Gündem
  • 28.5.2003 12:28

NAZLI ILICAK, DARBE SÖYLENTİLERİ ÜZERİNE DARBELERİN TARİHÇESİNİ YAZDI

Darbelerin tarihçesi Darbeleri ve askerî müdahaleleri milletin arzusu gibi gösterme eğilimi yeni değil. Osmanlı döneminde de benzer gelişmelere rastlıyoruz. Artık bu kötü mâziden kurtulma zamanı geldi. Bırakınız millet kendi kaderine sahip çıksın. Darbelerin tarihçesi Beni en çok şaşırtan, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün darbe konusundaki sözleri. Batı basınında çıkan darbe söylentileri üzerine ''Türk ordusunu herhalde iyi tanımıyorlar'' demiş. Aksine, çok iyi tanıdıkları, ''darbe'' kelimesini gündeme getirmelerinden belli. Anayasa başlangıç Hindistan söz konusu olsa... evet bu ülkede, bütün geri kalmışlığa, bütün çekişmelere rağmen, ordu hiçbir zaman darbe yapmadı. Türkiye'de öyle mi ya? Cumhuriyet döneminde tam dört tane müdahale yaşadık. Bu olağanüstü dönemler, seçimlerden sonra da sona ermedi; etkisini hep sürdürdü. Meselâ, 1961 Anayasası'nın başlangıç bölümünde yer alan ''Anayasa ve hukuk dışı davranışlarıyla meşruiyetini kaybeden bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Türk milleti'' ibaresi, ancak 1982 Anayasası ile gündemden kalktı. Ama onun yerine gene, darbeyi meşrulaştıran benzer cümleler girdi: ''Ebedi Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk devletinin varlığına karşı, cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada, Türk milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin, milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekâtı sonucunda, Türk milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisi'nce hazırlanıp, Milli Güvenlik Konseyi'nce son şekli verilerek, Türk milleti tarafından kabul ve tasvip ve doğrudan onun eliyle vaz olunan bu Anayasa....'' Darbenin damgasını taşıyan bu bölüm, ancak 1995 yılında, ilk demokratikleşme paketi çerçevesinde, metinden çıkarıldı. Saray darbesi Darbeleri ve askerî müdahaleleri milletin arzusu gibi gösterme eğilimi yeni değil. Osmanlı döneminde de benzer gelişmelere rastlıyoruz. Abdülaziz'i tahttan indirenler arasında bulunan Süleyman Paşa, 1876'da Sultan'ın baş haremağası Cevher Ağa'ya ''Kaza ve kaderin hükmü böyle imiş. Milleti hoşnut edemedi. Bu hareket, milletin selâmeti arzusundan gelmiştir'' diyordu. Her şey millet içindi. Ama, aslında zavallı milletin olanlardan haberi yoktu. * * * Bir başka örnek daha: 17 Aralık 1908 tarihinde, 32 yıllık fasıladan sonra, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı yeniden toplandı. Kâmil Paşa riyasetindeki hükûmet, 13 Ocak 1909'da güvenoyu aldı. Orduya dayanarak ülkede hâkimiyet kurmak isteyen İttihat ve Terakki, hükûmet işlerine sürekli müdahale ediyordu. Kâmil Paşa, ordunun politikadan el çekmesini istiyordu. Lâkin, Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa, bu hususta gevşek davranıyordu. Kâmil Paşa, daha fazla güvendiği İkinci Ordu Komutanı Nazım Paşa'yı Harbiye nazırı yaptı. Hüseyin Paşa da Bahriye nazırlığına getirildi. İttihat Terakki mensupları, kendilerine danışılmadan gerçekleştirilen bu tayinlerden rahatsızdı. Kâmil Paşa'yı düşürmeye karar verdiler. Edirne ve Selânik'e haberciler göndererek, hükûmetin istibdad idaresini geri getirmek istediğini ileri sürdüler, ikinci ve üçüncü ordu subaylarını tahrik ettiler. Bu subaylar, derhal harekete geçeceklerine dair Meclis'e ve başka yerlere telgraflar çektiler. Bütün bu telgraflar, İttihatçıların çoğunlukta olduğu Meclis'te okunarak, memleketin anarşi içinde bulunduğu ileri sürüldü. Kâmil Paşa istifa edeceğini açıkladı. İttihatçılar ise Abdülhamit'e giderek, istifadan önce Kâmil Paşa'nın azil edilmesini talep ettiler. Abdülhamit bu isteğe uydu, İttihatçıların adamı Hüseyin Hilmi Paşa'yı sadarete tayin etti. Bu bir saray darbesiydi. Abdülhamit'in halli Abdülhamit'i düşürmek için 31 Mart ayaklanması tertip edildi. Bir başka iddiaya göre, ayaklanma, İttihat Terakki iktidarından zarar gören çeşitli grupların, medrese talebesi ve ordudan uzaklaştırılan alaylı subaylarla işbirliğinin sonucuydu. Selânik'ten gelen Hareket Ordusu ayaklanmayı bastırdı. Komutan Mahmut Şevket Paşa, İttihat Terakki Cemiyeti ile hiçbir ilgisi olmadığını, bütün ordular meşrutiyet idaresinin muhafazası için yemin etmiş bulundukları cihetle, bunu kaldırmak isteyen harekete karşı teşebbüse geçildiğini beyan ediyordu. Hareket Ordusu isyanı bastırdıktan sonra, Şeyhülislâm'dan fetva alınmak suretiyle, Abdülhamit'i hal ettiler. Bu teşebbüs gene ''millet'' adına gerçekleşiyordu. Hareket Ordusu, İstanbul'da duruma hâkim olduktan sonra, mebuslar ve âyan, ''Meclis-i Umumi-i Milli'' adı altında toplandı. Meclis'e Ayan Reisi Said Paşa başkanlık ediyordu. Said Paşa, ayağa kalktı ve dedi ki: ''Efendiler, okunan fetva ve millet tarafından gösterilen umumi arzu üzerine, ikinci Sultan Abdülhamit'in Hilâfet ve Saltanat'tan hal'ine karar veriyor musunuz?'' Mebuslar el kaldırarak hal kararı verdiler. * * * O tarihte irtica lâfı da gündemdeydi. Ziya Şakir'in kaleme aldığı, ''Sultan Abdülhamit'in son günleri'' kitabında şu satırlara rastlıyoruz: ''Hal kararı verileceği sırada âyandan Yorgiadis Efendi buna itiraz ederek ''Yazıktır, günahtır'' diye bağırmış, bunun üzerine hazır bulunanlar tarafından ''Alçak, hain, mürteci'' gibi sözlerle tahkir edilerek susturulmuştu.'' (Nazlı Ilıcak. D.B. Tercüman) Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 20:03

İLGİLİ HABERLER