
Netanyahu’dan cahilce Osmanlı çarpıtması
Netanyahu, Osmanlı Yahudilerinin antisemitizm yüzünden kaçıp Arjantin’e sığındığını ileri sürdü. Bu mesnetsiz iddianın aksine Osmanlı Yahudileri, 16. ve 17. yüzyıllarda dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir özgürlük ortamı içinde yaşadı. Yahudilerin her problemde Osmanlı’ya sığınması 19. yüzyıl boyunca da devam etti.
Tarihin siyasi amaçlar uğruna çarpıtılması, modern tarih yazımının ortaya çıktığı 19. yüzyıl ortalarından beri ulus-devletlerin oluşum sürecine eşlik eden açık bir gerçek. Ancak tarihçilik, özellikle son 50 yılda bu sorunla cesurca yüzleşti. Avrupa merkezli bakış açısının ve Oryantalizmin etkisiyle ortaya çıkan hatalı kalıpları yıkarak, gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Bazı tarihçilerin Siyonist tarih anlatısı ile yüzleşmesi gibi, Türkiye’de de bu süreç, Kemalizm’in şekillendirdiği resmi tarih anlatısını sorgulamak ve yeniden değerlendirmekle kendini gösterdi.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, tarih biliminin çoktan geride bıraktığı bazı yanlış kabullerin hala dillendirildiğine tanık oluyoruz. Bunun son örneğini geçtiğimiz günlerde terör devleti İsrail’in soykırım suçlusu Başbakanı Netanyahu verdi. Arjantin’de yaptığı bir konuşmada, Osmanlı Yahudilerinin antisemitizm yüzünden kaçıp Arjantin’e sığındığını ileri sürdü ve Osmanlı’nın artık geri gelmeyeceğini vurguladı. Netanyahu’nun bu sözlerinin ardında, belki de Osmanlı’nın bedenen olmasa bile ruhen yeniden canlanıyor olmasının yarattığı rahatsızlık yatıyor. Peki, Netanyahu’nun Osmanlı Yahudileriyle ilgili iddiaları gerçeği ne kadar yansıtıyor? Gelin bunu birlikte inceleyelim.
Anadolu’da Yahudilere Hristiyan zulmü
Yahudilerin Anadolu topraklarına gelişi Osmanlı’nın kuruluşundan hatta 1492’de İspanya’dan kaçan Sefarad Yahudilerinin göçünden çok daha eskiye dayanıyor. M.S. 70 yılında Kudüs’ün ikinci kez yıkılmasıyla Pagan Roma yönetimi altında yaşamak zorunda kalan Yahudiler, çareyi başka bölgelere göç etmekte bulmuştu. Bu genel göç dalgasının bir kolu da bugünkü Türkiye topraklarına ulaştı. Böylece Yahudi varlığı Anadolu’da binlerce yıl öncesinden kök salmaya başladı.
Ancak 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul etmesiyle Yahudiler için de zor günler başlamış oldu. Özellikle 340 yılında İmparator Konstantin’in İstanbul’u başkent ilan etmesiyle birlikte bu zulüm dalgası, doğu bölgelerinde daha da yoğunlaştı. Bizans toplumunu şekillendiren Yunan Ortodoks Kilisesi, Yahudilere karşı sert ve acımasız bir tutum benimsedi. Bu yaygın nefret yüzünden pek çok Bizanslı Yahudi zorla Hristiyanlaştırıldı, bunu kabul etmeyenler ise ya katledildi ya da canlarını kurtarmak için Rusya’nın güneyine göç etmek zorunda kaldı.

Osmanlı döneminde Yahudiler Ağlama Duvarı'nda.
Yahudilere kucak açan hep müslümanlar olmuştu
Hristiyanlığa özgü Yahudi karşıtı düşünceler, ataları Filistin’den Batı Avrupa’ya göç etmiş Yahudiler için de hayatı giderek zorlaştırdı. Bu baskılar sonucunda birçok Yahudi, 7. yüzyıldan itibaren çareyi, o dönemde İslam yönetimindeki İspanya’ya göç etmekte buldu. İslam’ın doğduğu günden beri ehl-i kitaba gösterdiği hoşgörü geleneği, İspanya’daki Müslüman yönetimler tarafından da devam ettirildi. Ancak bu hoşgörü ortamı da 1100’lerden itibaren Hristiyanların İspanya’yı yeniden ele geçirmesiyle bozuldu. Yahudiler yeniden baskı altına alındı, birçoğu zorla Hristiyanlaştırıldı. Bunu kabul etmeyenler ise Litvanya ve Polonya gibi Doğu Avrupa ülkelerine kaçmak zorunda kaldılar. Orta Doğu’ya doğru giden Yahudiler ise Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlükler tarafından hoşgörüyle karşılandı.
Yahudilerin Osmanlı’ya sığınması
Osmanlıların Anadolu’da güçlenmeye başlaması, Yahudiler için yeni bir umut kapısı oldu. Avrupa’daki Hristiyan baskılarından kaçan Yahudiler, Osmanlı’nın yarattığı hoşgörü ve özgürlük ortamına sığındılar. Önce Bursa’nın daha sonra İstanbul’un fethedilmesi sırasında, Bizans yönetiminin zulmünden kurtulup hayatta kalabilen Yahudiler, Osmanlı ordularına önemli destekler verdi. Osmanlı padişahları bu desteği karşılıksız bırakmadılar. Sürekli olarak Haçlı ordularını Osmanlı’ya karşı kışkırtan Rum ve Ermenilerle kıyaslandığında, Yahudilere daha fazla güvendiler.
