
NAZLI ILICAK, DEMOKRASİYE HİZMET ETTİĞİNİ SANIRKEN BALTAYI NASIL TAŞA VURDU?
NAZLI ILICAK'IN D.B. TERCÜMAN'DA YAYINLANAN BUGÜNKÜ YAZISI:
ANKARA'DAKİ BULANIK HAVALAR VE NATO
Başbakan'ın dar çevresinde NATO'dan ayrılabiliriz sözü hiçbir şekilde telâffuz edilmemiş. Buna mukabil, Ankara'daki bazı çevreler, Batı desteğini hükûmetin arkasından çekebilmek amacıyla, zaman zaman, böyle gerçek dışı senaryolar üretiyorlarmış. Verilmek istenen mesaj şu: AK Parti iktidarı sizin muhatabınız olamaz, gelin elbirliğiyle bir siyasi alternatif arayalım.
"İrtica iddiaları ve Turkuaz devrim" başlıklı yazıma, Başbakanlık Basın Merkezi'nden bir açıklama geldi. Bu açıklamada, yazının "dezenformasyon ürünü" olduğuna dikkat çekiliyor ve aklı başında hiçbir kişi, kurum veya kuruluşun, Türkiye'nin NATO'dan çekilmeyi tartıştığı iddiasını ciddiye almasının mümkün olmadığı belirtiliyordu. Akıl ve mantık dışı senaryo iddiasında bulunan Başbakanlık Basın Merkezi, açıklamasını şu cümlelerle tamamlıyordu: "Türkiye'nin istikrarını, dost ve müttefikleriyle ilişkilerini zedelemeye yönelik bu iftira ve iddiaların hangi kirli emellere hizmet amacıyla üretildiği kamuoyunun takdirine sunulur"
Son cümleyi okuyunca, o kadar şaşırdım ki! Bizim yaptığımız siyasi tahlilin, bir takım kirli emellere hizmet amacını taşıdığı ileri sürülüyordu.
Üslûbu hiç beğenmedim. Bunu da, Basından Sorumlu Başbakanlık Başmüşavir Prof. Nabi Avcı'ya söyledim. "Kirli emelin" ne olduğunu açıklarsa, ben de, farkına varmadan kime hizmet ettiğimi daha iyi anlarım dedim.
Arayı açmak istiyorlar
"İrtica iddiaları ve Turkuaz devrim" başlıklı yazımı, laiklik söylemlerinin birden bire gündeme gelmesinin ardında yatanı deşifre amacıyla kaleme almıştım. Acaba, arka planda, Ertuğrul Özkök'ün söylediği gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunu kesmek isteyenler mi vardı? Yoksa, Amerika, mevcut hükûmet, onun isteklerini yerine getirmediği için "Turkuaz devrimin" mi peşindeydi? Bu yazıyı yazarken, demokrasiye hizmet ettiğimi sanıyordum ama, demek Ankara'da öyle olaylar gelişiyormuş ki, farkına varmadan baltayı taşa vurmuşum.
Edindiğim izlenime göre, AK Parti hükûmetine ısınamayan malûm çevreler, bu iktidarın Batı'ya uzak durduğu izlenimini vererek, farklı siyasi alternatiflerin ortaya çıkması için çalışıyorlarmış. Tayyip Erdoğan'ın yakın çevresinin NATO'dan ayrılmayı gündeme getirdiği sözleri de, iktidarla Amerika'nın arasını açmaya yönelik bir fabrikasyonmuş. NATO konusunu sütunumuza taşıyarak, biz de bu fabrikasyona alet olmuşuz.
Sıcak mesajlar
Ama, Amerika'nın taleplerine direnen, en azından direnmeye çalışan Tayyip Erdoğan'ın, Bush nezdinde eski itibarının olmadığı da bir gerçek. Amerika, mutlaka daha kolay güdülebilecek bir insanı tercih edecektir. Bu yüzden, alternatif arayışı içine girmesi ihtimalini de akla yakın buldum. Ayrıca, 10 aydır sürüncemede bırakılan İncirlik'in, ABD'nin istediği doğrultuda kullanılmasına izin verilmesi; Genelkurmay Başkanı'nın ve ardından Tayyip Erdoğan'ın, NATO'ya ve Amerika'ya peşpeşe sımsıcak mesajlar göndermeleri; Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e gitmesi... bütün bunlar, birileri tarafından uygulanan senaryonun terse çevrilmesi gayretleri gibi görünüyor.
