Gündem
  • 26.6.2006 11:45

KÜRTLER KENDİLERİNE BİR TÜRK LİDER ARIYOR


Kürt halkının güvendiği bir Türk lider yok. Kürtler bir Türk liderin sorunları daha rahat çözeceğini düşünüyor. Keşke ülke barışını bir Kürdün kurabileceğini Türkler de hissedebilse Bölgede bir Kürt-İslam sentezi var. PKK bunu benimsemez, ama o da dine aykırı şeyler söylememe hassasiyetini sergilemeye başladı. İslam'ı öne çıkarması gerektiğini düşünüyor İslami çevrelerde 'Kürt ya da Türk'e ne gerek var? İslam kimliği hepimize yeter' görüşü var. İslam'ın kimliği, farklılığı reddeden bir algılama gibi servis edilmesi faşizan din anlayışını getirir

 

 

<ı>

NEDEN? Ayhan Bilgen
'Şemdinli davası'nda yargılanan iki astsubayın 39 yıl hapis cezasına çarptırılması birçok insanı şaşırttı. Gerek bu davanın iddianamesinin çok tartışılmış olması, gerekse bir kuvvet komutanının sanıklardan biri hakkında 'iyi çocuktur' diye referans vermesi, davayla ilgili hukuk dışı bir sonuçla karşılaşılabileceği konusunda kuşkular yaratmıştı. Güneydoğu'daki her hukuksuzluğun cezasız kalabileceğine olan yerleşik inanç, bu davanın sonucuyla epeyce sarsıldı. Biz de, 'Şemdinli davası'nın yürütülmesi ve sonuçları Güneydoğu'daki vatandaşlar tarafından nasıl karşılandı, bu onlarda hukukun ve demokrasinin geleceği için bir umut uyandırdı mı sorularının cevaplarını en iyi bilebileceklerden Mazlum-Der'in Başkanı Ayhan Bilgen'le konuştuk. Gündem gazetesinde haftada bir yazı da yazan Bilgen, Kürtlük ve Müslümanlık arasındaki ilişkileri, PKK'nın terörü karşısında halkın duygularını da anlattı.

