Gündem
  • 22.10.2012 16:20

Haccın 'beş büyük yolculuğu'

MEKKE (İHA) - Hac ibadetini beş büyük yolculuk olarak değerlendiren Görmez, "Bunlardan bir tanesi insanın kendi iç dünyasına yaptığı engin yolculuk. Beden ülkesinin sultanı dediğimiz kalbimize, kalbimizin derinliklerine yaptığımız bir yolculuktur" dedi.
İslam'ın insandan istediği en büyük hususun, "insanın kendisini tanıması, kendisini keşfetmesi, kendi iç dünyasını asla ihmal etmemesi" olduğunu kaydeden Görmez, şöyle konuştu: "Hac ibadetini bu şekilde okuduğumuzda ihramdan mikat'a, tavaftan Makamı İbrahim'deki namaza, Safa ve Merve arasında say etmekten, Arafat ve Müzdelife'den şeytan taşlamaya kadar her unsurun aynı zamanda insanın kendisini tanımasına fırsat verdiğini çok rahatlıkla ifade edebiliriz."
Sadece ihramın bile müslümanları her türlü bencillikten, kibirden, gururdan, insanları ayrı kılan, farklı kılan her türlü statüden bir nebze de olsa arındırdığını vurgulayan Görmez, "Bunu, kendi dünyamızla baş başa kalmamızı sağlayan bir yolculuğun ilk adımı olarak değerlendirebiliriz" dedi.
Görmez, haccın insanda gerçekleştirmek istediği ikinci büyük yolculuğun dünya hayatından hepimizin iman ettiği ebedi hayata, ahiret alemine yaptığımız bir yolculuk olduğunu belirterek şunları söyledi: "Adeta insan, bu sefer ihramla birlikte kefen bezini kuşanmış olarak Rabb'in huzuruna varıyor, kendi hesabını veriyor, yeniden dirilerek kendi ülkesine geri dönüyor. Bu da çok önemli, çünkü iman ettiğimiz ahiret, bir gayb alemi aynı zamanda, o gayb alemine hac ibadeti ile birlikte çok engin bir yolculuk gerçekleştirmiş oluyoruz."

İSLAM TARİHİNE YAPILAN BİR YOLCULUK
Görmez, üçüncü yolculuğun ise, "Hazreti Adem ile başlayan Hazreti İbrahim ile yenilenen ve Hazreti Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) ile süreklilik kazanan İslam tarihine yapılan engin bir yolculuk" olduğunu söyledi.
Çünkü burada Hazreti İbrahim'in izlerini sürdüğümüzü anlatan Görmez, konuşmasına şöyle devam etti: "Hazreti İsmail'in izlerini sürüyoruz. Aslında Kur'an-ı kerime baktığımız zaman Hazreti İbrahim'den önce de Kabetullah'ın var olduğu açıkça belirtilir. Dolayısıyla Kabe'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Hazreti Adem ile başlayan bir tarihi vardır. Bir tevhid merkezi olarak, bir kıblegah olarak, bir istikamet olarak, hepimizin dünyanın muhtelif yerlerinden insanların aynı zamanda İslam'ın o muhteşem tarihine yaptığı büyük bir yolculuktur."
Görmez, dördüncü yolculuğun da, "kardeşlerimize yaptığımız yolculuk" olduğunu ifade etti. Haccın en önemli hikmetlerinden bir tanesinin de farklı renklerden, farklı ırklardan, farklı kültürlerden, farklı coğrafyalardan mümin kardeşlerin bir buluşma mekanı olması olduğunu anlatan Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü: "Biz aynı zamanda kardeşlerimize yolculuk yapıyoruz. Tavaf yaparken, bir Afganlı size dokunuyor, bir Japon size dokunuyor, bir Çinli müslüman, bir Sibiryalı size dokunuyor. Biz her dokunuşu bir dua sayıyoruz. Ve aynı zamanda bütün bu kardeşlerimizle buluşmanın, kaynaşmanın mekanı olarak bunu kardeşlerimize yaptığımız bir yolculuk olarak değerlediriyoruz. İnşallah Arafat'ta bunun zirvesini yaşayacağız."
Görüşmez, beşinci büyük yolculuğunda özellikle bizim tasavvuf ehli bir aşk yolculuğuna benzetir hac ibadetini, aşıkın maşukuna, Rabbine, aşkın kaynağına yaptığımız büyük bir yolculuk olarak değerlendirildiğini söyledi.
"Hac kelime itibariyle de, gaye demektir, niyetin maksada, maksadın fiile döküldüğü yer demektir" diyen Görmez, "Dolayısıyla hac eğer kelime anlamı itibariyle en yüksek gaye ise, şüphesiz en yüksek gayemiz, bizi yaradan Rabbimizdir." ifadelerini kullandı.
İşte bu büyük yolculukları gerçekleştirmek için Hazreti İbrahim'den bu yana dünyanın çeşitli yerlerinden müminlerin Kabetullah'ı ziyaret ettiğini anlatan Görmez, şöyle konuştu: "Mikat mahalline gelirler, orada ihramlarını giyerler. Mikat mahalinde Yaratıcı ile ahidleşirler daha sonra O'nun evine, Kabetullah'a gelirler. Onun etrafında tavaf ederek O'nun sevgisine ve rızasına nail olmaya çalışırlar. Sonra Makam-ı İbrahim'de namaz kılarlar. Sonra Safa tepesinde arınarak, saflaşırlar ve Merve'ye doğru Hacer Validemiz gibi bir koşu içerisine, Hazreti Hacer validemiz nasıl ab-ı hayat aramışsa müminler de, Allah'ın rızasını, sevgisini ve muhabbetini ararlar. Daha sonra Arafat'ta marifete ererler. Meşar-i Haram'da şuurları yükselir. Orada aynı şekilde Müzdelife'de zulüflerini takınırlar, Mina'da sevgiye ererler, bütün arzuları bir tarafa bırakarak gerçekten Maşuk'a vasıl olurlar, sonra şeytanı taşlayarak her türlü kötülükten sembolik arındıklarını ifade ederler. Daha sonra tekrar tavaf, tekrar say ve bu şekilde Sevgili Peygamberimizin Medine'sini, Ravza'sını da ziyaret ederek taçlanan çok muhteşem bir ibadet. Her sene bütün İslam dünyasında müslümanların gerçekleştirdiği bir ibadet."

