
HİZBULLAH'I SEVDİREN SİLAHLI GÜCÜ...
Lübnan'daki mevcut kamplaşmadan bahsederken bir sürü mezhepten, gruptan, taraftan bahsetmiş olduk. Ama sizi fazla bunaltmamak için kestirmeden gidip, kabataslak kategorilere gönderme yaptım. Yoksa, bir 'Lübnan'da kim kimdir' kılavuzuna ihtiyacımız olur, o da hem bu yazı dizisinin sınırlarını hem benim ehliyetimi aşar. Ama, paldır küldür asker göndermeye kalkanların, palavra kılavuzlar yerine, ciddi ve sahici kılavuzlara bakmasında fayda var. Mesela, bildiğim kadarıyla, halihazırdaki Lübnan Büyükelçimizin, Lübnan üzerine yayımlanmış bir çalışması bulunuyor. Üniversite yıllarında ikinci bir lisans olarak, tarih okumamda büyük emeği geçen değerli tarihçilerimizden Engin Deniz Akarlı'nın Osmanlı dönemi Lübnan'ı üzerine muteber başvuru kaynakları arasına girmiş kitabıysa henüz Türkçeye çevrilmiş değil.16 din ve değişik mezhep var
Yani Hizbullah'a gelene kadar, bu ülkede kim yaşar, nereden çıktı bu Lübnan denilen ülke, biraz fikrimiz olmalıydı. Fazla uzatmayacağım, sadece bu konuya dikkat çekip, günümüzde olanlara döneceğim. Ama, kısaca resmen tescilli 16 din ve değişik mezhepten insanın yaşadığı bu küçük ülkenin, değil bugün, aslında kurulduğundan beri hiç istikrar lüzü görmediğini hatırlatalım. Farklı grupların en önemlileri Hırıstiyan Maruniler, Grek Ortodokslar ve Katolikler, Ptotestanlar, Ermeniler, Dürziler, Sünniler ve Şiiler. Bu gruplaşmanın ötesinde bir de, Şiilerin Emel ve Hizbullah arasında bölünmesi gibi siyasi gruplaşmalar var.
Huzur bulamayan ülke
Lübnan önce, Ortadoğu'da Batı müttefiki küçük bir Hırıstiyan devlet olarak tasarlanmış, bağımsızlığına kavuştuktan sonra görece büyük cemaatlere göre temsil esasına göre son derece garip bir siyasal sistemle yönetilmeye çalışılmış. Ama hiçbir zaman huzur bulmamış bir ülke. Huzur bulmamasının nedeni, bazılarının iddia ettiği gibi sadece 1967 savaşından sonra Filistin direnişinin bu ülkede yerleşmesi ve savaşını buradan yürütmesi değil.
Belki tam tersine, Lübnan'ın ısrarla içinde yaşadığı bölge ve sorunlarından uzak bir ada yapılmak istenmesi. Yine de, zaman
içinde tüm yapaylığına rağmen, bütün taraflar giderek daha fazla Lübnan kimliğine ısınmış. Ümmet fikrini esas alan Hizbullah bile, Lübnan birliğini korumakta ısrarlı.
O nedenle sanıldığı gibi, sadece İran'dan emir alan, Şii cemaatine kapalı bir örgüt olarak davranmamaya özen gösteriyor. Son ateşkes anlaşmasında, hükümetle birlikte davranma konusundaki titizlikleri de bu düşünceden kaynaklanıyor.
Silah bırakmayı kabul etmiyor
Hizbullah, sadece bir yandan nüfusu giderek artan Şii nüfusun temsiline soyunan değil, Filistin direnişinin Lübnan'dan kovulmasından sonra, İsrail'e karşı doğan boşluğu dolduran ve Güney Lübnan'ı savunan bir güç olarak doğdu. Halen gücünü bu özelliğinden alıyor. Yine tam da bu nedenle, silahsızlandırılma tezini sonuna kadar reddediyor. Lübnan'daki devlet dışında, tüm silahlı güçlerin silahsızlandırılmasını öngören ve 1989'da ilan edilen Taif anlaşmasına benzer planları, bu gerekçeyle kabul etmiyor. 'O zaman taraflar birbirleriyle savaşıyordu, biz dış düşmanla savaşıyoruz' diyorlar. İran ve Suriye'yle ilişkilerini sorduğunuzda, sadece Hizbullah taraftarları değil, onlarla siyasal koalisyon yapanların tümü, 'Karşı tarafın ABD'den silah ve siyasi destek alması ne kadar doğalsa bizim de onlara karşı olan güçlerden destek almamız o kadar doğal' diyorlar.
