Onu bıraktım, başka bir kadına gittim.
Bugün size bu ‘çok özel’ ihanetin hikáyesini anlatacağım.
Ama ondan önce çözmem gereken bir başka olay var.
Önce onu anlatayım.
* * *
Hayatım boyunca çözemediğim bir şifrem var.
Beynimde ‘kadını seçen’ o mekanizmanın şifresi.
Birçok kadın arasından birini veya bazılarını beğenen o mekanizma nasıl çalışır.
Benim beğendiğim, arzu ettiğim kadın niye bir başkasına o kadar çekici gelmeyebilir?
Ya da benim basbayağı ‘çirkin’ bulduğum bir kadın, mesela Yoko Ono, nasıl olur da John Lennon denilen bir dáhinin hayatını altüst edebilir?
Bu sorunun cevabını hiçbir zaman bulamadım.
O şifreyi hiçbir zaman çözemedim.
O nedenle ihanetimin gerekçelerini de anlatamayacağım.
Hayatımın kadınını bundan tam 36 sene önce tanıdım.
O zaman bir kolej öğrencisiydi. Saçları iki yanından örülmüştü.
Ona áşık oldum, evlendim ve hálá evliyim.
Aradan geçen yıllar içinde bu büyük aşka, müthiş bir arkadaşlık da eklendi. Karım hep hayatımın gerçek kadını olarak kaldı.
Yanlış anlamayın. Bugün anlatacağım ihanet onunla ilgili değil.
Hayallerimdeki ‘öteki kadına’ ihanetten söz edeceğim.
Her insanın gerçek aşkının yanında bir de hayali aşkı vardır.
Kimi bunu itiraf edebilir, kimi edemez.
Ben itiraf edebilenlerdenim.
* * *
Yazılarımı uzun yıllardan beri okuyanlar bilir.
Benim hayalimdeki kadın, uzun yıllar hep İtalyan sinema oyuncusu Laura Antonelli oldu.
Bu köşede ona çok aşk mektupları yazdım.
Onu önce ‘Malicia’ filminde tanıdım.
Sonra Visconti’nin ‘Masumlar’ filminde áşık oldum.
Şimdi nerede olduğunu bilmediğim bir kitabın içine onun dekolte bir fotoğrafını koymuştum.
Kitap kayboldu.
Onunla birlikte fotoğraf da gitti.
Aradan yıllar geçti.
Bir gün bir gazetede Laura Antonelli’nin fotoğrafını gördüm.
Anormal kilo almıştı. Yüzü darmadağın olmuş, yaşlı bir kadın haline gelmişti.
Galiba uyuşturucu falan da kullanıyordu.
O gün içimden bir şeyler kayıp gitmişti.
Ama yine de onu bırakıp gidememiştim. Laura Antonelli’nin eski fotoğraflarını hálá orada burada saklıyordum.
Hálá o eski fotoğrafları gördükçe, eski filmleri seyrettikçe içimde küçük elektrik kıvılcımları çakıyordu.
Laura Antonelli hálá büyük aşkım, hayatımın kadınıydı.
Ta ki o filmi seyredinceye kadar.
* * *
İki yıl önceydi.
Uçakla Amerika’dan geliyordum.
Yolda ‘Corelli’nin Mandolini’ filmini seyrediyordum.
Ve birden karşıma Penelope Cruz çıktı.
Daha önce birkaç filmini seyretmiştim. Ama onu ilk defa bu filmde keşfediyordum.
Derin bakan gözler.
Masumiyetle şehvet arasındaki sınırı kaldıran dudaklar.
Ve insanı mahveden bir aksan.
İngilizce’yi, küçük bir Ege adasının anadili haline getiren o müthiş aksan.
O gün o kadınla tanıştım ve hayatımın en büyük hayali aşkına ihanet ettim.
Laura Antonelli’yi bırakıp ona koştum.
* * *
Oysa hercai bir erkek değildim. Çapkın hiç değil.
Ama Penelope Cruz beni alıp götürdü.
Kadın gel deyince gidilir.
Erkekliğin en karşı konulamaz kuralı bir kere daha işledi.
İhanet bir kader, bir alın yazısı gibi beni günaha çağırdı.
Onunla sadece Laura Antonelli’ye değil, bütün 42 beden kadınlara ihanet ettim.
Buğulu bakış, şifresi çözülemeyen dudaklar ve ağır bir aksan, 30 yıldır taşıdığım bir maziyi bir saniyede perişan edip bıraktı.
Çünkü çaresizdim ve vefa bu kudretli arzu karşısında biçareydi.
Kapıyı vurup çıktım.
Arkama bakmadan o kadına gittim.
Ertuğrul Özkök
Hürriyet
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:08