Gündem
  • 26.12.2004 13:02

İŞTE FETHULLAH GÜLEN HOCA EFENDİ'NİN HAYATI

Bir 'hoca Efendi' Hikâyesi

GÜLEN'İN fesli bir fotoğrafı olduğunu biliyor muydunuz? Edirne Üçşerefeli Camii'nin önünde çekilen bu fotoğrafın öyküsüyle başlıyoruz...

Gizli gizli roman okurdu

Fethullah Gülen gençliğinde akranlarından epey farklıydı. Dini kitapların yanı sıra diğer türleri de yutarcasına okurdu... Küçük Fethullah'ın yeteneği hocalarının hoşuna gidiyordu. Bu durum diğer talebelerle arasında gerilime yol açıyordu!.

Dizinin son öbeğine bugün başlıyoruz. Konumuz 'Hocaefendi' lakaplı Fethullah Gülen. Onunla ilgili birçok sorunun cevabını bulmaya çalışacağız. Mesela zihinleri kurcalayan şöyle bir soru var: Hocaefendi Nurcu mu? NeoNurcu mu? Yoksa Nur hareketiyle, Bediüzzaman Said Nursi'nin görüşleriyle hiçbir alakası yok mu? Bu ve benzeri nice sorunun cevabını bulmak için Gülen'in hayat hikayesini az çok bilmek gerekiyor. O halde başlayalım!

DUYGULU BİR AİLE
Fethullah Gülen 27 Nisan 1941 tarihinde Erzurum'un Hasankale (Pasinler) ilçesinin Korucuk köyünde doğdu.

Babası Ramiz bey, çiftçiyken kendini yetiştirip imam olmuş bir kişiydi. Annesi Refia hanım ise ev kadınıydı. Ailenin ikinci çocuğu olan Fethullah Gülen'in, beş erkek, iki de kız kardeşi vardı. Gülen'i etkileyenlerin başında dindar dedesi Şamil Ağa ve babaannesi Munise hanım geliyordu. Hisli bir insandı yaşlı kadın. Mesela birisinin şöyle içten bir 'Allah' çektiğini işitse hemen ağlamaya başlardı. Onun ağlaması Gülen'i de etkiliyordu. Ayrıca ailede tek ağlayan babaannesi değildi. Babası da, Gülen'in tabiriyle, 'sulugöz' bir insandı. Onların niye ağladığını, niye hislendiğini bir türlü anlamıyordu. Bu göz yaşlarındaki inanç boyutunu çok daha sonra kavrayacaktı.

KURAN EĞİTİMİ
Onu etkileyen bir başka kişi ise elbette annesiydi. Dört yaşındayken oğluna Kuran okumayı öğretmişti. İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı olduğu bu dönemde ezan hâlâ Türkçe okunuyordu. Arapça okumaya kalkanlar uyarı alıyordu. Dolayısıyla çocuklarına dini öğretmek isteyen dahi korkuyordu. Refia hanım bazen oğlunu gece yarısı uyandırıp Kuran okutuyordu. Baba Ramiz beyin Fethullah üzerindeki etkisi ise başka türlüydü. Ramiz Hoca sürekli kitap okuyan bir insandı. Bunlar sadece din kitapları değildi. Mesela Selçuklu ve Osmanlı tarihine meraklıydı. Güncel olayları tarihi bir perspektiften değerlendirmeye çalışırdı. Titiz bir insandı. Namazı hiç kaçırmaz, vaktini boşa harcamazdı. Yaşadıkları köyde ilkokul yoktu. Caminin bitişiğindeki medrese 'okul', daha doğrusu 'sınıf' haline getirilmişti. Burada gündüzleri çocuklara, akşamları yetişkinlere ve yaşlılara okuma yazma öğretiliyordu.

TRAVMATİK 1954
Küçük Fethullah beş yaşındayken bu okula gitti. Ancak babası başka bir köye imam olunca okulu bırakmak zorunda kaldı. İlkokulu daha sonra, Erzurum'da sınavlara dışarıdan girerek bitirecekti. 10 yaşında Kuran'ı ezberleyerek hafız olmuştu. 1954'te babaannesi ve dedesi vefat etti. Çok etkilendi. Hatta bu yüzden hastalandı. Çünkü çok dramatik bir olaydı: Munise hanım son nefesini vermişti. Evdekiler telaş içinde cenazeyle ilgilenmekteydi. Bu sırada gayet sağlıklı olan Şamil Ağa da ölmüştü. Eşinden ayrı kalmaya yüreği elvermemişti. Babası onu elinden tutup Erzurum'a götürmüş ve Sadi Efendi'ye teslim etmişti. Sadi Efendi ünlü 'Alvarlı Efe' lakaplı din alimi, sevilen sima Muhammed Lütfi'nin torunuydu. Kurşunlu Camii medresesinde talebe yetiştiriyordu. Aslında 13 yaşındaki Fethullah'tan sadece 5-6 yaş büyüktü. Burası ahşap tavanlı, küçük bir yerdi. Beş altı talebe bu dar alanda hem eğitim görüyor, hem de yaşıyordu. Bir gaz ocağında kendi yemeklerini pişiyor, çay demliyorlardı. Yemeklerini yatağın üstünde yiyorlardı. Talebeler yıkanmak için Kırk Çeşme Hamamı'na gidiyordu. Yoksul talebelere fiş dağıtılırdı. Bu fişlerle hamamda yıkanabiliyordu. Bedelini varlıklı Erzurumlular ödüyordu. Ancak Sadi Efendi genç ve toydu. Yetenekli Fethullah'a katacağı çok fazla şey yoktu. Gülen 1955'te Osman Bektaş Hoca'nın talebesi oldu. Osman Hoca fıkıh alanında uzmandı. Hatta fetva almak için başvuranları Müftülük, Osman Hoca'ya gönderiyordu.