Mezhep ayrımı yapmıyorlar
İdeolojik planda, Hizbullah'ın İran'a yakın bir örgüt olarak doğduğu açık. Ancak, gerek Lübnan'da, gerek bölgede İran'ın bir uzantısı veya Şii nüfuzunun bir taşıyıcısı olarak davranmamaya özen gösteriyorlar. Filistin'e verdikleri desteğin, Sünni-Şii ayrımına göre politika yapmadıklarının ispatı olarak altını çiziyorlar. Lübnan'daki cemaate dayalı siyasal yapının değişmesinden yanalar, demokratik düzeni esas aldıklarını beyan ediyorlar. Hatta, iki sene önce, Doğu Konferansı ve bir grup gazeteci olarak ziyaret ettiğimiz Hizbullah'ın manevi lideri, Şeyh Faddallah, bu konuda AKP örneğini önemsediklerini beyan etmişti.
Yine aynı çerçevede, Hizbullah'ın lideri Hasan Nasrallah'ı da ziyaret etmiştik.
O da, Lübnan'ın farklılıkları bir arada yaşatan yapısını benimsediklerini ve hatta seçim çalışmalarında buna özel önem verdiklerini ifade etmişti.
Çatışma kimler arasında?
Gerek Hizbullah taraftarları, gerek mevcut koşullarda onları destekleyenler, Ortadoğu'da asıl çatışmanın, bu bölgeyi uzun zamandır tasallut altına alan emperyal güçler ve onların yerli temsilcileriyle, halkları temsil eden hareketler, dinamikler arasında olduğuna özellikle işaret ediyorlar.
Lübnan'da tüm tarafların Türk askerinin gelmesine sıcak baktığı yönündeki iddialara ilişkin olarak, görüştüğüm tüm Hizbullah yetkililerine bu soruyu ısrarla sordum. Önce şunu belirteyim, ortada diplomatik bir atşekes anlaşması olduğu için, bu soruya verilen cevap, yetki ve rütbe yükseldikçe diplomatikleşiyor. Sıradan taraftarlar, 'Türkiye bu işin içinde olmamalı' diye açıkça fikir beyan ederken, resmi konumu olanlar muğlak cevaplar vermeyi tercih ediyorlar. 19 Ağustos'da savaş karşıtı bir grupla sohbet toplantısı yapan, Lübnan Üniversitesi öğretim üyesi Ali Fayad'a bu soruyu sorduğumda, işler daha bugünkü noktaya gelmemişti, o nedenle genel olarak ateşkes koşullarına uyacaklarını belirtmekle yetindi.
Daha sonra, yine yetkili bir isim olan Galib Ebu Zeyneb, Dış İlişkiler Sorumlusu Nawaf Musavi ile görüştük. Tüm ısrarlarımıza karşın net cevaplardan kaçınarak genel olarak, Türkiye'nin asker göndermesine karşı çıkmadıklarını, Türkiye'yi dost bir ülke olarak gördüklerini söylediler. Belli ki, görüşmeler üst düzeye tırmandıkça, Türkiye konusundaki diplomatik dil daha da belirginleşiyor, o kadar ki Faddallah'ın, bu konuda son derece ılık mesajlar verdiğini duydum. Hizbullah'ın şu anda izlediği diplomatik taktik, ateşkes koşullarını zorlayan taraf olmamak. Bizde, bunu 'Türkiye'yi başkalarına tercih ediyorlar' diye yorumlayarak asker göndermeye bahane edenler, süreç içinde neyin ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaklar.
(nuray mert radikal)
Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 03:42