Medya
  • 28.4.2002 11:11

FATİH ÇEKİRGE, TÜRK MEDYASININ ARKA SOKAKLARINDA DOLAŞTI...

KAYNAK : Haber Vitrini Türk medyasının arka sokakları Bugün, biraz Türk medyasının ‘arka sokak’larında dolaşmak istiyorum... Dönüp biraz geriye bakmak, ardımızdaki o büyük aynada giderek vahşileşen medyanın o ‘daralan siluet’ine bakmak istiyorum... Bizim yürüdüğümüz ‘Star Sokak’ın köşe başında durup geriye doğru baktığımda, Bab-ı Ali’nin ‘en genç yazı işleri’ ve ‘en genç haber kadroları’yla çalıştığımızı görüyorum... Çıktığımız günden bu yana, bu sokakta neredeyse cepheler kurarak göğüs göğüse çarpıştığımızı hatırlıyorum... Yalnızca, ayakta kalıp, bu genç kadronun, hantallaşan Türk medyasına getirdiği yeni soluğu üfleyebilmek için... Bu genç kadro, basın tarihinde ilk kez 1 milyon 200 bin gibi bir tiraja ulaşmayı başarmıştır... Bu genç kadro, ilk kez gazete mizanpajında ‘renk ve fotoğraf’ büyüsünü kullanmıştır... Sonradan diğer gazeteler, bu büyünün sırrını görüp star’ın peşine takılmışlardır... Gazete arşivlerinde birkaç yıl geri gidildiğinde, bugün gazetelerin üzerinde gördüğünüz o mavi zeminleri, star öncesinde göremezsiniz... O renk, Türk basınına star’la birlikte gelmiştir... Bu genç kadro, sessizce ve büyük bir özveriyle çalışarak, Türk basınına Turkish News isimli İngilizce bir gazete, farklı bir ses ve farklı bir kimlikle DAMGA gibi bir gazete ve yine yapılmışların en iyisini yaparak starBOX gibi bir hafta sonu ilavesi yaratmıştır... Şimdi bir ‘Hayat’ daha yaratılmaktadır. 1 Mayıs’tan itibaren Hayat Dergisi yıllar sonra yeniden okurla buluşacaktır. Buradaki ‘yaratma’ kavramını özellikle kullanıyorum... Çünkü, yıllardır çıkan ve alışkanlık yaratmış olan bir gazetede çalışmakla, hiç yoktan bir gazete yaratıp onu hissetmek arasında büyük bir fark olduğuna inanıyorum... Bu ‘yaratma’ farkı yüzünden, bizim daha şanslı olduğumuzu düşünüyorum... Yeniden o ‘arka sokaklara’ dönünce maceranın en acımasız bölümünü hatırlıyorum. O günlerde bu genç kadro, ‘gazetecilik rekabeti’yle durdurulamayınca ‘dağıtım tekeli’yle yok edilmeye çalışılmıştır... İşte Türk medyasının ‘arka sokak’larındaki ‘en kirli bölge’, yani Türk medyasının ‘Harlem’i ya da ‘Çin Mahallesi’ buradadır... Bu ‘kirli bölge’ yüzünden bugün, Türkiye’de çıkardığınız herhangi bir süreli yayını istediğiniz özgürlükte dağıtamazsınız... Dağıtıma hakim olan o tek kuruluş istemezse istediğiniz kadar yazın, o düşünceler hiçbir yere ulaşamaz. Yani, ‘özgür dağıtım’ olmadığı için, ‘özgür basın’ da gelişememektedir... Bu açıdan bakıldığında star, çareyi kendi dağıtımını kurmakta bulmuştur... Bugün, 20 bin satış noktasıyla star, hala birçok güçlüğe rağmen kendi dağıtımını yapmaktadır... star, işte bu tekele karşı mücadele etmiş ve büyük ölçüde başarılı olmuştur... İşte bugün yine, haftalık ortalaması 500 bine dayanan bir star Gazetesi vardır... star artık, tiraj noktasında, diğer büyük rakiplerini geçmiş ve başabaş mücadele sınırına dayanmıştır... star, böyle büyük bir mücadelenin ardından bugün, kendi dağıtımıyla 500 bin sınırına dayanmıştır.. Evet, ‘Star Sokak’ın köşe başında durup geriye baktığım zaman gördüğüm o muazzam ‘mücadele’, Türk medyasının ‘arka sokakları’nda yaşananların yalnızca küçük bir bölümüdür... Ama benim asıl söylemek istediğim, star Gazetesi’nin geldiği bu noktanın ötesindedir... Bu yüzden Türk medyasının ‘arka sokak’larında dolaşmak istiyorum... Düşünün ki bugün, Türkiye’nin AB’ye girmesi üzerine yazılan yazıların yüzde 90’ı Türk basınındaki kalemlerden gelmektedir... Birbirinden nitelikli, birbirinden değerli kalemler bu konuda her gün fikir üretmektedir... Türkiye’nin geleceğine yönelik büyük ve köklü tartışmalar, Türk medyasının bu sayfalarında yapılmaktadır... Bu kalemler değerlidir.. O yüzden, ben daha çok bu kalemlere sesleniyorum... Eğer Türkiye’nin AB’ye gerçekten girmesini istiyorsak, önce kendi ‘arka sokak’larımızı temizlemeliyiz... Örneğin şu sorunun cevabını, büyük bir iç huzuruyla verebilmeliyiz: - Avrupa’da hangi ülkede, gazeteler verdiği haberler