IRAK'TA KAÇIRILAN SABAH'IN BAYAN MUHABİRİ DEHŞET DAKİKALARINI ANLATTI...
SABAH'TA YAYINLANAN HABER
Ölümle burun buruna 96 saat
Irak'ta rehine dehşetini yaşayan muhabirimiz Zeynep Tuğrul, Telafer cehennemini anlattı.
7 Eylül'de bir Kanadalı gazeteciyle Musul'dan taksiyle Telafer'e gidiyorduk. Kontrol noktasında Türkmen Cephesi'nin yerini sorunca bir anda maskeli ve kalaşnikoflu bir grup ortaya çıktı.
Gözlerimi bağlayıp sorguya başladılar
Bir otoya bindirdiler. Kendilerine ''Mücahit'' diyor ve Türkçe konuşuyorlardı. Anser el İslam örgütünden olduklarını öğrendik. Bir evde gözlerimi bağlayıp sorguya çektiler.
Namaz Hocası kitabı kurtardı
Kız başına ne arıyorsun, diye sordular. ''Gazeteci ve Müslüman'ım'' dedim. Çantamdaki Namaz Hocası kitabı onları ikna etti. Bir anda Amerikan bombardımanı başladı.
Zeynep namaza durunca kaçıranlar ikna oldu!..
Gazeteci arkadaşımız Zeynep namaz kılıp dua okuyarak kendisini rehin alanları casus olmadığına ikna etti. ''Müslüman kardeşimizsin'' diyerek ona iyi davrandılar.
SABAH gazetesi diplomasi muhabiri Zeynep Tuğrul, Telafer'de ABD karşıtı güçlerin elinde dört gün rehin kaldıktan sonra dün Türk makamları tarafından Habur sınırından Türkiye'ye geldi. Pasaportu ve tüm eşyalarını kaybeden Tuğrul'un Habur'dan girerken yanındaki sadece üzerindeki kıyafetler ve kendisini rehin alan ailenin verdiği ödünç terlik vardı. Telafer'de Kanadalı bir gazeteci arkadaşıyla Ansar el İslam tarafından rehin alınıp daha sonra Musul'da Baas milislerine teslim edilen Tuğrul, bombardıman altındaki kentte yaşadığı korku dolu dakikalar ve yedi günlük Irak serüvenini şöyle anlattı:
DİKKATLİYDİLER
7 Eylül günü Musul'dan ABD kuşatması altındaki Türkmen kenti Telafer'e gitmeye karar verdim. Bir taksi kiralayarak yola çıktım. Yanımda Kanadalı bir gazeteci daha vardı. Telafer yakınlarındaki bir kontrol noktasında durarak polise oradaki Türkmen Cephesi'nin adresini sordum. Arap görünümlü ancak iyi Türkçe konuşan bu kişiler bir süre bizi bekleteceklerini söylediler. Beklerken bir anda yüzleri maskeli ve kalaşnikoflu bir grup bizi arabasına bindirerek Telafer içinde bilinmeyen bir bölgeye götürdü. Daha sonra bunların Ansar el İslam örgütü olduğunu öğrendik. Kendilerine ''mücahit'' diyen bu gençler Türkçe konuşuyor ve bize son derece dikkatli davranıyorlardı. Anlayabildiğim kadarıyla Telaferliydiler ve Sünniydiler. Ellerinde olduğum süre içinde kötü muameleye maruz kalmadım.