"BAYRAMLARDA TAKVİM BİRLİĞİ SAĞLAMAK HİLAL GÖZETLEMEKLE OLMAZ"
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, İslam ülkelerinin bayramı farklı günlerde kutlamasının üzüntü verici olduğunu söyleyerek, "insanların dağlarda, tepelerde ellerini alınlarına koyarak, hilal aramasıyla" bu konuda takvim birliğinin sağlanamayacağını söyledi.
Mekke-i Mükerreme'deki basın toplantısında açıklamalarda bulunan Görmez, "Üzülerek belirteyim, Türkiye olarak, geçtiğimiz yıllarda bazı seneler olduğu gibi, Suudi Arabistan'dan bir gün önce bayram yapmış olacağız. Ve biz Arafat'ta iken Türkiye'deki kardeşlerimiz bayram yapmış olacaklar. Bu hakikaten son derece üzücü, bütün İslam dünyası için çok üzücü olan bir durum" dedi.
Bugüne kadar İslam ülkelerinin "takvimde birlik" gerçekleştirememiş olmasının, "bayramlara dahi birlikte girememek ve bayram sevincini birlikte yaşayamamanın" müslümanlar için büyük bir eksiklik olduğunu vurgulayan Görmez, bu konuda kendilerine çok sayıda sual geldiğini ifade etti.
Görmez, "Siz bu çelişkiyi nasıl izah ediyorsunuz, Diyanet neden bu konuda susuyor, diye serzenişte bulunuyorlar haklı olarak. Aslında Türkiye'de iken bu konuyu öğrenir öğrenmez, iki önemli toplantı yaptım. Birincisini Din İşleri Yüksek Kurulumuzla, ikincisini de bizzat Kandilli Rasathanesi'nin müdürünü arayarak. Orada da aynı şekilde bilhassa astronomi ilmiyle uğraşan uzay bilgileri ile donanmış, oradaki yetkilileri de harekete geçirerek, bir toplantı yapıldı. Bu iki toplantının bilgileri tekrar diyanette birleşti ve Din İşleri Yüksek Kurulumuz her iki bilgiyi de değerlendirdi" dedi. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez konuşmasına şöyle devam etti:
"Öncelikle şunu ifade edeyim, şahsen ben bir mümin, müslüman olarak ve bir Diyanet İşleri Başkanı olarak, bir hadis hocası olarak bu toplantılarımızda, bu araştırmalarımızda, bizim yanlış yaptığımıza dair en küçük bir işaret ve ima görseydim, bayramları ilan etme yetkisi kanunen Kandilli Rasathanesi'ne verildiği halde, Diyanet İşleri Başkanı olarak ve Başkanlığı olarak arkadaşlarımızla ve Din İşleri Yüksek Kurulumuzla birlikte bunu halkımızla paylaşmaktan hiç çekinmezdik. Sorun nereden kaynaklanıyor? Sorun arkadaşlar, öncelikle biz Peygamberimizin İslam mesajını getirişinin üzerinden 14 asır geçmiş. 14 asır sonra Uluğ Beyleri yetiştirmiş, Ali Kuşçuları yetiştirmiş, Nasirüddin Tusileri yetiştirmiş, astronomi ilmini medreselerde hadis, tefsir ve fıkıhla birlikte ders olarak okumuş bir millet olarak, 14 asır sonra, daha sonra, dünyadaki tüm astronomi bilgileri, ayın ve güneşin hareket hesapları tespit edildikten sonra insanların dağlarda, tepelerde ellerini alınlarına koyarak, hilal arayarak, takvim birliği sağlamamız mümkün değil."

