Medya
  • 28.10.2002 12:27

MEHMET EMİN KARAMEHMET'TEN AYDIN DOĞAN'A ŞOK SUÇLAMA : " ANKARA'YA ADAMLARINI GÖNDERDİ, " BATIRIN BUNLARI " DİYE KULİS YAPTIRIYOR

KAYNAK : Haber Vitrini ANKARA/Çukurova Grubu Başkanı Mehmet Emin Karamehmet, medya sektöründeki 'kirli oyunları' ilk kez anlattı Karamehmet, 24.2 milyar dolarlık Çukurova'yı yok etme iddiasında olanların kabus gördüklerini söyledi Cumhuriyet yazarı Leyla Tavşanoğlu, Aydın Doğan, Dinç Bilgin ve Turgay Ciner'le yaptığı 'Medya patronları' serisini Çukurova Grubu Başkanı, AKŞAM, Güneş ve Show TV'nin sahibi Mehmet Emin Karamehmet ile sürdürdü. Tavşanoğlu, yazısına, 'Karamehmet'i dinledikçe medya kavgasının nedenlerini daha iyi anlıyorum' değerlendirmesiyle giriyor. Tavşanoğlu'nun soruları ve Karamehmet'in yanıtları şöyle: - Şu sıralar çok gündemdesiniz. Ancak kamuoyu sizin bugünkü yaşamınızı biliyor; geçmişiniz ve aileniz hakkında bilgilenmek istiyor. Siz İkinci Dünya Savaşı'nda orduya elbise yapan bir aileden geliyorsunuz. Yanlış bilmiyorsak babanız Konya Ereğlisi'nde orduya at yetiştiren bir haranın da sahibiydi. Bize o günleri anlatır mısınız? - Okul bitince kısa bir müddet babamın yanında çiftçilik yaptıktan sonra 1970 senesinin başında Çukurova şirketine satış temsilcisi olarak girdim. Tabii ailem Adana ve Tarsuslu'dur. Uzun senelerden beri o bölgede oturmaktadır. Çiftçilikten başlayarak sanayiciliğe geçmiştir. İlk olarak kurdukları Çukurova Sanayi İşletmeleri (tekstil şirketidir) 1888 tarihinden beri Tarsus'ta üretim yapmaktadır. 1923 senesinde Cumhuriyet ile birlikte anonim şirkete dönüşmüştür ve tabii gerek Kurtuluş Savaşı'nda, gerekse ondan sonraki senelerde diğer kuruluşlar gibi ordumuza bahsettiğiniz işleri yapmıştır. Babam yarış atlarına çok meraklı idi. Gerek Tarsus'ta, gerek Konya Ereğlisi'nde çiftliklerimiz ve haralarımız var. Konya'daki hara ve çiftlik çok büyüktür; atlar için bir cennettir. Kardeşlerim at yetiştirme ve yarıştırmayla hala uğraşıyorlar. Zamanım olmadığı için ben pek alakadar olamıyorum. 24.2 milyar dolarlık dev - Hangi sektörlerde iş yapıyorsunuz? Yanınızda kaç kişi çalıştırıyorsunuz? Ne gibi üretim içindesiniz? - Çukurova Grubu sadece geniş faaliyet yelpazesi ile değil aynı zamanda girişimci ruhu ve stratejik alanlardaki yatırımlarıyla da Türkiye'nin başlıca sermaye gruplarından biridir. Çukurova Türkiye'nin geleceğinin yatırım misyonunu taşırken, geleneksel sanayi alanlarından telekom ve bilişim sektörüne, bankacılıktan medyaya, enerji sektörüne kadar üretimin birçok dalında girişimlerde bulunmuştur. Daha önce de söylediğim gibi 1888 yılında temeli atılmış olan Çukurova Sanayi İşletmeleri'nden başlayarak 2002 yılına gelindiğinde Çukurova Grubu genelinde yurtiçinde ve dışında 150'yi aşkın şirketiyle sanayi, ticaret, turizm, inşaat, ulaşım, gemicilik, medya, bankacılık, sermaye piyasaları, sigortacılık, diğer finansal hizmetler, iletişim ve bilgi teknolojilerinde faaliyet gösterir. Şirketlerde 32.000 kişi direkt olarak çalışmakta, direkt ve dolaylı grubumuzdan ücret alan çalışanların sayısı ise emeklilerle 80.000 kişiyi geçmekte ve her gün grup 22 milyondan fazla kişiye hizmet ulaştırmaktadır. Çalışanlarla gruptan etkileşim sağlayan toplam istihdam (taşeron, iş ortağı, bayi) 100.000'in üzerindedir. Size grubun büyüklüğü hakkında 2000 yılı değerleriyle dolar bazında şu rakamları verebilirim. Toplam varlıklarımız 24 milyar 200 milyon dolar. Toplam öz kaynaklarımız 2 milyar 100 milyon dolar. 