14 YAŞINDAKİ VAİZ
Fethullah yetenekli bir gençti. Zekiydi ve hafızası güçlüydü. Çok hızlı öğreniyordu. Arapçası gayet iyiydi. Güzel konuşuyordu. Henüz 14 yaşındayken köylerde vaaz vermeye başlamıştı. 1956 da Fethullah'ın hayatında önemli bir yıl oldu. Muhammed Lütfi Efendi, nam-ı diğer Alvarlı Efe vefat etti. Hayatta en çok saygı duyduğu insanlardan biri daha göçüp gitmişti. Bu yılın diğer önemli olayı ise Bediüzzaman'ın Risale-i Nur külliyatı ile tanışması oldu. 1928 doğumlu Erzurumlu Mehmed Kırkıncı Hoca'nın anlattığına göre olay şöyle olmuştu... Osman Bektaş Hoca, İzmir'e gitmişti. "Ben gelinceye dek talebelere sen ders ver" diyerek Kırkıncı'yı görevlendirmişti. Kırkıncı Hoca ile Fethullah Gülen bu vesileyle tanışmıştı. Araları iyiydi. Derslerin dışında da sohbet ediyorlardı. Bir gün Kırkıncı Hoca, sormuştu: "Fethullah kardeşim sen Bediüzzaman'ı hiç duydun mu?"

NURCULARLA DERS
Evet duymuştu ama risaleleri okumamıştı. Bunun üzerine Kırkıncı Hoca adeta bir itirafta bulundu: "Talebelere anlattığım hikayeler var ya... Bunların hepsini ben Bediüzzaman'ın kitaplarından öğrendim." Kırkıncı Hoca diğer Nurcularla birlikte her Çarşamba günü Murat Paşa medresesinde toplanıp Said Nursi'nin kitaplarını okuyup tartışıyordu. Fethullah'ı da buraya davet etti. O günden sonra Fethullah derslere katılmaya başladı. Edirne'ye gidene dek bu okuma seansları devam etti. 'Okumak' hayatında önemli bir yere sahipti. İlginç olan nokta şuydu: O sadece dini içerikli kitaplarla ilgilenmiyordu. Roman da okuyordu! Hem de tutkuyla... Bu dikkat edilmesi gereken bir özellikti. Çünkü diğer talebelerin romanlarla bir alakası yoktu. Hatta medrese ortamı içinde roman okumak ayıp sayılıyordu. Fethullah dersini bitirip ödevlerini yaptıktan sonra hocalardan ve diğer talebelerden gizlenerek roman okuyordu. Yöntemi de şuydu: Romanı Arapça kitabının içine koyuyor, birisi geldiğinde hemen sayfayı çeviriyordu.
Temizdi, titizdi ve çok şıktı

Gülen çocukluğundan itibaren giyimine kuşamına özen göstermişti. Hiç ütüsüz pantolon veya boyasız ayakkabı giymedi!.