Evet, Tayyip Erdoğan, NATO'dan ayrılmayı, kendi de açıkladığı üzere, hiçbir zaman alternatif olarak düşünmemiş ama, böyle bir eğilimin varolduğu izlenimini Türkiye'de yaratmak ve bu mesajı Batı dünyasına iletmek isteyenler demek mevcutmuş. Bizim bu satırları yazmamızla, hiç değilse, oyun meydana çıktı; kurgu bozuldu.
Dolayısıyla, makalemiz, kirli emellere hizmet etmek bir yana, kirli emelleri olanların tertibini bozmuş oluyor. 1 Mart tezkeresi sonrası, ABD, siyasi iktidara destek verirken ve Tayyip Erdoğan'ın samimiyetini sorgulamazken, Genelkurmay ile arasına mesafe koymuştu. Aradan geçen zaman içerisinde, siyasi iktidarla ilişkilerin soğuduğuna, buna mukabil, askerle daha yakın bir münasebet kurulduğuna şahit olduk. "Turkuaz devrim" lâflarını duyunca, bu yüzden irkildim. Çünkü ABD'nin, siyasi iktidara güvenini sürdürmesi, Türkiye'de demokrasinin de teminatıdır. Bütün darbeler ülkemizde maalesef, Amerika'nın yeşil ışığıyla gerçekleşmiştir.
Basın Merkezi'ne itidal
Ben şahsen, Tayyip Erdoğan'ın Basın Merkezi'ne biraz daha itidal tavsiye ederim. Ucu nereye gideceği belli olmayan ve hakaret anlamına gelen sözler sarfetmesinler. Öyle herkesten de şüphelenerek, vatanseverliğin sadece kendilerine ait olduğunu düşünmesinler. Ortada böyle bir sıkıntı varsa, önceden bunu bizim gibi yıllarca demokrasiyi savunmuş, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını en zor zamanda desteklemiş biriyle paylaşmaları gerekirdi. Kaldı ki, madem NATO üzerinden ABD'ye gerçek dışı bir mesaj yollanıyor, o zaman niçin hemen aynı gün Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever'in yazısına bir düzeltme göndermediler? Bu düzeltmeyi yapsalardı, iddiaların doğru olmadığı ortaya hemen o gün çıkardı. Görev ihmali içinde bulunan bir Basın Merkezi'nin, hatasını kabul etmek yerine, bizim yazımızı "kirli emellere hizmet" gibi nitelemesini kınıyorum.
Zaten, öteden beri eleştirdiğim bu. Kanallar yeterince açık değil. Kopukluk halâ sürüyor. Biz dışarıdan bakınca aksamaları görüyor ve düzelmesi için bunları yazıyoruz. Maalesef, yazılanlar, farklı değerlendirmelerle Başbakan'a yansıtılıyor.
Ankara'da bulanık suda balık avlamak isteyenler var. Ama, biz, bu komploların hiçbir zaman içinde olmayız. AK Parti iktidarının başarısını samimiyetle istemenin haricinde, tek başına meşru bir iktidar olması dahi, onu, her türlü komplodan korumamız için yeterli sebeb sayılır.