2000 yılı için toplam gelirlerimiz 8 milyar 600 milyon dolardır. Sizi rakamlarla sıkmayacaksam Çukurova Grubu'nun ödeme gücü hakkında şu rakamları verebilirim. 1996 senesinden beri grup toplam 9 milyar 335 milyon dolar vergi ödeyerek devletimize katkıda bulunmuştur. Sadece 2001 yılında Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası hariç 2 katrilyon 202 trilyon 113 milyar Türk Lirası toplam vergi ödemiştir. 2000, 2001 ve 2002 senesinin ilk üç ayı 2 milyar 118 milyon dolar borç ve kredi geri ödemiştir. Fon bankalarına yapılan ödemeler ise kriz döneminde de 541 milyon doların üzerindedir. - 80'li yılların medya yapısıyla bugünün medyasının yapısını nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir kıyaslama yapıyorsunuz? - Biz o dönemlerde ekonomik kriz, terör ve olağanüstü koşullar yüzünden medyada atılım sağlayamadık. Bir de o yıllarda ben yurtdışında kalmak durumunda oldum. Fikir gazeteciliği yara aldı - 1981, 1984 yıllarında yurtdışında kaçak olarak bulunduğunuz dönemi mi kastediyorsunuz? - Leyla Hanım, bir düzeltmeyle devam edeyim. Ben kaçak olmadım hiç. 1981'de dönemin Başbakan Yardımcısı Turgut Özal ile ABD'de idim. Oradayken aranma kararım çıktı. Hiç alakam olmayan, saçma sapan bir işten dolayı. Gümrükten gelen bir malla alakalı. Sonra döndüm. Yargılandım. Aklandım. Dava tam 12 yıl sürdü. Bu döneme ilişkin dedikodular bilgisizlikten kaynaklanıyor. Yargılanmamız sonucunda, suçlamayla hiç alakamızın, ilgimizin bulunmadığı saptandı. Olayın gerçek olmadığı mahkeme kararıyla netleşmiş bir konudur. O yılların ekonomik yaklaşımları, sosyal yaklaşımları, siyasi gelişmeleri dönemin gazeteciliğini ve toplumsal gelişimi etkiledi. Basın patronluğu kavramında yeni oluşumlar ortaya çıktı. Gazetecilik daha magazinel ve sosyal boyutta yapılır hale geldi. Fikri boyutu ağır yaralar aldı. Sermayesi değişti. İşe sanayiciler girdi. Amaç toplumsal hizmet - Medya araç mı, amaç mı olmalı? - Medya bir araçtır. Toplumun bilgi edinmesini sağlayan, onu ayakta tutan dinamikleri doğrularla besleyen bir araç. Aynı zamanda bu hizmetleri götürmek için amaç da olmalıdır. Amacın ne olduğunu medya sahibi buradan yaptığım gibi açık açık deklare etmelidir. Toplum onun ne için medya sektöründe bulunduğunu bilmelidir. Amaç kamusal ve toplumsal hizmet olmalı. Halkın doğru bilgilendirilmesi olmalı. Tarafsız ve yansız yayıncılık olmalı. Ülke ve insanlığın gelişimine katkı sağlayacak çalışmalar olmalı. Medya sahibi olmanın amacı Ankara ve siyasete baskı ile köşeyi dönme oldu mu, bunlar saklı gizli uygulamaya konuldu mu, arkasında kötü niyet aramak gerekir. Şimdi dış güçlerin de kullanmak istediği bir medya gücü var. Bunu da görmezden gelemeyiz. Bakın IMF ile ilgili haberlere. Neyi kastettiğimi göreceksiniz. Bunun örnekleri bugün Türk medyasında görülüyor. - Siz medya patronları ve yöneticilerinin bugün siyasilerle ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? - İnanılmaz olarak değerlendiriyorum. Medya sahibi veya diğer işadamlarının Ankara ile niye içli dışlı olduklarını, devleti yönetmek konusunda neden bunca çabaladıklarını hiç anlayamadım. Benim Ankara ve siyasete bakış açım şöyle: Ben siyaseti, kurumlarını ve yöneticilerini çok önemsiyorum. O kadar çok önemsiyorum ki onların ülkeyi yönetmelerine