KAYNAK : Haber Vitrini
ANKARA- Star yazarı Umur Talu, Pazartesi günkü yazısında Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan'dan, 'İş güvencesi yasa tasarısı' kapsamına gazetecilerin dahil edilmemesi için ne tür şantaj ve tehditlere maruz kaldığını mı açıklamasını rica etmişti.
Okuyan'dan ses çıkmayınca Talu bugün bir yazı daha kaleme aldı ve cevabını kendisi verdi.
İşte Talu'nun iki gün üst üste kaleme aldığı yazıları:
UMUR TALU'NUN 25.03.2002 TARİHLİ YAZISI
Anna, bizi de yaz!
Anna Politkovskaya bir Rus gazeteci. Basın ve ifade özgürlüğü için uluslararası çaba harcayan ‘Index on Censorship’ geçen hafta ona ‘İfade özgürlüğünün en cesur savunması’ ödülünü verdi.
Bu ödülün gerekçesi, Politkovskaya’nın, ‘Çeçenistan’da gerçekte ne olup bittiğini haber verebilen’ neredeyse tek kaynak olması, bunun karşılığında da ağır bedeller ödemesiydi.
Rus gazeteci, Rus askerlerinin yolsuzlukları, halkı haraca bağlamaları, sivillere de uyguladıkları şiddet, disiplinsizlikler, insan hakları ihlalleri üstüne yazıp durmuştu. Bunu yaparken, duruşu ‘Çeçen yanlısı’ da değildi, çünkü o tarafın şiddeti ve suçları üstüne de yazıyordu.
Karşılığında gözaltına alındı, saldırılara maruz kaldı, tecavüz ve işkenceyle tehdit edildi, düzmece bir otomobil kazasında öldürülmek istendi.
Gazetesi ‘Novoya Gazeta’ ağır tazminat davaları yüzünden kapanmanın eşiğine geldi.
En son eylül ayında Çeçenistan’a gidip yazdıklarından sonra tehditlerin artması üzerine ‘bir süreliğine’ yurtdışına çıkmak zorunda kaldı.
* * *
Geçen ay yazdığı bir yazıda, 11 Eylül ‘sayesinde’ Rusya ve Putin’in ABD’den aldıkları ‘açık çek’ ve Avrupa’nın eski eleştirel pozisyonundan geri çekilmeye başlaması yüzünden Çeçenistan’da durumun daha vahim bir hal almakta olduğunu belirtiyordu.
Çeçenler neredeyse toptan ‘terörist’ sayılıyordu.
Politkovskaya, iki çocuğunu Moskova’da bırakıp ayrılmak zorunda kalmıştı. ‘Gelecekte onların başına ne geleceğini bilmiyorum’ diyor ama içindeki asıl yarayı şöyle belirtiyordu:
‘Bana tanıklık yapmış olan insanlar ben oradan ayrılır ayrılmaz öldürüldü. Başkaları benim yerime ölürken ben nasıl yurtdışında yaşayabilirim?’
* * *
Politkovskaya’yı ya da bir başka benzerini yakından tanıyıp tanımamamız önemli mi?
Nedir bu tür insanların dertleri?
Neden bunca şeyi göze alırlar?
İki çocuk annesi bir kadın, devleti, yöneticileri rahatsız etmeden, fazla suya sabuna dokunmadan mesleğini sürdürüp şöyle ya da böyle huzurlu bir hayatı neden seçmez?
Hadi Çeçen olsa neyse ama, bir ‘Rus’ olarak neden gerçeğin peşine düşer de, kendisini, işini, kariyerini, geçimini, ülkesini, devletini merkeze koyan bir hayat ve meslek tarzıyla yetinmez?
Sahi nedir bu dürtü?
* * *
Belki de gazeteciliğin özünde böyle ‘insan ve adalet’ merkezli bir yürek vardır...
Belki de, azınlık ve vaziyete aykırı olmalarına rağmen, bu mesleğin özüne asıl aykırı olanlar Anna gibileri değildir.
Belki, asıl aykırılar, iktidar ve muktedir olmalarının verdiği güçle, bu işin özüne aykırı düşen her şeyi normalleştirme, doğallaştırma, kabullenme ve kabul ettirme kabiliyetini de kazanmışlardır.
Ve belki de, bu kabiliyetle, güçlerini, ‘halkın gerçekleri bilme hakkı’na aykırı olan iktidarlarını sürdürüyorlardır.
Ve bu sayede, siyasi, ekonomik, askeri her güç ve iktidar, onlarla birlikte, halkın o hakkına karşı iktidarlarını yeniden üretiyor ve pekiştiriyorlardır.
Çeçenistan’da ‘gerçekte neler olduğunu bilebilmek’ için Anna’nın var olabilmesini tercih etmez miydiniz?
Ya da orada, burada, şurada gerçekte neler olduğunu bilebilmek için ‘aykırı’, hatta ‘enayi’, bazen de ‘hain’ denilen bu insanların var olabilmesini.
* * *
İsterseniz dönüp ülkenize bir göz atın.
Dilerseniz, bilmek istediklerinizi, hiç duymak istemediklerinizi bir bir ayıklayın.
Sizi gerçeklerle buluşturmak, bilme hakkınızı uygulanır hale getirmek konumunda olanların durumunu değerlendirmek zorundasınız.
Size küçük bir sır vereyim mi?
İş dünyasının baskısına rağmen ‘İş güvencesi yasası’nı çıkartmakta kararlı olacak denli ‘cesur’ hükümetimizin, bu kapsama dahil etmediği başlıca meslek grubu gazeteciler.