İŞTE, TARTIŞMAYA NEDEN OLAN YAZI:
İRTİCA İDDİALARI VE TURKUAZ DEVRİM / 28.04.2005
Birden bire dile getirilen laiklik uyarılarının temelinde acaba ne var? Hürriyet Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök'e göre, 17 Aralık'tan bu yana, birileri Türkiye'nin AB yolunu kesmeye çalışıyor. Aynı gazetenin yazarı Cüneyt Ülsever ise, daha "derin" bir açıklamada bulunuyor. Ülsever'in yazısındaki kodları açtığımızda ve biraz da Ankara'da konuşulanları araştırdığımızda, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye'yi kullanmak isteyen Amerikan parmağını teşhis edebiliyoruz. Doğru veya yanlış... İster komplo teorisi deyin, ister gizli ellerin deşifresi. Turkuaz devrim Gürcistan'da "Gül devrimi" ile Şevardnadze yerine Mikail Saaşkavili geldi. Ukrayna'da "Turuncu devrim" ile Viktor Yanukoviç'in yerine Batı yanlısı Yuşçenko geçti. Kırgızistan'da "Lâle devrimi" yapıldı. Askar Akayev devrildi. Bu ülkenin muhalefetine de sarı renk hâkimdi. Türkiye'de de, Amerikalıların bir "Turkuaz devrim" hazırlığına geçtiği iddiasına ne dersiniz? Cüneyt Ülsever "Bazı densizler komşu ülkelerde dalgalanan darbeli renkler çerçevesinde Türk mavisini gündeme getiriyorlar" diye yazıyor. Kodları deşifre edince, ortaya çıkan tablo ürkütücü. Türk mavisi denilen sakın turkuaz olmasın? Sakın birileri Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'a özenmesin? Tabiî yöntem farklı olabilir. Bizim ülkemizde, seçimlere hile karıştığı iddialarını ortaya atmak yerine, 28 Şubat modeli pekalâ çalıştırılabilir. Durup dururken birileri, "irtica paranoyasını" tetikleyebilir. Zaten yapılan da budur. Ama, Cüneyt Ülsever'in yazısını okuyuncaya, kadar doğrusu peşpeşe gelen açıklamaların sebebini ve amacını pek anlayamamıştım. Birden bire gözüm açıldı. Ertuğrul Özkök, Türkiye'nin AB yolunun kesilmeye çalışıldığını ileri sürüyor. Ama bence, daha da derin bir sebeb yatıyor bu rahatsızlıkların temelinde. Bir komutan Mart 2003'te tezkere kararının parlamentodan geçmemesi sebebiyle, askerle ABD'nin arası açılmıştı. Çünkü parlamentodan onay çıkmamasının temelinde üst düzey bir askerin, Milliyet gazetesinden Fikret Bilâ'ya verdiği "Ordu rahatsız" şeklindeki beyanat yatıyordu. Madem ordu rahatsızdı, AK Partili bir çok milletvekili böyle bir sorumluluğu tek başına taşıyamazdı. New York görüşmelerine giden Kıbrıs Cumhurbaşkanı Denktaş'a arka çıkan da aynı kişiydi. Denktaş, hükûmetin uyarılarına kulak tıkamış ve hava meydanında "Annan Planı'nı reddetmeye gidiyorum" açıklamasını yapmıştı. Bu komutan, şu anda emekli. 1 Mart'tan bu yana, askerler, ABD ile ilişkilerini onarma gayreti içine girdiler. Her ne kadar çuval hadisesi gibi nahoş olaylarla karşılaşılsa dahi, gene de, ilişkiler büyük ölçüde tamir edilebildi. NATO'dan çekilelim AK Parti hükûmeti, uzunca bir süredir, Ahmet Davutoğlu'nun tavsiye ettiği gibi çok boyutlu bir dış politikadan söz ediyor. ABD ise, bu görüşün kendilerine karşı bir tavır olduğunu düşünüyor. Tayyip Erdoğan'ın İsrail'den haz etmediğini, Suriye ve İran'a yönelik operasyonları hiçbir zaman kabul etmeyeceğini, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye'nin kullanılmasını içine sindiremeyeceğini biliyor. Bush, Ortadoğu'da Türkiye ile Amerika'nın çıkarlarının çatıştığının, özellikle Tayyip Erdoğan yapısındaki bir insanın, Irak'tan sonra başka Müslüman ülkelerin de vurulmasına kolay kolay destek sağlamayacağının farkında. İşte bu noktada NATO, işin tuzu biberi oluyor. Gerçekten, Ülsever'in söylediği gibi, danışmanlardan biri, Erdoğan'a, "NATO'dan çekilelim. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri NATO çerçevesinde Suriye'ye girebilir, ayrıca NATO, Irak'ta da aktif görev almak durumunda kalabilir" dedi mi? Başka kaynaklardan öğrendiğimize göre, böyle bir şey söylenilmemiş olsa dahi, benzer iddialar ABD'ye ulaşmış. Öneriyi Ömer Çelik'in ortaya attığı ileri sürülüyor. Hatta, Çelik'in, Hürriyet gazetesinde çıkan ve kendisini son derece çağdaş, motosiklet ve puro meraklısı bir şahsiyet gibi gösteren açıklamaları, o sözlerin etkisini kırmak için Amerika'ya gönderilen üstü kapalı bir mesaj gibi değerlendiriliyor. Müsteşar ve kadrolaşma Aslında lâf çok Ankara'da. Kimisine göre de, sivil ve askerî bürokrasideki rahatsızlığın sebebi, Müsteşar Ömer Dinçer. Malûm bir süre önce Dinçer'in, taa 1994'te sarf ettiği sözler gündeme gelmiş ve Dinçer'in devlet içinde kadrolaşma niyeti olduğu ileri sürülmüştü. Dinçer, o günkü sözlerinin arkasında olduğunu belirtmişti. Şimdi kamu reformunun onun tarafından gerçekleştirildiği belirtilerek, bu gizli niyeti uygulamaya soktuğu iddia ediliyor. Kamu kurumlarındaki irticai kadrolaşmadan söz edenlerin endişelerini, Ömer Dinçer'e bağlayanlar da var. Erdoğan'dan ABD'ye sıcak mesaj Ama bana göre, en doğru tahlil, Cüneyt Ülsever'inki. Genelkurmay Başkanı'nın laiklik vurgusu, içinde bulunduğumuz coğrafyanın risk ve tehditlerini anlatması, NATO'nun yeni bir yaklaşım benimseyerek, terörizm ve kitle imha silâhlarının yayılmasının önlenmesi gibi görevler üstlendiğinden söz etmesi de bu iddiaların haklı olabileceği izlenimini doğuruyor. Ve nihayet, Tayyip Erdoğan'ın dünkü grup toplantısında, NATO ve ABD ile sıcak ilişkileri vurgulaması, Amerika'ya önemli bir mesaj mahiyetini taşıyor. Zaten, uzun bir süre sürüncemede bırakılan İncirlik konusunda da, anlaşma birkaç gün içinde sağlanıverdi. Düğmeler Görüldüğü gibi, mesele, türban ile sınırlı değil. İşin içinde çok işler var. Maalesef, Türkiye'yi kendi gönüllerince gütmek isteyenler, zaaf noktalarını bildikleri için, laiklik düğmesine basarak, bizi kolayca yola getirebiliyorlar. Keşke, bu sorunlar demokratik bir ortamda, halkın da görüşü alınarak halledilebilse. Referandumdan korkmamak lâzım. Hiç değilse gerginlik bir defa yaşanır ve sonra kökünden halledilir. Oysa şimdi, bize vurulmak istenen her darbe, bu zaaf düğmelerine basılarak senaryolaştırılıyor.
Gül devrimi, Turuncu devrim, Lâle devrimi, şimdi de sıra Türkiye'de Turkuaz devrime mi geldi? İrtica paranoyası tetiklenerek, 28 Şubat modeli mi çalıştırılmak isteniyor? Bir danışmanının, Tayyip Erdoğan'a "Bazı İslâm ülkelerinde NATO devreye sokulur ve bu bağlamda Türkiye'de işin içine girerse zor durumda kalırız. NATO'dan ayrılalım" dediği, Tayyip Erdoğan'ın da "Düşünelim" cevabını verdiği doğru mu? Yoksa işin içinde Türkiye'nin AB yolunu kesme gayretleri mi var?
Güncellenme Tarihi : 17.3.2016 12:00