hiç kimsenin karışmaması gerektiğini düşünüyorum. Halkın vekaletini alan kişilerin, işi nasıl yapmaları gerektiğini söyleyecek medya patronlarına ihtiyaçları yoktur. Onlar sadece sorunları dinleyebilir, tıkanılan konularda bilgi alabilirler; yol gösterirler. Ama menfaat peşinde koşan, iş takibinde bulunan, devleti yönetmek için bürokrat ve siyasetçi avına çıkan işadamlığını, medya patronluğunu asla kabul etmiyorum. Halkın iradesine saygısızlık sayıyorum bunları. Ankara benim devletimin başkenti. Bana nüfus cüzdanımı veren bu devlete, onun başkentine sonsuz saygım var. Canım feda. Oradan gelen taleplere de saygım var. Ankara istediği için yaptıklarım nedeniyle bugün zordayım. Ama devlet isteyince o zaman yaptıklarımı bugün de olsa yine yaparım. Benim Ankara'dan vatandaş olarak istediğim şey, aradığım, beklediğim şey adalettir, hakkaniyettir, eşitliktir, hukuk üstünlüğü kavramına saygıdır. Ben ne vefa bekliyorum ne de kollanma istiyorum. Ben eşitlik istiyorum. Benimle aynı durumdayken kollananların bunu nasıl elde ettiklerini merak ediyorum. Ankara medya patronlarıyla bütünleşen kirli siyasetin, bürokrasinin oluşturduğu oligarşinin eline bırakılamaz. Ankara'ya, devletin kurumlarına, yargıya, medya patronlarının siyasilerle geliştirdiği ilişkiler nedeniyle ambargo konulamaz, bu kurumlar devletin varlığı. Bunlar medya patronlarının etkisine açık olamaz. Buna izin verilmemelidir. İlişkiler saygın, düzeyli, memleket sevgisi üzerine kurulmalıdır. Siyasetçinin, bürokratın hamisi gibi kendini göstererek, canı istediğinde onu yok etmek için elindeki basın gücünü kullanan, canı istediğinde yağlayıp ballayan vıcık vıcık ilişkiler Türkiye'ye çok zarar verdi. Medya tarihi, yakın dönem gelişmeler bunun örnekleriyle dolu. Neredeyse hükümet yıkıp yenisini kuracak kadar ileri gitti bu ilişkiler. - Şirketinizde çalışanlardan ya da bir yakınınız 3 Kasım seçimleri için herhangi bir partiden adaylığını koydu mu? - Çok çalışanımız var. Ama benim bildiğim çalışanlarımızdan hiç kimse aday değil. Yakınlarımdan da hiç kimse yok aday olan. Biz ulusal grubuz - Size niçin saldırıyorlar? - Meyveli ağaç taşlanır. Bizi yok etmek isteyenlerin, şirketlerimizi ele geçirmek için çabalayanların laf ebeliğiyle, entrika ve komplolarla, ithal ikameci, üretken olmayan geri kalmış ekonomik anlayışlarla, yaratmadan, geliştirmeden, alın teri dökmeden ganimet ekonomisiyle ele geçirmeye çalıştıkları bütün işyerlerini, yeni sektörleri bizim grubumuz yarattı. Üstelik biz ulusal bir grubuz. Gücümüz de buradan geliyor. Bizi yerli işbirlikçileriyle yok etmek isteyenler, saldıranlar çok zor durumdalar. Sabah kalktıklarında bizim ürünlerimizle başlıyorlar güne. Sonra günleri bizim ürünlerimiz veya şirketlerimizin yarattığı iş ve üretimi izleyerek geçiyor. Yatarken de bizimle uyuyorlar. Sonra kıskançlık ve yetersizlikten gece rüyalarında kabuslar görüyorlar. O kabuslarla kalktıklarında başlıyorlar kötü düşünmeye. Nasıl yok ederiz, nasıl ele geçiririz, ne komplolar kurarız diye. Adamlarını yolluyorlar Ankara'ya. Herkesin hallolan işi, bize geldi mi asla hallolmuyor. Herkes devletten alacağını alıyor, bize geldi mi yok. Ankara'da adamları, 'Batırın bunları' diye dolaşıyor. Kulis yapıyor. Biz rekabete, yarışa açığız. Onlar çelme takma peşindeler. Haraç istiyorlar resmen. Böyle alıştırılmışlar. İşlerimize bedava ortak olmak