Şemdinli davası tahminlerden de çabuk sonuçlandı. İki astsubay otuz dokuz yıl hapse mahkûm oldu. Siz bu davayı ve sonucu nasıl değerlendirdiniz?
Şemdinli davasında altı çizilecek iki nokta var. Eğer Silahlı Kuvvetler içinde böyle bir yapılanma varsa ve bunlar amirlerinin bilgisi dışında bazı hukuk dışı eylemler yapmışlarsa, ordu içinde ciddi bir disiplinsizlik söz konusu demektir. Yani hiyerarşinin alt kademelerinde vatanı müdafaa için kendisine durumdan vazife çıkaran ve olağandışı yetkiler kullanan yapılanmalar var ve üst kademeler bunları yönetemiyor demektir. Eğer durum buysa, vahimdir. Çünkü ordu disiplin demektir ve disiplinsiz bir ordu da ordu değildir. Eğer biz bu durumu bir de 'genç subaylar rahatsız' söylemiyle meşrulaştırırsak, bu başka felakettir. Bu ifade, ordudaki kliklere işaret eder ki, bir gün birileri durumdan böyle bir vazife çıkarır, bir başka gün de başkaları başka vazifeler çıkarabilir.
Şemdinli davasında ikinci ihtimal ne peki?
Bu kişiler, hiç olmazsa yakın üslerinin, il ve bölge komutanlarının bilgisi dahilinde bazı operasyonel görevler yapıyordur. Bu durumda yargılamanın kapsamının hiyerarşide nereye ulaşıyorsa oraya kadar genişletilmesi gerekir. Şemdinli davası iki astsubayla sınırlı kalmamalı. Nasıl Susurluk beş polisten ibaret değilse, Şemdinli de iki astsubaydan ibaret olmamalı. Yanlarına bir de itirafçıyı koyun, yasaya göre üç kişiyle çete oluşur ama, ünformalarından ötürü güç kullanan kişiler açısından bu iş bu kadar basit olmasa gerekir. Bu yüzden hâkimlerden birinin davanın kararına karşı oy vermesi ciddi bir tutarlılıktır.
Karşı oy veren hâkim, astsubayların cezası çok daha ağır olan bölücülükten, ülkenin bütünlüğünü bozmaya çalışmaktan yargılanmalarını istedi.
Bu, hukukta bir devrimdir. Ülkeyi korumak ve bölücülükle mücadele etmekle görevli kamu yetkililerinin bizzat kendi eylemleriyle ülkede bölücülüğü destekleyebileceğini artık bizim yargılama anlayışımızın da kabullenmesi gerekiyor. Bölücülük, sadece dağdaki 'bir avuç eşkıyanın' işi değil. Bunu artık görmeliyiz. Ülkeyi, terör örgütleri, yasadışı silahlı örgütler mi daha kolay bölebilir yoksa devletin üniformasını kullanan ve eylemleriyle toplumu devletten, kurumlardan soğutan insanlar mı? Tarihe baktığımızda ikinci grup, bölme gücüne daha çok sahip. Çünkü dışlayıcı milliyetçilik, 'ayrılıkçı milliyetçilik'ten çok daha güçlü ve ülkeyi bölmede daha tehlikeli.
Somut konuşalım. PKK'nınki bölücü milliyetçilik mi?
Ayrılıkçı milliyetçilik. Bu ayrılıkçı milliyetçiliği besleyen de ülkedeki ana gövdeden kaynaklanan 'dışlayıcı ve ayırımcı milliyetçilik'tir. Yardım talep eden Türkçe bilmeyen bir kadına, bir üst düzey komutanın, 'Yardım almak istiyorlarsa önce Türkçe öğrensinler' demesi, ana gövdenin dışlayıcı, ayırımcı milliyetçiliğidir. Bu ana gövde, kendisini sadece devletin, ülkenin değil, milletin de sahibi görenlerdir. Tam bir İttihat Terakkici bakış açısı bu. Bakın... Bu ülkenin Anayasası'nda 'devletin ülkesi ve milleti' deniyor. Demokrasinin en klasik halinde bile bir devletin milleti olmaz. Ancak bir milletin devleti ve ülkesi olabilir. Devletin milleti derseniz insanları teba yaparsınız. O zaman da onu korumak adına türlü tehdit tanımları geliştirirsiniz. Onun hangi dili konuşacağına, nasıl giyineceğine, hangi marketten alışveriş yapacağına müdahale edebilirsiniz.
Peki... İki astsubaya 39 yıl ceza veren Şemdinli davasının sonucunu nasıl değerlendirdiniz?
