ben geçmişte en az on tane buna benzer yazı yazmıştım.
Ama en yakınlarımdaki bazı insanlar bile bu anlamı çıkarmış.
Demek ki, ‘‘yeni hayat’’ deyince çoğumuzun aklına, işten ayrılmak geliyormuş.
Yani ‘‘kapıdan çıkıp gitmek’’...
Sizce bu çok acıklı bir şey değil mi?..
Hepimizin ne kadar zavallı, ne kadar çaresiz olduğunu ispatlayan bir maymuncuk değil mi?
Ben hayatım boyunca sadece iki iş yaptım.
Biri öğretim üyeliği, öteki Hürriyet'te gazetecilik.
Sık sık müessese değiştirip, bunu gelir kapısı haline getirmek, benim ne kültürümde ne de psikolojimde var.
Anlayacağınız, bazıları çok üzülecek ama işimden ve görevimden ayrılmak gibi niyetim yok.
Ben o yazımda, sıradanlıklardan, renksizliklerden, vasatlıklardan, yeknesaklıktan bunalmış bir insanın kaçış hikáyesini anlatmaya çalışmıştım.
Gayem, çoğumuzun vesikalık fotoğrafını çekmekti. Fotoğraf da şuydu:
* * *
Çoğumuz gövdemizden bir limana demirlenmiş durumdayız.
Önünden demirli, arkasından iskeleye bağlanmış, ancak küçük sallantılardan medet umar hallerimiz var.
Benim anlatmak istediğim şuydu:
Eğer gövdenizi kaçıramıyorsanız, bari ruhunuzu kaçırın.
Ruhunuza yeni bir hayat ısmarlayın.
Ben bir bunalmışlığı, bir tiksintiyi anlatmak istemiştim.
Toplumumuzu saran şu ilkel recm duygusunun yarattığı bulantıdan kurtulmayı tarif etmiştim.
Ve her recm ayininden önce içinizden geçen o cümleyi:
‘‘İlk taşı içimizde en günahsız olanı atsın.’’
* * *
Biliyorum, içinizde dürüstlüğün hiç olmazsa nebzesi kalmıştır.
Eliniz ilk taşa gitmez. Haddinizi ve günahınızı bilirsiniz.
Ama o ne...
Uzanan ilk arsız eller arasında tanıdıklar da vardır.
O parmaklardan, üzerine bulaşmış kirden, pastan, o günahlardan hemen tanırsınız.
Çünkü siz o ellerin cemaziyülevvelini bilirsiniz.
Cemaziyülevvel de ne, o yakın bir milat.
Siz o ellerin miladının öncesini, bir türlü tamamlayamadıkları taş devirlerini hatırlarsınız.
Ama şaşıramazsınız.
Çünkü hayat daha çok yıllar önce size, ‘‘insana ait hiçbir şeye şaşırmamayı’’ tecrübeyle öğretmiştir.
Görünmeyen bir tabip, ruhunuzun şaşırma duygularını botoksla iğdiş etmiştir.
Ne yapacaksınız, ‘‘Arsız eller’’ der geçersiniz.
Gülemezsiniz bile.
Sadece içiniz burkulur.
Çünkü bilirsiniz ki, iğrenmek, yine de bir ilgilenme meselesidir.
* * *
Diyeceksiniz ki, açık konuş, kim kimi recm ediyor.
Bütün samimiyetimle söylüyorum. Belli bir olay ve kişi yok.
Demek istiyorum ki, hayatımız bu vasat kalabalık içinde recmlerle geçiyor.
Kimimiz, bir ötekini, hepimiz şunu veya başkaları bizi.
İsim hanesi boş.
Kimliklere ne ad yazılmış, ne de bir soyad.
İsteyen istediği ismi, istediği soyadı koysun.
İşte benim ‘‘yeni hayat ısmarlamak’’ dediğim şey, bu recm ülkesinin dışına kaçabilmektir.
Dedim ya, gövdemi kaçıramıyorsam, hiç olmazsa ruhumu kaçırabilmekten söz ediyorum.
Size de şiddetle tavsiye ediyorum.
Mesela bu hafta ‘‘Santana’’ sizi kaçırabilir.
Santana ve ‘‘The game of love’’.
Dinleyin bakın, göreceksiniz.
Yeni hayatlar için, ille de işinizi terk etmeniz, vurup çıkacak kapılar aramanız gerekmiyor.
Boşverin, tekne o aynı limanda bağlı kalsın.
Alın ruhunuzu, çekin gidin...
(Ertuğrul Özkök/Hürriyet)
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:58