istiyorlar. Alamayınca da saldırıyorlar. Para vermeden, üretmeden sahip olacaklar ya... Ama bizim karşımızda yenilecekler. Çünkü biz haklıyız, hukuka inanıyoruz, kuldan utanıyoruz, Allah'tan korkuyoruz ve vicdanımızla huzur içindeyiz. Doğru ve iyi olanla hiçbir kötü baş edemez. Bize hangi kulisle, hangi adamlarıyla saldırırlarsa saldırsınlar, haklılığımızı gölgeleyemeyecekler. Güneş balçıkla sıvanamaz ki... - Bunlar kimler? - Bunların kim olduğunu kamuoyu da, siz de biliyorsunuz. Yeterince açık tarif ettim sanıyorum. Onlar kifayetsiz muhterisler. Bankacılıkta tüm yenilikleri biz yaptık - Türkiye'de, bankacılık dendiğinde de akla gelen birkaç gruptan birisiniz. Bankacılık sektörüne neden ve nasıl girdiniz? - Evet haklısınız. Son 20 yılın tarihine baktığınızda, bankacılık dendiğinde, belki de ilk akla gelen grup biziz. Bankacılık hem dinamik hem de en fazla yenilikçi sektör oldu. Bu özelliklerle bizim grup olarak yönetim felsefemiz ile örtüşüyor. Bu dönem içinde bankacılıkta yapılan yeniliklerin hemen hepsinin öncüsü olarak grubumuzu ve bizim grup bankalarını görürsünüz. Türkiye'de grupların neden bankacılığa girdiklerini iyi anlayabilmek için biraz bankacılığımızın tarihini irdelemek gerekir. Cumhuriyet döneminin başlangıcında sermaye birikimi ve gelişmiş özel sektör yoktu. Devlet yatırım yapmak amacıyla Sümerbank, Etibank ve Denizcilik Bankası'nı kurdu ve bu kuruluşların yatırımlarını finanse edecekleri kaynakları bulabilmeleri için de mevduat kabul yetkisi verildi. Devlet bu kuruluşları birer banka-sanayi işbirliğini esas alan yapıda örgütlendirdi. Bu yaklaşım o günlerde doğru idi. Özel ve devlet karma sermayesi ile kurulan İş Bankası da bu modelde yönetilegelmektedir. Sektör, II. Dünya Savaşı sonuna kadar devlet bankalarının hakim olduğu bir model oldu. Özel bankalar az sayıdaki yerel bankalardan ibaretti. 1940'ların ikinci yarısından itibaren özel bankalar kurulmaya başlandı. Kamunun sektördeki yüksek payının yanı sıra, kamu borçlanmasını da dikkate aldığınızda Türkiye'de tasarrufların hala büyük kısmının kamu tarafından kullanıldığını ve bu oranın azalmak yerine sürekli ve istikrarlı biçimde arttığını görürsünüz. Bu sadece özel kesime, giderek daha az kaynak kalması gibi bir etkiyi yaratmıyor, aynı zamanda özel kesimde yapısal bozukluklar da yaratıyor. Sümerbank ve Etibank'ın başarılı olması özel sektörde ve devlette sanayi-banka işbirliği modeli düşüncesini destekledi. Bankacılık sistemini düzenlemek, oyunun kurallarını koymak devletin işi. Nitekim devlet 1936'dan bu yana çıkardığı bütün Bankalar Kanunları ile belirttiğim sanayi-banka işbirliğine ve birlikteliğine dayanan modeli teşvik etti. Belirli sektörlerde faaliyette bulunması koşuluyla iştiraklere sermaye tahsisi ve kredi açılmasını ya kanundaki sınırlamaların dışında tuttu ya da özendirdi. Diğer yandan bu modelin başarılı örnekleri oldu. Türkiye İş Bankası, Yapı Kredi, Akbank gibi... Özellikle de '60'lı ve '70'li yıllardaki bankacılığın yapısı böylesi bir modeli esas alan bankacılığa dayanarak büyümeye de çok uygundu. Enflasyon düşük, faiz oranları ve yapısı uygun, ekonomi nispeten istikrarlı ve oynaklık azdı; devlet iç borçlanması yoktu. Bu yapı banka-sanayi birlikteliğine dayanan model için uygun bir ortam yaratıyordu. Ayrıca bankacılık dışında özel kesimin finansman bulma olanakları bu dönemde çok sınırlıydı. O zaman bir grup için büyüyebilmek bir banka sahibi olmaktan geçiyordu. Bankanızın olmaması; büyümeniz, yeni yatırımlar yapmanız ve yeni alanlara girmeniz için önünüzde bir engel anlamını taşıyordu. Devletin koyduğu oyunun kuralları, doğru ve yanlış, bu sonucu doğuruyordu. Ancak burada önemli bir noktanın altını çizmeliyim. 