Bu tip örgütlenmelere girmek isteyenlere, onları cesaretlendirenlere 'Bu işler o kadar kolay değil. İyi çocuk söylemleri bile onları korumaya yetmeyebiliyor' anlamında verilen önemli bir sinyal oldu bu karar ama, şu da var. Eğer yargılamada usul hataları yapıyorsanız, verdiğiniz bu önemli kararı bozmanın gerekçelerini de kendiniz üretiyorsunuz demektir. Bu yüzden karara aykırı oy veren hâkimin usulle ilgili itirazı yerinde. Bu davada hızlı karar verildi. Yargıtay aşamasında usulden kolayca bozulabilecek bir davayla karşı karşıyayız şimdi. Birileri kalkıp delil yetersizliği diyecek, belki beraat kararı verilecek, ya da olay görevi ihmal gibi çok hafif bir sonuca götürülecek.
Güneydoğu'da vatandaşlarımız bu davanın sonucuna ne diyor?
Bu sonuç insanları şaşırttı. Duruşmayı izleyen bölgedeki yöneticilerimiz heyecandan telefon üzerine telefon ettiler bize.
Bu davanın sonuçları, hukukun bundan sonra uygulanacağına dair bir güven yarattı mı insanlarda?
Yeterince güven yaratmadı ama bu kadar yüksek bir cezanın bugüne dek verilmemiş olması, bir umut, şaşkınlık, sonuca inanmama hali, 'Bir hinlik var. Arkasından mutlaka başka şey çıkar' kuşkusunu yarattı insanlarda. Oysa Şemdinli'de olaydan hemen sonra beklenti çok yüksekti. Hükümetin, 'olayın ucu nereye giderse gitsin' demesi umutlandırmıştı insanları. Bu olaydan haraketle geçmişteki faili meçhullerle yüzleşileceğini, bunların da aydınlatılacağını bekliyorlardı. Beklenti bu kadar yüksekti. Ama iddianameyi yazan savcının meslekten men edilmesi, emniyet istihbarat daire başkanının cezalandırılması, 'bu iş tamamen örtüldü' noktasına getirdi insanları. Bakın... Bölgenin insanları çok politize olmuştur ve Şemdinli'deki patlamanın iki astsubayın kendi başlarına vatan sevgisinden yapacağı bir iş olmadığının farkında onlar. Bu yüzden de bu olayın en azından astsubayların yakın amirlerini ilgilendiren bir boyutu olduğunu düşünüyorlardı. Halk, hiç olmazsa il ve bölge komutanlarının görevi ihmalden yargılanmasını bekliyordu. Ama Türkiye'de bu tip olaylarda bir safra atma, kurban verme refleksi vardır. Susurluk'ta Korkut Eken'le yaşandı bu. Şimdi insanlar iki astsubayın kurban verildiğini, işin biteceğini düşünüyor.
AKP'nin Kürt sorununa yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir yaklaşımları olup olmadığından emin değilim. Gidişin iyi olmadığına dair kaygıları var ama çözümle ilgili programları ve birikimleri yok.
Başbakan Erdoğan, Diyarbakır'a giderek, Kürt meselesini tanıdığını ve sorunun ancak demokrasiyle çözülebileceğini söyledi ama, Kürtler Erdoğan'ın bu demokratik yaklaşımına arkalarını döndüler. Niye böyle dostluk ve demokrasi getirebilecek bir girişimi baştan reddetti Kürtler sizce?
Reddettiklerini düşünmüyorum. Bölgede iki siyasi partinin seçmen kitlesi var. İnsanlar burada AK Parti'ye ya da Demokratik Toplum Partisi'ne yöneliyorlar. Dolayısıyla bu ikisi arasında rekabet gergin. DTP, bizim iznimiz olmadan bölgede kalabalıklar toplanmaz mesajını verdi ama, AK Parti'nin bölgedeki yöneticileri de 'biz zaten bir miting istemedik, bu sadece bir konut dağıtımıydı' dediler.
Gerçekçi ve samimi olalım. Eğer o gün Erdoğan'ın Diyarbakır mitingine 1000 kişi yerine 100 bin kişi gelseydi Türkiye'de olaylar nasıl gelişirdi sizce?
Bir açılım, iyi niyet sergilendi ama bu konuda Başbakan'ın söylemi tek başına belirleyici değil ki.
Bölge milletvekillerinin, il ve ilçe teşkilatlarının sergilediği performans var. Diyarbakır ziyareti yapıldığında AK Parti iktidarda üçüncü yılını doldurmuştu ve ortada iki cümlenin dışında elle tutulur bir şey yoktu.
