
ESRA AKKAYA İLE BALIKÇIDA YAKALANAN HAKAN PİŞKİN NE DEDİ?
Gazeteyi bir açtım, manşet Hakan... Sevgili asker arkadaşım Hakan Pişkin... Aynı tertiptik, terhisten sonra da hiç kopmadık. İyi bir dost... Sahneye gönül vermiş bir tiyatrocu...
Hep onu birinci sayfalarda görmek isterdim; hakkında yazmak, yazılanları okumak...
Lakin ne yazık ki tiyatroculuğu değildi onu manşete çıkaran...
Hatta bir özeleştiri gerekirse, bugün bu sayfaya konuk oluşu da ondan değil...
Yakalanmış Hakan...
Suçüstü...
"Aliye"nin başrol oyuncusu Sanem Çelik, Tarabya'da Hayrola çay bahçesinde yönetmeniyle arabada yakalanmış, ondan sonra da Hayrola'da çift kaşarlı tosta "Aliye Tostu" adı takılmıştı ya...
Hakan da o yönetmenin, tek celsede boşandığı eşi Esra Akkaya ile Çengelköy'deki Bosphorus balıkçısında yemek yerken yakalanmış.
Gizlice çekilen görüntüler günlerce, defalarca yayınlandı.
Restoran bu "yakalatma"nın şanına bir "Esra-tava" icat etti mi bilmem ama Esra Akkaya "15 gün önce boşandı. Hemen arkadaş buldu. Aşk yaşıyor" haberini "Hakan'la 1988'den beri arkadaşız" diye yalanladı.
Ama Hakan Pişkin konuşmadı.
Soyadına benzemez Hakan; acı çektiğini biliyorum.
Aradığımda şaşkındı. Konservatuvar yıllarından beri tanıdığı, zor durumdaki bir arkadaşına destek olmak isterken başına bir iş daha açmıştı.
"Temelde bozulduğum iki mesele var" dedi:
"Birincisi, arkadaşlığımızı yaşamamız bir suç gibi algılatılıyor. İkincisi, bunca yıldır tiyatro yaparak bir sanatçı kimliği oluşturmaya çalıştık, bir anda magazin haberleriyle o kimliğin çok dışında bir görünüm ortaya çıktı."
Talihe bakın:
Hakan şu aralar "Adamın Biri" adlı bir kabarede oynuyor. Görünenle gerçek arasındaki farkı vurgulayan bir oyun. Sanki içine düşeceği durumu üç yıl öncesinden hissetmiş gibi...
"Yaz hislerini bana" dedim, yazdı. Daha doğrusu sordu.
Sorularını okuyunca yeni bir insan hakları tanımına ve "kamunun bilme hakkı"yla "insanın mahremiyet hakkı" arasında yeni hudutlara ihtiyacımız olduğunu siz de takdir edeceksiniz.
Hakan'ın yazısı
"Okullarda şiddetin, öfke nöbetlerinin, kapkaçın, çeteleşmenin, işsizliğin, çaresizliğin, yalnızlığın arttığı bir Türkiye'de kime konuşsak, kimle dertleşsek, dert dinleme mekanizmalarının da kendini yitirdiği bir dönemde kimin elini tutsak içimizdeki gazı, sıkıntıları nasıl boşaltsak nasıl çare bulsak?
Arkadaşlık olur mu bu merhemin adı? Dostluk olur mu?
Bir benlik en kırılgan zamanlarda kendini sarmalar mı bir dosta yaklaşarak? Sırt versin ister mi? Ayağa kalkmak için gücünü yitirmişken bir el ister mi sıcak, hesapsız; yoksa banka reklamlarının sembolü olarak mı kabul etmeliyiz o eli?
İki insanın bir arada olmasının tek bir görünümü olsa da bir sürü farklı anlamı olamaz mı? Bu anlamlar onlara ait, onların insan olmaktan gelen haklarının mahremiyetinde değil midir?
Bir paparazzinin sınırları, insan olmanın sınırlarıyla belirlenemez mi?
Görünenin arkasına bakmamak, gerçeği bozarak farklı anlamlarda sunmak yanılgıyı kurgusal olarak yönetmeyi sektörleştirmek neye müdahale eder, neyi dinamitler?"
Kaçmalı mıyım?
"Örneğin ben niye yakalandım? Neden kaçıyordum? Kaçmalı mıyım?
Neyimle yakalandım?
Magazin basının ufaltarak 15 güne sığdırmaya çalıştığı 18 yıllık arkadaşlığımı yaşamanın artık mümkünü yok mu?