EMİR'LE TANIŞIYORUM
Amerikan bombardımanı başlayınca Telafer dışında daha güvenli bir bölgeye gittik. Burada bize ''Emir'' dedikleri birinin göreceği söylendi. Emir bize ''Bu saatte Telafer'e girmek doğru değil. Amerikalılar gelecek. Kendi güvenliğiniz için benim arabamla gidelim'' dedi. Yüzleri maskeli üç kişi arabayla bizi bir yere getirdi. O esnada Telafer sokaklarında kimse kalmamıştı. Sivil halk Telafer'den dışarı kaçmaya çalışıyordu. Sadece eli silah tutan erkekler ve mücahitler kalmıştı sokaklarda ve sokak başlarında, damlarda, RPG'lerle Amerikalılar'ı bekliyorlardı. Sonunda bir eve geldik. İki katlı alt katı beton üst kata medrivenle çıkılan ve sadece üst üste yığılmış tuğlalardan oluşan bir ev... Merdivenlerin üzerinde 6 maskeli direnişçi ellerindeki kalaşnikofları göğe çevirmişti. Bir ara, ''Başınızı önünüze eğin, bunu görmemeniz gerekiyor'' diyerek bir adamı yürüttüler bir odadan diğerine. Bu meğerse Musul'da UNICEF'te çalıştığı için ''casus'' olarak nitelendirdikleri ve cezalandırmayı planladıkları biriymiş. Mücahitler operasyon başlamadan casus sandıkları 30 Iraklı'yı kafalarını keserek öldürmüşler. O adam rehin kaldığımız süre boyunca hep bizlerleydi. Sonunda Emir gelip bizi Türkçe sorguladı. Benim Müslüman olduğumu anlayınca ve bana güvenince ''Zeynep biz seni burada tutamayız'' diyerek beni kadınların da olduğu bir eve götürdüler. Geldiğimiz yerde gözümü açtılar ve sorgu başladı. ''Kimsin? Kız başına ne arıyorsun burada?'' dediler. Ben de ''Gazeteciyim'' dedim. Kanadalı gazeteciyle ilgili sorular sordular. Sonunda ikna oldular. Sorgu sırasında kağıt kalem olmadığı için benim defterimi kullandılar. O gece orada kaldım. Irak'a gitmeden namaz kılmayı öğrenmiştim. Çantamda da Kolay Namaz Hocası diye bir dua kitabı vardı. Bu hayatımı kurtardı. Kitabı Kuranı Kerim sandılar. Namaz kılmam da çok hoşlarına gitti.
İŞKENCE DOLU GÜN
Derken benim için en korkunç dakikalar başladı... O gece Amerikan bombardımanı şiddetlendi. ABD helikopterlerine ellerindeki Kalaşnikoflarla ateş açıyorlardı. Dakikalarca... (Çatışma sesleri hâlâ beynimde çınlıyor) Helikopter düşünce sokakta çarpışanlar Allahu Ekber diye bağırıyorlardı. Soğuk duvarlara bakarak sabahı sabah ettim. Gözüme uyku girmiyordu. Bana ne yapacakları ise aklımdaki en önemli soruydu... Bizi bırakacaklarını öğrendiğim ertesi günün sabahında Emir'in öldüğü haberi geldi. Bombaları yükleyip Telafer dışındaki bir ABD tankına saldırmış. İntihar saldırısı. Gerçek adı Abdullah'tı. O ölünce durumumuz biraz değişti... Ve benim için ''karanlık'' denilebilecek işkence ile dolu ikinci gün başlayacaktı... Saddamcı olan Baasçılar'a teslim edilecektim...
Irak'taki savaşın kurbanı gazeteciler
Amerika'nın Irak'ı özgürlüğe kavuşturmasının faturası en az savaşta ölen siviller kadar gazeteci ve televizyonculara da çıktı. İşte Irak Savaşı'nın medyadan aldıkları, hala izi bulunamayan ya da öldürülmüş basın mensupları:
* Veronica Cabrera: Kameraman, Arjantin'in Amerika TV televizyonunda çalışıyordu.
* Mario Podesta: Serbest muhabir
* Jose Couso: Kameraman, Tele Cinco televizyonu
* Taras Protsyuk: Kameraman, Reuters haber ajansı
* Tarık Ayyub: Kameraman, El Cezire
* Christian Liebig: Gazeteci, Alman Focus dergisi
* Paul Moran: Kameraman, Avustralya televizyonu
* Michael Kelly: Amerikalı gazateci, Washington Post
* David Rado: Channel 4 News Dışhaberler muhabiri
* Mazen Dana: Kameraman, reuters Burhan Muhammed el
* Luhayb: ABC televizyonu, kameraman
* Shinsuke Hashida: Japon serbest muhabir
* Münir Buamran: TVP muhabiri
* Ali el Hati: El Arabiya, muhabir
* Richard Wild: İngiliz serbest muhabir
* Jeremy Little: NBC ses mühendisi
* Duraid İsa Muhammed: CNN yapımcı
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:55