Türk milliyetçileri arasında Türk-İslam sentezi kuvvetli bir akımdır. Bir Kürt-İslam sentezi de var mı?
Bir Kürt-İslam sentezi var. Kürt milliyetçiliğiyle İslam'ın iç içe geçirilmesi, Türk-İslam sentezi kadar toplumda karşılık bulabilecek bir şey. Üstelik daha da kolay. Çünkü Kürt-İslam milliyetçiliği, ezilmişlik psikolojisiyle de besleniyor. Bu milliyetçilik, çok daha etnik ve dar bir milliyetçiliğe, bir nefrete dönüşebilir.
Kürtlüğü öne çıkaran PKK'nın İslam'la ilişkisi nedir bugün?
İslam'ı öne çıkarması gerektiğini düşünen bir PKK var bugün. Kurulduğunda etnik kökeni vurguluyordu. PKK'nın Kürt-İslam sentezine gideceğini düşünmüyorum ama o da dine aykırı şeyler söylememe hassasiyetini sergilemeye başladı. Eskiden din konusunda çok rahattı. Sosyalist dünya görüşünün yoğurduğu bir gençlik hareketinin psikolojisiyle davranıyordu ama şimdi dini daha çok dikkate alıyor. Dinin afyon olduğunu söyleyen terminolojiyi kullanmıyor. Bu arada, bölgedeki dini liderler de Kürt kimliğini ön plana çıkaran söylemleri artık reddetmiyorlar. Aslında Kürtler en dindar olan topluluklardandır. Cumhuriyete, devrimlere, Batılılaşmaya en çok direnç gösteren çevreydi Kürtler. Bu yüzden Kürt-İslam sentezciliği tüm dindar Kürtlerden beklenmemeli.
Kimlerden beklemeliyiz?
Kendilerini Kürt-İslam sentezcisi olarak tanımlayanlar daha çok Irak merkezli yapılanmalar ve onların sempatizanları. Ayrıca İslami çevrelerde 'Kürt ya da Türk kimliğine vurguya ne gerek var? İslam kimliği hepimize yeter' diyen tehlikeli bir söylem de var. Kürt-İslam sentezinden çok daha kötü bir yere götürür bizi bu.
Niye?
Çünkü İslam'ın, kimlikleri, farklılıkları, dilleri reddeden bir algılama gibi servis edilmesi tam bir dayatmacı, 'faşizan' din anlayışını getirir. Aslında bunlar, 'çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, zulme boyun eğmeyeceksin, güçlüden yana olup zayıfa sırt çevirmeyeceksin' gibi dinin amaçlarını mı ön plana çıkarıyorlar, yoksa kazanç getiren, güçlüden yana olan kimliklerini mi dinle meşrulaştırıyorlar? İkincisini yapıyorlar. Devlet ve İslam'ı entegre eden bu kimlik, sadece milliyetçi Müslümanların değil, Türkiye'deki Müslümanların büyük çoğunluğunun hoşuna gidiyor. Türkiye'de, devletin İslam'la barışıp, entegre olup, diğer kimlikleri bastırmasını hoş karşılayan tehlikeli bir Müslüman kimliği var. Alevi'nin, gayrimüslimin varlığını kabullenmeyen, zorunlu din derslerinden memnun olan, cemevi konusunu sadece Alevilerin iç tartışması gören, misyonerliği vatan bölme faaliyeti olarak algılayan dini refleks var bunlarda. Bu görüş, dini kimliği öne çıkaran siyasi partilerde de, gazetelerde de temsil ediliyor.
Doğu'da ırk mı yoksa din mi kuvvetli politik bir birleştirici?
On yıl önce dindi ama şimdi etnik kimlik. Reel politik açıdan Kürt kimliği dinden daha kuvvetli bir birleştirici. Bölgede dinin gücü hâlâ çok yüksek ama Kürtlerde kendi içlerindeki farklılıklara tahammül etme kültürü gelişiyor. Bölgedeki Kürtlerin çoğunluğu Şafi mezhebine mensuptur ve dolayısıyla dinin daha kırsal yorumunu önemserler. Medrese geleneği, tarikatların dini yorumu bölgede etkindir. Ama Kürtler kendi içlerinde Yezidilerin, Alevilerin varlığını da artık tartışıyor. Eskiden İslam'ın Şafi yorumunun belirleyici olduğunu düşünüyorlardı.
Peki... Kürt halkının güvendiği bir Türk lider var mı?