ve yapılan yorumlarla toplumu aydınlatırken, aynı sayfalarda da tencere, tava, masa örtüsü, porselen tabak, TV vermektedir? Evet, gazeteler haber ve fikir vermek için vardır... Öyleyse, biz de bunu yapmalıyız... Örneğin diyorum ki, yılların gazetecisi Oktay Ekşi... Türk medyası ile AB coğrafyasında çıkan gazeteler arasında bir karşılaştırma yapsa ve bir Basın Konseyi Başkanı olarak bunu ortaya koysa... Ve bu nedenle, AB ölçülerinde bizi farklı ve yanlış bir noktaya sürükleyen ‘promosyon kurumu’nu kaldırmak için bir çalışma başlatsa... Avrupa’dan yazan Türk yazarlar bu karşılaştırmayı detaylandırsa... Ya da Gazeteciler Cemiyeti, Türk medyasını, AB medyası karşısında anlaşılması güç bir şekilde küçük düşüren bu yapıyı derinlemesine ortaya koysa... İnanıyorum ki bütün bunlar mümkündür... 21’inci yüzyılın Türk medyası bunu başarabilir... En azından, deneyip kayda geçirebilir... Tencere tava vermek yerine, buraya yapılan masrafları fiyattan düşüp halkın daha ucuza gazete okumasını sağlayabilir... Türk medyasıyla Avrupa medyası arasındaki bir başka büyük fark, dağıtım tekelidir... Dağıtım tekelinin zorbalığını göğüs göğüse yaşamış bir gazeteci olarak, Türkiye’nin ya da Türk demokrasisinin önündeki en büyük engellerden birisinin bu konu olduğuna inanıyorum... İsim vermek istemiyorum... Çünkü, bu yazıyı bir ‘medyatik savaş’ ya da ‘fırsatçı bir zihniyet’le yazmıyorum... Ama herkes biliyor ki, bugün Türkiye’de süreli yayınları dağıtan tekel, dağıttığı ürünün fiyatından yüzde 35 ila 50 arasında komisyon almaktadır... Ne Avrupa’da, ne de dünyada böyle bir uygulama vardır... Örneğin Almanya’da siz çıkardığınız herhangi bir yayını, doğrudan bir bayiye götürüp sattırabilirsiniz... Ya da birçok dağıtım şirketinden biriyle anlaşıp okura ulaşabilirsiniz... Ama bu olanak Türkiye’de mümkün değildir... Örneğin, eğer sizi rakip görürlerse, o bayilerde sattırmazlar... Akşam Gazetesi bunun en açık örneğidir... star Gazetesi’nde bizim yaşadıklarımız, son ve en keskin örnektir... Çünkü, dağıtım tekeli star Gazetesi’nin fiyatını zorla yükselttirmek istemiştir... Böyle bir ‘dağıtım düzeni’nde ‘özgür düşünce’ ya da ‘farklı ses’ nasıl yeşerebilir... Sonuçta, dağıtıp dağıtmamak kararı bir kişinin ağzındadır... Bugün ‘Ben her yayını dağıtıyorum’ demek, ortamın özgür olduğu anlamına gelmez... Çünkü ‘Ben’ diyen kişi, özgürlüğü veren kişi olduğuna göre, bu özgürlük kurumsallaşmamıştır... Bir kişinin ağzındadır... Özgürlükler, kişilerin ağızlarıyla değil, kurumsallaşmalarıyla ancak özgürlük olabilir... İşte Türk medyasının Türkiye’yi AB’ye sokma konusundaki duyarlılığını bu nedenle önce kendi üzerinde göstermesi gerekmektedir. Asıl fark budur... Türkiye’nin AB sürecinde ‘özgür düşünce’ ve ‘özgür yayın’ çizgisine ulaşması, yani demokrasiyi daha çok sindirebilmesi, bu farkın ortadan kaldırılmasıyla mümkündür... Bu açıdan bakınca mesele açıktır. Türkiye’nin AB sürecine katkıda bulunmak isteyenler önce Türk medyasındaki bu sorunu çözmek zorundadır. Bu sorun ‘idam’ ya da ‘insan hakları’ kadar önemlidir. Başka bir açıdan bakınca, daha da önemli olduğu görülecektir. Çünkü, dağıtım tekeli, ‘haberleşme ve düşünce özgürlüğü’nün temelini tehdit etmektedir. Aynı şekilde gazeteleri ‘pazarlama şirketi’ haline getirerek, halkın haber alma maliyetini yükseltmek ve sulandırmak önemli bir sorundur. Siyaset kurumu ‘medya korkusu’ yüzünden, bu düzenlemeyi ne yazık ki görmezlikten gelmektedir. Ne Rekabet Kurumu, ne Hükümet, ne de AB Genel Sekreterliği bu konuya karşı duyarlıdır. Basın Kanunu çıkmakta ama bu en önemli ve en temel sorun görmemezlikten gelinmektedir. Acı olan da budur... Evet, bu yazıda biraz uzunca da olsa dönüp hem geriye hem de medyanının arka sokaklarına bakmak istedim... Bir medya çalışanı olarak, içinde bulunduğumuz durumu büyük bir tarafsızlıkla ortaya koymak istedim... Üstelik bunu, büyük bir samimiyetle ve iç huzuruyla yapıyorum... Zaman zaman da yapmaya devam edeceğim... Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 16:40

İLGİLİ HABERLER