"HİÇBİR TEKNİK İMKANA BAŞVURMADAN, HİLAL GÖZETLEYEREK BAYRAMLARA BİRLİKTE GİRMEK MÜMKÜN DEĞİL"
Görmez, "Kur'an-ı Kerim'de bir ayet var, 'Güneş ve ay belli bir hesap içerisinde hareket ederler.' Eğer biz müslümanlar bu hesabı 14 asırdır tespit edememişsek bu bizim için en büyük ayıp olur" diye konuştu.
İnsanoğlunun artık bu hesapları teknik olarak tespit edebildiğini söyleyen Görmez, "Dolayısıyla nasıl ki, bundan belki bir müddet önce bir asır önce belki, insanlar namaz vakitlerini nasıl belirliyorlardı, bir çubuk dikiyorlardı, çubuğun gölgesini ölçüyorlardı ve o gölgenin kaç santim olduğunu tespit ederek namaz vakitlerini öyle tespit ediyorlardı. Ama şimdi elimizde saate, önümüzde takvim var. Takvime bakıyoruz ve namazlarımızı öyle eda ediyoruz. Herhalde artık kimse çubuğun gölgesini ölçerek namazın vakitlerini tespit etmiyor. Aynı şekilde 14 asır sonra, bu kadar uzay bilgisine vakıf olduktan sonra, bazı kardeşlerimizin çabasına da saygı duyuyorum, sadece takvim birliği sağlayacaksak bu doğru değil, dağlarda, tepelerde, hiçbir teknik imkana baş vurmayarak, hilal gözetleyerek veya gözetlediğini söyleyerek takvim birliği sağlamak, bayramlara birlikte girmek, sevinçleri paylaşmak mümkün değil" dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 1979'da, bu konuyu müzakere etmek üzere İslam dünyasını İstanbul'da topladığını hatırlatan Görmez, "İstanbul'da şu karar varılmıştır: Dünyanın herhangi bir noktasında hilal görüldüğü zaman, eğer bizim coğrafyamızda imsak vakti girmemişse, o takdirde ertesi günün hilalini birlikte idrak etmiş oluruz ve birlikte de o ayın hicri ayın başlangıcına birlikte girmiş olarak karar verilmiştir. Ama sonra üzülerek söyleyeyim ki, bu karardan vazgeçilmiştir. Bu karara uyulmamıştır" dedi.
Bununla birlikte Türkiye olarak bu kararın uygulanmasında ısrarcı olduklarını dile getiren Görmez, "Dolayısıyla Kandilli Rasathanesi'ndeki arkadaşlarımızla istişare ettikten sonra, onlar bize Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileriyle birlikte bu seneki Zilhicce ayının hilalinin Kuzey Amerika'nın güneydoğusunda görülmeye başladığını, açıkça, bilimsel olarak ifade ettikten sonra bize düşen sadece şudur, orada görüldüğün an, bizde imsak vakti girmiş midir, girmemiş midir? Eğer bizde imsak vakti girmemişse o hilal bizim için de geçerlidir ve biz ertesi günün hilalini bu şekilde ilan etmiş oluyoruz" şeklinde konuştu.

"ARAFAT'TA DİĞER MEZHEPLERİN KURALLARINI UYGULUYORUZ"
Görmez, "Peki şunu söylüyorlar, bana haklı olarak gelen mesajlar şöyle, birkaç gündür Balkanlar'daki bütün müftülerle konuşuyorum, çünkü bu konu orada büyük bir ihtilafa, bölünmelere yol açıyor. Türkiye'ye göre mi yapalım, Suudi Arabistan'a göre mi yapalım diye bir ihtilafın içine sokmak elbette doğru değildir. Dolayısıyla biz 79'da aldığımız kararı uygulamak istiyoruz. Bana sorulan soru şu, madem Türkiye'de bir gün önce, peki Diyanet İşleri Başkanımız, yetkililer nasıl aynı günde Arafat'ta olabiliyorlar. Çok haklı bir soru. Bunun için de, özellikle diğer üç mezhebin görüşünü dikkate alarak, farklı bölgelerde hilalin doğuşunu illa kendi coğrafyasında görmeyi esas almak diye bir kural daha var. Bu kural da uygulanabiliyor. Bu kural uygulandığında, Türkiye'deki uygulama da doğrudur, buradaki uygulama da doğrudur. Ama biz daha büyük bir doğruda ısrarcıyız. Nedir o? Bütün İslam dünyasının aynı gün bayram yapması, aynı sevinci birlikte paylaşması. Bakınız Avrupa'da Müslümanlar 50 senedir, dini bayramların tatil olması için mücadele ediyorlar. Ve bazı Avrupa ülkeleri bu tatil hakkını verdi. Peki aynı fabrikada çalışan beş Türk işçi, beş tane de Arap kardeşimiz. Sizin bayramınız o zaman şu gün, sizin bayramınız şu gün diye her birine başka bir günü tatil olarak vermek zorunda. Halbuki adam 10 sene, 20 sene önceden fabrikasını çalıştırmak için bunu ayarlamak zorunda. Biz Avrupa'da 50 yıldır bu mücadeleyi veren kardeşlerimizin hukukuna da tecavüz ediyoruz. O yüzden bu birlik önemlidir" dedi.


 

Güncellenme Tarihi : 22.3.2016 13:49

İLGİLİ HABERLER