Bu dönemde Fethullah Gülen'in bir başka özelliği daha ortaya çıkmıştı: Titizdi, temizdi ve şıktı! Giyimine çok dikkat eden bir gençti. Gerektiğinde aç kalıyordu ama kıyafetinden taviz vermiyordu. Ütüsüz pantolon ve boyasız ayakkabıyla asla gezmiyordu. Bazen ütü bulamadığı oluyordu. O zaman pantolonunu yatağının altına dikkatlice sererek kırışmasını engelliyordu. Aynı Said Nursi'nin başına geldiği gibi, Fethullah Gülen'i de çekemeyen talebeler vardı. Bu rahatsızlığın temelinde bazen kıskançlık gibi kişisel ilişkiler olurdu. Ancak 'ideolojik' ya da 'kültürel' diyebileceğimiz çatışmalar da göze çarpıyordu. Fethullah Gülen'in titizliğini ve şıklığını diğer talebelerden yadırgayanlar oluyordu. Nasıl olur da medreseyle, eğitimle böylesine ilgili, dindar bir Müslüman; giyimine kuşamına bu kadar önem verir? Günün birinde bir talebe ona şöyle demişti: "Arkadaş sen biraz takva olsana." Yani Fethullah'tan dini yasaklara uymasını istiyordu. Bu söz Fethullah Gülen'in zihninde yıllarca dönüp durdu: Ütülü pantolon niye İslam'a aykırı olsun? Niye? Niye? Yıllar geçiyordu. Fethullah yaşı büyüdükçe, aklı erdikçe başka tür kitaplara merak sarmıştı. Mesela felsefi eserler bunlar arasındaydı. Artık başka şeyler yapması gerekiyordu. Özellikle babası böyle düşünüyordu. Aslında Erzurum'dan ayrılmasına annesi karşıydı. Ama sonunda babanın görüşü hakim oldu. Ve 1959 yılında Fethullah, Ankara üzerinden Edirne'ye gitmek üzere yola koyuldu. Niye Edirne? Çünkü uzaktan akrabası (annesinin dedesinin erkek kardeşinin torunu) olan Hüseyin Top Hoca orada imam ve vaizdi. 'Dışa açılması', 'dünyayı görmesi', 'halka din hizmeti sunmanın inceliklerini öğrenmesi' için onun yanına gitmesi uygun görülmüştü. Peki bu seyahati genç Fethullah niye arzuluyordu? Çünkü hocası Osman Bektaş onu diğer talebelerinden üstün tutuyordu. Bu da kıskançlığa neden oluyordu. Fethullah da o ortamdan kurtulmak, "Evliya Çelebi gibi Erzurum'u bırakıp başka diyarlarda gezmek" istiyordu. Aslında o Şam'ı, Bağdat'ı, Mısır'ı görmek, El Ezher Üniversitesi'nde okumak, Arapça'sını geliştirmek, Kuran eğitimi almak amacındaydı. Ama şimdi Edirne ile yetinmek zorundaydı!

Fesli Fethullah

Dizinin bugünkü bölümünde Fethullah Gülen'in Erzurum günlerine göz attık. Yarın Edirne'de neler yaptığını göreceğiz. Ancak Edirne'de meydana gelen ilginç bir olaya hemen değinmek istiyoruz. Gülen'in temiz, titiz ve şık bir insan olduğunu gördük. Hayat boyu sürecek olan bu karakter özelliği elbette Edirne döneminde de ortaya çıkmıştı. Genç yaşına rağmen bu konuda çevresini de etkiliyordu. Mesela kendisinden 10 yaş büyük olan Hüseyin Top Hoca da buna dahildi. Gelin '<ı>Fesli Fethullah' olayını Hüseyin Hoca'nın anılarından okuyalım: "Fethullah Gülen çok temiz giyinirdi. Bazen benim giyinmemi beğenmezdi. Çok güzel kıyafetleri vardı. Pantolonunu ütüsü bozulmasın diye yatağın altına koyar, düzgün durmasını isterdi. Yemez içmez ama giyimine ve temizliğine çok dikkat ederdi. Tam bir efendivari gezerdi. Benim uzun bir pardösüm vardı. '<ı>Hafız abi sen vaizsin, bu sana hiç yakışmıyor, bunu çıkar, gel sana yeni bir pardösü yaptıralım' dedi. O zamanlar konfeksiyon olmadığı için terzilere gidiyorduk. Beraber gittik Sümer mağazasına, palto yaptırmak için kumaş aldık. Bir terzide güzel bir palto diktirdik. Bana paltoyu giydirdi ve '<ı>Bak şimdi ne kadar yakışıklı oldun' dedi. Bir gün o paltoyu giydi, boynunda kravat, başında da fes vardı. Fesin püskülü de yandan sarkıyordu. Üçşerefeli Camiin önünde güzel bir fotoğraf çektirdi. Ellerini arkaya bağlamış, öyle poz vermişti. İşte o palto benim paltomdu."

 

 

 

 

 

 

Alvarlı Efe

Fethullah Gülen'in zihin ve ruh dünyasını etkileyen kişilerden biri de Muhammed Lütfi Efendi (<ı>1868-1956) idi. Halk ona 'Alvarlı Efe' diyordu. O da İbrahim Hakkı gibi Erzurum'da yetişmişti. Hem din, hem de kültür adamıydı. Bitlisli şeyh 'Pir-i Küfrevi'nin müritlerindendi. Birinci Dünya Savaşı'nda Ruslar'a ve Ermeni çetelerine karşı milis gücü olarak savaşmıştı. Daha sonra Hasankale müftüsü olmuştu. Kılığına kıyafetine dikkat eden, temiz giyinen, mütevazı, tatlı dilli, misafirperver, cömert bir kişiydi. Önemli mutasavvıflardandı. Türkçe, Arapça ve Farsça şiir yazabiliyordu. Sadece Doğu'nun değil Batı'nın müzik formlarını da gayet iyi kavramış bir besteciydi. Eserleri CD ve kaset haline getirildi.

Emre AKÖZ-Nevzat ATAL


 

Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:31

İLGİLİ HABERLER