Hayır yok. Henüz yok. Bence Kürtler kendilerine, Kürtleri iyi anlayacak bir Türk lider arıyorlar. Bunu, 'Kürtler kendi liderlerine güvenmiyor, kendilerini ancak bir Türkün kurtaracağını düşünüyorlar' anlamında söylemiyorum. Kürtler, kendileriyle empati yapabilecek bir Türk liderin sorunları daha rahat çözebileceğini düşünüyorlar. Bu çok akıllıca ve sağduyulu bir hesap. Keşke aynı şeyi Türkler de düşünse. Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü, barışını bir Kürdün kurabileceğini hissedebilseler. Bu noktaya Kürtleri acı ve gözyaşı getirdi. Aslında Kürtlerin destekleyebileceği bir Türk lideri, milliyetçi Türk çevreler, İç Anadolu ve Batı'daki Türkler anlayışla karşılamaz, Kürtlere prim verdiğini, bölücülük yaptığını düşünebilirler. Erdoğan'ın Kürt kimliğiyle ilgili çıkışı Kürtlerde karşılık bulmadı dediniz. Bu sözler, Türklerde daha az karşılık buldu.
Şaşırtıcı olan Erdoğan'ın önerisine milliyetçi Türklerin değil, Kürtlerin sahip çıkmamasıydı. Peki Kürt halkı PKK hakkında ne düşünüyor?
İki duyguyu birden taşıyor. Kendi çocuklarının zorla ya da isteyerek içinde olduğu bir olgu bu. Bu yüzden bedel ödemiş bir hareket olarak görüyorlar PKK'yı. Ama Kürtler PKK'nın silahlı çatışmaya devam etmesini kesinlikle istemiyorlar. 'Demokratik cumhuriyet' söyleminin de silahlı mücadeleyi hiçbir şekilde meşrulaştırmayacağını iyi biliyorlar.
Birbirine düşman gözüken Türk şahinlerle Kürt şahinleri arasında gizli bir işbirliği var mıdır sizce?
Çıkarlar, korkular, beklentiler çok rahat örtüşüyor. Çıkarlar örtüşüyorsa işbirliği de mümkündür tabii.
PKK'nın en kritik dönemde saldırılarını artırmasını Kürt halkı nasıl değerlendirdi peki?
Kürt halkı bunu onaylamadı. Ateşkes sonrasında çatışmalar yeniden neden başladı sorusu hâlâ çok net cevaplanmadı. Akıllarına iki cevap geliyor. Bir, Türkiye'yi yönetenler bu fırsatı iyi kullanamadı. Oysa örgüt tasfiye olabilirdi, büyük barış fırsatı yakalanabilirdi. Diğer cevap ise, iki şahin kanadın buluşması ve sürecin tekrar başlatılması. Operasyonların ve saldırıların yeniden başlaması.
PKK'nın AB'yle ilişkileri baltalama amacını güden o kritik dönemdeki saldırıları Kürt halkı arasında destek buldu mu?
Bulmadı. AB sürecinin sabote edilmesinden kaygılandılar. Bakın... Siyasetçi tarafından anlatılmayan AB süreci dışlayıcı Türk milliyetçiliğini tahrik ediyor. Çünkü yapılan reformlar dayatmalar gibi algılanıyor. Tanzimat'tan sonra nasıl yabancı düşmanı, ırkçı bir Türk milliyetçiliği beslendiyse, AB reformlarının ardından da solda ve İslami çevrelerde Kızıl Elmacılık güçleniyor. Zira AB olarak siz eğer Türkiye'deki sorunları cımbızlayıp bazılarını öne çıkarırsanız, karşı refleksi tahrik edersiniz. Mesela Türkiye'de din özgürlüğü sorunu sadece Heybeliada sorunu mudur? Alevlilerle ilgili bir sorun mudur? Bunların yanında Caferi'yi, Sünni'yi de saymak zorundasınız? Yoksa sorunları sayılmayanlar, ülkede sadece Kürtlerle Alevilerin mi sorunu var derler.
Sünnilerin nasıl bir sorunu var?
Başörtüsü, imam-hatipler, Kuran kursları... Sorun sayacaksak bütün sorunları, herkesi sayacağız. Yoksa insanlar birbirlerinin özgürlüklerini kıskanıyor. Sünniler, Alevilerin cemevi talebini kıskanıyorlar.
Yapmayın. Binlerce kişilik Diyanet'te tek bir Alevi yok. Cem evi ibadethane bile sayılmıyor. Camiye sağlanan imkânlar Alevi vatandaşların ibadethanesine verilmiyor. Alevilerin hangi hakkını kıskanıyor Sünniler?
Bu duyguyu meşru görmüyorum ama bir artı elde edeceği korkusuyla kıskanıyorlar.

(neşe düzel radikal)

Güncellenme Tarihi : 25.3.2016 04:40

İLGİLİ HABERLER