Neden?
‘Gerçekleri bilme hakkınız’ın temel aracısı olması gerekenler, sürekli tehdit altında inlesin, medya yöneticilerinin ve hükümetlerin elinde hep ‘rehine’ kalsın diye.
Anna’yı kutlar, Yaşar Okuyan’dan hangi tehdit ve şantajlara maruz kaldığını açıklamasını rica ederiz!
Not: Anna’nın son yazısı için: www.indexonline.org/news/102_20020205_politkovskaya.shtml
26.03.2002 TARİHLİ YAZISI
Kendini haber yapamayan gazetecilik!
Sahi, dünkü Dipsiz Kuyu hangi ricayla bitmişti?'Biraz açar mısınız?' diyen okurların ısrarıyla hatırlamaya çalışayım:Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan'dan, 'İş güvencesi yasa tasarısı' kapsamına gazetecilerin dahil edilmemesi için ne tür şantaj ve tehditlere maruz kaldığını mı açıklamasını rica etmiştik?
Galiba öyleydi.
Hoş, bundan bir yıl önce biraz kendisinden de dinlemiştim ama, artık, geçenlerde manşetlere çıkan kızı da biliyordur.
Hayatta açık vermeyeceksin.
Hatta mümkünse kıpırdamayacaksın.
Bakınız Sadettin Tantan'ın bir vasiyet üstüne oturduğu yalı dairesi, bakınız Cumhurbaşkanı'nın villası.
Bu insanlar, iyi yöneticidir yahut değildir, seversiniz veya sevmezsiniz, ama bir takım güçlere taş koymak gibi 'hatalar' yaptılar.
Yaşar Okuyan, aslında liderinin o alanlarda hatasız oynama arzusuna pek muhalif olmayabilirdi ama serde gazetecilik olduğu için, sanırım vicdanı gelip gidiyordu.
Vicdanının böyle 'kıprışması' dahi birilerine fenalık vermiş olabilir.
Hoş, o kabinenin başkanı, yani Başbakan da gazeteci, Dışişleri Bakanı da.
Ama onların da vicdanı pek titremiyor.
Tabii şöyle baktıklarında haksız da değiller:
Kendilerini rehine alan medya gücünün, kendilerini iyice güvencesiz, güvensiz, savunmasız bırakması için, 'vicdanı kıpraşanlar'a kuşatma haberi yapanlar yine gazeteciler.
Kendi esaretlerinin zincirlerine kaynak yapanlar yine gazeteciler.
Kendilerinin güvencesiz rehine kılındığını haber yapamayanlar, yine gazeteciler.
* * *
Bu mesele çok mu önemli yani! Belki değildir.
Gazetecilerin sadece 'seçmece cesaret' gösteren birer ürkekler, korkaklar ordusu olarak kalmasının halka ne gibi bir zararı dokunabilir, değil mi?
Ne yazılırsa okursunuz, ne gösterilirse izlersiniz; yetmez mi?
Her an, sadece 'fazlalık' olduğu gerekçesiyle değil, işleri bulandırdığı için de atılma korkusu yaşayan, ayakta kalmayı, hayatını idame ettirmeyi yahut şöhretini sürdürmeyi her suya ve sabuna dokunmamaya endekslemiş 'bilgi, haber, yorum' şövalyeleri kafi değil mi?
* * *
Zaten, bazı büyüklerimizin ısrarla vurguladığı gibi, aslolan 'basın özgürlüğü' değil, 'iletişim özgürlüğü'dür!
Herkesin iletişim özgürlüğünü savunur gibi yaptığınızda, basındaki, medyadaki gazetecinin özgürlük meselesini ustaca buharlaştırırsınız.
Çünkü 'özgürlük', sadece kanunların iletişimi engellememesine, ifade özgürlüğünü baltalamamasına indirgenir; o da en iyi ihtimalde.
Oysa, iletişimin asıl kitlesel hattı gazeteciliktir. Özü itibariyle kamusal bir görevdir. Gazeteci, halk adına bir kuvvettir. Ve bunu, bireysel çıkarlardan, bir takım güçlerin menfaatlerinden bağımsız yapabilmesi için, sadece açıkladığı düşüncesinden, verdiği haberden dolayı özgür olması değil...
Veremediği haberlerde, yazamadığı yazılarda sırıtan esaretinin kırılması bakımından da özgürlüğünün güvencede olması gerekir.
Bu da 'hak'tır.
İşte, hepimizin bekası, halkın ortak menfaatleri, bu ülkenin bağımsızlığı gibi ulvi görevler üstlenmiş koskoca hükümetin, anlı şanlı bakanların bağımsız olamadığı, teslim bayrağı çektiği yer orasıdır.
Kişisel, partisel, lidersel açılardan başlarına bela almamak için, halk adına görev yapması gereken gazetecilerin daimi rehine psikolojisinde kalmalarını tescil etmek zorunda kalırlar.
Fakat, bu şantaj ve tehdit ortamında...
Asıl rehine düşen kendileridir.
Asıl rehine durumuna düşürdükleri, sözde içinden seçilip geldikleri halktır.
Medya gücü karşısında pes ederek, gazetecileri, dolayısıyla halkı güçsüzleştirmek ne büyük beceridir!
Ancak ürkek, korkak, güçsüz çalışanları sayesinde güçlü olabilen bir medya, demokrasi açısından ne büyük rezalettir!
Sahi, Sayın Okuyan... Açıklar mısınız? Açıklayabilir misiniz?
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 15:57