1960'lı ve 1970'li yıllar ile 1980'lerin ortasına kadar devlet yeni bir özel banka kurulmasına izin vermedi. Bu nedenle de banka sahibi olmanın yolu mevcut, eski, kurulu bankalardan birisini almaktan geçiyordu. O yıllar bugünkünden farklı olarak banka lisansının çok değerli olduğu yıllardı. Sanırım bu açıklama neden grup olarak bankacılığa girmemiz gerektiğine ve bankacılığa girdiğimize ışık tutacaktır. Biz o tarihlerde de dinamik bir grup idik. Büyümek ve yeni alanlara girmek istiyorduk. Bunun yolu bankacılığa girmemizden geçiyordu. Ayrıca geleceğin, hizmetler sektöründe olduğunu daha o günlerde görmüş ve öncelikle bu sektörde büyümeyi hedeflemiştik. Medyayı kullananın sonu kötü - Medya sektörüne nasıl girdiniz? - Sizi biraz şaşırtacağım. Bizim medya sektörüne girişimiz aslında eskidir. Biz AKŞAM gazetesine ilk olarak 1977 yılında sahip olduk. Gazete o zaman küçük bir ilan gazetesi kimliğindeydi. AKŞAM'ı alarak dönemin siyasi ve sosyal olaylarına karşı tutumumuzu ortaya koymak, Türkiye'nin o kaotik ortamında toplumsal sorumluluğumuzu yerine getirecek bir çıkış yapmak istedik. O dönemde de krizi ve sosyal bunalımı görmüş, yaşamış müdahil olmak istemiştik. Gazetenin başında o zaman rahmetli Kayhan Sağlamer vardı. Ama olaylar öylesine hızlı gelişti ki, biz bu düşüncelerimizi gerçekleştirmeye fırsat bulamadan, bir yandan ekonomik kriz, diğer yandan anarşi ve terör Türkiye'de yeni bir şey ortaya koymayı imkansızlaştırdı. Sonrasında da 12 Eylül geldi. Biz de bu karmaşa ortamında basın projemizi erteledik. Daha sonra da AKŞAM'ı devrettik. Basına baskı arttıkça ürün kötüleşiyor - Çıkarlarınızda kullanmak için mi medya sektörüne yatırım yaptınız? - Leyla Hanım, bizim böyle bir düşüncemiz, eylemimiz olsa, bugün içinde bulunduğumuz sıkıntılarla karşı karşıya kalır mıydık? Bizim 1977 deneyimimiz de ortada. Orada da hiçbir şey yapamadan o dönemi kapatmıştık. Bir kişi çıkıp, çıkarlarına kullandılar, diyemez. Biz asla medyayı bir silah gibi kullanmadık. Bunu aklımıza bile getirmedik. Amacımız topluma bilgiyi doğrudan aktarıp gelişime ve halkın bilgilenmesine katkı sağlamaktı. Bir de ticari amacımız var. O da şirketlerimizin reklam bütçelerini ve tanıtımlarını kendi medyamızda yaparak kar eder durumda olmak. Sermayenin basında baskısı arttıkça ürün kötüleşiyor. Bunu okuyucu olarak bile görüyoruz. Geçmişte basın patronları birbirlerine neler yapmadılar ki? Bu nedenle halk güvenmiyor basına. Biz medyaya, halkın doğru bilgilerle donanması, halka bilgi ulaştırılması, fikri ve entelektüel ortamın geliştirilmesi için girdik. Bizim amacımız kavga ve çıkar peşinde koşmak değil. Medyayı öyle kullananların, medya aracılığıyla siyaseti, sosyal yaşamı yönlendirmek isteyenlerin, devleti yönetmeye kalkışanların sonunu kötü görüyorum. Bizim bunlarla hiç alakamız, ilgimiz yoktur, olmayacaktır. - TÜSİAD ile ilişkileriniz nasıl? - Ben inanmadığım için yıllarca üye olmadım. Geçen yıl ısrar üzerine girdim ve bu yıl da istifa ettim. Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 18:31

İLGİLİ HABERLER