Olmalı.
Ama zamanı geldiğinde... Şimdi değil herhalde... Konservatuvardan bugüne dek devam etmiş iş arkadaşlığımı da arkasına almış güçlü bir bağ... Geçmişin en saf, en güvenilir çekmecelerinde özenle saklanmış, anılarla beslenmiş bir bağı kullanmanın tam zamanı...
Ama yapamazsın. Farklı algılatılır. Öyle olmasında yarar vardır. Dahası o an senin olmaktan çıkar. Sen de sen olmazsın zaten."
Hayat benim değil mi?
"Dışarıdaki mikrofonlara ne demeli?
Ne dersen, montaj tekniklerinin kurbanı olmazsın?
Yarattığımız kültür bize geri dönmez mi?
Gerçekle gerçek dışının bu kadar birbirine girmesi inancımızı etkilemez mi?
Neye inanacağımızı karıştırırsak özgüvenimizi yitirmez miyiz?
Bir gün sadece birilerine ihtiyaç duyduğumuzdan, üstelik çok uzak birilerine en değerli duygularımızla teslim olmak zorunda kalmaz mıyız?
Sadece güvenmek için güvenmekle karşımızdakinin çapını hesaba katmadan kurulan bu denklem hatalı sonuçlar çıkarmaz mı?
Bir arkadaşla yemek yemenin, konuşmanın, detek olmanın neresi yanlış?
Evet bir arkadaştan sevgili de olur ama olmamışsa bunu dayatmaya kimin ne hakkı var?
Hayat benim değil mi?"
Tanınmanın bedeli mi?
"Bu olayda kendimden başka kime ne tür bir hesap sorumluluğu taşıyorum ki 'Bu biçimde davranmamalıydım' duygusu yaşıyorum?
Bu savunusuzluk duygusunu yaşamalı mıyız?
Ne tür büyük bir yanlışın sonucu bunlar?
'Tanınmanın da bir bedeli var' diyorlar. Doğru. Peki bedel, arkadaşından uzaklaşmak, kendinden vazgeçmek olabilir mi?
Ben tanınmanın bedelini yıllarımı konservatuvarda oyunculuk eğitimine vererek ödemedim mi?"
Kendini oynamak
"Tiyatro kurarak, 12 yıldır aralıksız işimi yaparak, televizyondan kazandığım bütün paralarımı yine tiyatroya yatırarak, oyunlar yöneterek, oyuncular yetiştirerek, açlık çekerek, az yaşayarak ödemedim mi?"
Sahneye çıktığımızda ilk öğrendiğimiz şey 'Öylece dur' dendiğinde bile duramadığımız ya da durduk yerde yapaylaştığımız, yabancılaştığımızdı. Bunun en önemli nedeni birilerinin bizi izliyor olmasıydı. Gözlenmekle yaşadığına yabancılaşmak arasında böyle sağlam bir bağ var. Şimdi birileri ellerine kameraları alıyor ve hayatımıza dalıyor. Hem de oynama duygumuz yokken, kendimizi oynamak zorunda kalıyoruz. Üstelik bu zaten gittikçe doğallığını yitiren hayatımızın içinde bile çözülmesi gereken bir meseleyken...
Kameralardan gelen darbelerden sonra ne ilişki kalıyor ne gerçek ne duygu ne bir şey... Her şey toz duman oluyor. Tıpkı yıllar önce sahneye koyduğumuz 'Adam Adamdır' adlı oyununda Brecht'in dediği gibi:
'Ayağımızın altından kayıp giden toprağı görmeliyiz.' Yoksa kayan toprak bizi düşürmese bile dumanında boğulacağız."
İçi ölmüş yabancılar
"Brecht'in yine aynı oyunda belirttiği gibi 'Çıkarırım pantolonumu, giyerim başka bir pantolon ve olurum başka bir insan' diyen bir karakterin hayatını yaşayıp sonunda da kendi cenazesinde kendi ölüm konuşmasını yapan bir adama dönüşüp, benliğimize yabancılaşmaktan kaçamayacağız. Yaşarken içleri ölmüş birer yabancı olarak hayatımızı sürdüreceğiz.
Bütün bunlardan sonra şunu söylemek istiyorum:
Ne güzel tiyatro yapmak.
Ne güzel sanat yaparak kendini yaşamak.
Yıllar sonra başka bir coğrafyada, görüyorum ki, Brecht benim ağzımda, benim dertlerimle hâlâ konuşabiliyor.
Kalan bu oluyor."
(milliyet)
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 07:54