
FATİH TERİM’İ SEVMEK NEDEN ZOR?
ORAY EĞİN-AKŞAM
Bir sahil kasabasında, insanların arasında, yazlıkçılarla beraber izledim maçı ve herkesin yüreğinin atmasına tanıklık ettim. Goller olduğunda ortalık inledi, neredeyse bir stadı andıracak kadar gürültü koptu ve herkes coşkuyla birbirine sarıldı.
EURO 2008, televizyon yayıncılığı açısından da bir eşikti bence. Stade de Geneve’e gittiğimde gözüm ilk olarak iki tribün arasına gerilmiş yayların üzerinde hareket eden robot kameraya takılmıştı. Maçların başında tepeden görüntüler o robot sayesinde oluyordu.
Yönetmenlik açısında da bir eşikti. Hele hele maçlar HD izlendiğinde bu fark daha da ortaya çıkıyordu. Harika kareler gördük Türkiye’nin maçlarında. İnsanları iyi izleyen ve takip eden bir yönetmen vardı belli ki.
Biz maçı izlerken, bir yandan da ortamdaki pek çok insan televizyona yansıyan Fatih Terim karelerine baktı. Artık açıkça kabul etmemiz gerekiyor ki, Fatih Terim futbolumuzda tıpkı Yılmaz Vural gibi ekranda iyi malzeme olabilecek bir karakter.
Müthiş bir oyuncu. Nitekim golsüz geçen dakikalar boyunca ekrandan yansıyan görüntülerinde hiçbir izleyeni kayıtsız bırakamıyor. Başka masalardan pek çok kişinin güldüğünü, Terim’in beden dili hakkında yorum yaptığını gözlemek mümkündü.
Neden Türkiye Fatih Terim’i sevmiyor? Dahası, Fatih Terim neden kendisine yönelik bu nefreti hiç mi hiç önemsemiyor?
Belki sadece başarıdan tatmin olmak yetiyordur ve kendisinden başka hiç kimseyi önemsemesi de bundandır. Ama gönül ister ki Türkiye’nin futbol takımı Arda Turan ve Semih Şentürk’ün Terim’i bile geçen etkisiyle zaferden zafere koşarken Türkiye onu da bağrına basabilsin.
Meğerse yabancı yönetmenler ilginç görüntü verdiği için değil, gerçek bir saygıdan dolayı onu ekrana taşısın. Bir halk kahvesinde insanlar o ekrana geldiğinde kıkırdamasın da ona gerçek bir kahraman muamelesi yapsın.
Yıllar önce, bir televizyon yöneticisi Fatih Terim’i ekrana çıkardıklarında rating’in düştüğünü söylemişti. Ne olursa olsun halka sempatik gelmeyecek kimi insanlar var işte: Kenan Evren gibi...
Ben Fatih Terim’le çok eksiden birkaç kere karşılaştım, herhangi bir temasımız olmadı. Sonra bir kamp esnasında, birkaç ay evvel Swissotel’de oturduk ve dost ortamında beraber olduk. İlk kez.
Hatta ben birkaç futbolcu arkadaşımla otururken bizzat kendisi geldi ve kendisini tanıttı, ardından da sohbetimize katıldı. O gün ilk kez Terim’in “sevilebilir” olduğunu gördüm. Espriler yapıyor, egosundan arınmış, kasmamış, kendisi hakkında yıllardır çok ağır yazılar yazan benle bile sohbet edebilecek kadar medeniydi. Basın toplantılarındaki o öfkeli havasından eser yoktu. Sonra da bir daha karşılaşmadık.
O gün şunu düşündüm: Batılı biri olmuştu Terim, eleştiriye tahammül edebiliyor, kaldırabiliyordu.
Ancak sonradan şunu anladım. O günlerde başarılı değildi Türk Milli Takımı ve belki de bu başarısız Fatih Terim’in egosundan çalmıştı. Nitekim şimdi başarılı olduğunda başka gazetecilere takındığı tavrı görünce ona zaferlerin yaramadığını düşünüyorum.
Halbuki ortada bir de bu tavırlarının ona kazandırmadığı gerçeği var. Düşünün, yıllar önce Milan’ı çalıştırırken “takımdaşlık” konferansında kendini övdüğü sırada atılmıştı. Çünkü ne başkan, ne de futbocular onun tavrına alışıktı. Türkçe düşünüyor, Türkçe öfkeleniyor, Türkçe davranıyordu Terim. Bu yöntemler kasabalı çocukların üzerinde başarıya ulaşabilir belki Batılı futbolcuda ters tepti. “Bu adama noluyor” dediler...
Nitekim yine başarılı olabildiği yer Türkiye oldu...
Ama maalesef Türkiye’de de kendini sevdirmemek için her şeyi yaptı Terim. Oysa bu kahramanlık döneminde ne olurdu onu bağrımıza bassaydık. Ne olurdu hep o Swissotel’de kahve içtiğimiz kısa süredeki gibi davransaydı ve başarılarında kavgacı olmasaydı...
Fatih Terim’i sevmenin güç olduğuna inanmıyorum. Ama o sevmeyelim diye her şeyi yapıyor. Çarşamba günü Türkiye keşke finale çıksa ve Fatih Terim başarıyla beraber hak ettiği sevgiyi de kazanmak için en azından elini uzatsa Türkiye’ye...
Bir sulh olsa.