Avrupa’daki kısıtlayıcı ortamın tam aksine, Osmanlı yönetimi Yahudilerin kendi dinlerini hiçbir baskı altında kalmadan özgürce yaşamalarını sağladı. Yahudiler ibadetlerini rahatça yerine getirdiler ve Hristiyanların saldırılarına karşı güvence altında oldular. Ayrıca Osmanlı sultanları, Avrupa’da baskı altında kalan Yahudilerin Osmanlı topraklarına göç etmelerini de teşvik etti. Böylece Osmanlı, Yahudiler için hem bir sığınak hem de huzur dolu bir yurt haline geldi.

Saraybosna'da bir Sefarad Yahudi ailesi (19. yy sonları).
Osmanlı yönetimi altında Yahudi cemaati
Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın dört bir yanından gelen Yahudi cemaatlerini aynı çatı altında bir araya getirdi. Roma egemenliği altında yaşayan Romaniotlar, Orta Doğu’daki Müslüman yönetimler altında varlığını sürdüren Musta’rablar, Avrupa’dan kaçan Eskenaziler ve İspanya’dan göç eden Sefaradlar…
Bu grupların her biri kendi gelenek ve kültürünü beraberinde getirmişti. Bu farklı topluluklar, Osmanlı şehirlerinde kendi sinagoglarında örgütlenmiş, inançlarını ve ibadetlerini kendi tarzlarında yaşamışlardı. Ancak bu çeşitlilik, aynı zamanda bir zorluk da doğuruyordu. Her grup, kendi dini yorumunu en doğru kabul ediyor ve kendisini diğerlerinden üstün görüyordu. Bu durum, hepsini tek bir idare altında birleştirmeyi de hayli güçleştiriyordu.
Osmanlı Yahudileri, 16. ve 17. yüzyıllarda dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir özgürlük ve refah ortamı içinde yaşadılar. Öyle ki, yalnızca kendi topluluklarında değil, Osmanlı yönetiminin en üst kademelerinde bile etkin roller üstlendiler. Tıp, maliye, diplomasi ve siyaset gibi kritik alanlarda padişahların ve devlet adamlarının danışmanları oldular. Bu seçkin isimler arasında İshak Paşa, Yakup Efendi, Joseph Hamon, Moshe Hamon ve Solomon Ben Nathan Ashkenazi gibi önemli figürler öne çıktı.
Osmanlı yönetimi altında Yahudiler, diğer gayrimüslim topluluklara kıyasla bazı ayrıcalıklara sahipti. Normalde gayrimüslimlere uygulanan giyim tarzı, bina yüksekliği gibi çeşitli kısıtlamalar, Yahudiler için belirli vergiler (haraç) karşılığında esnetilebiliyordu. Hatta şehir içinde at sırtında gezmek veya büyük kayıklarla seyahat etmek gibi Hristiyanlara yasak olan bazı imkânlar Yahudilere serbestti. Bu durum, Osmanlı’nın Yahudilere duyduğu görece güvenin ve sağladığı özel statünün en somut göstergelerindendi.
Tanzimat sonrası gelişmeler
19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Yahudileri yeniden bir canlanma dönemine girdi. Bu canlanmanın arkasında hem Osmanlı içindeki siyasi değişimler hem de Avrupa’daki gelişmeler vardı. Tanzimat reformlarıyla birlikte Osmanlı yönetimi imparatorluğu merkezileştirerek güçlendirme yoluna gitti. Bu reformlar sayesinde Yahudi cemaatine yönelik Hristiyan baskıları da engellendi, böylece Yahudiler daha güvenli ve özgür bir ortamda yaşamaya devam edebildi. Aynı dönemde, Fransız Devrimi’nin ardından Avrupa’da esmeye başlayan özgürlük rüzgârı da Yahudiler için yeni kapılar araladı. Avrupa’daki dindaşlarının kazandığı haklar, Osmanlı’daki Yahudilere de olumlu yansıdı.
Osmanlı’nın modernleşme sürecinde Yahudi toplumu da kendine yeni bir yer edinmek için yoğun çaba harcadı. Bu süreçte Avrupa’daki Yahudi bankerler ve tüccarlar, Osmanlı Yahudilerine mali ve lojistik destek sağladı. Özellikle 1848 devrimlerine katıldıktan sonra Avrupa’dan kaçmak zorunda kalan Yahudilerin Osmanlı topraklarına göçü farklı bir imkân sağladı. Bu göçmenler, yanlarında yalnızca sermaye değil, teknik bilgi ve uzmanlık da getirdiler. Bu gelişme Osmanlı’daki yerli Yahudiler için de yeni iş imkanları doğurdu ve özellikle Hristiyanların uyguladığı ayrımcılığı büyük ölçüde dengeledi.
Sultan Abdülhamid Han Yahudi sığınmacılara kapılarını açmıştı
Netanyahu’nun mesnetsiz iddialarının tam aksine Yahudilerin her problemde Osmanlı’ya sığınması 19.yüzyıl boyunca da devam etmişti. Örneğin 1881’den sonra Güney Rusya’da Yahudilere yönelik propagandalar ve saldırılar artınca, çok sayıda Yahudi köylüsü canını kurtarmak için Osmanlı topraklarına göç etti.
O dönemde Avrupa devletleri Yahudi göçünü istemezken, Sultan II. Abdülhamid onlara kapılarını açtı ve Anadolu’nun taşra bölgelerine yerleşmeleri için teşvikte bulundu. Ancak bu göçmenlerin büyük bölümü, 1895’te Theodor Herzl’in öncülüğünde ortaya çıkan Siyonist harekete destek verdi. Herzl, Sultan’a Osmanlı borçlarını ödemek karşılığında Filistin’de bir Yahudi devleti kurmayı teklif etti. Avrupa’daki zengin Yahudi bankerlerin bu işe finansal destek vereceğini de belirtti. Ancak Sultan Abdülhamid, bu teklife sert bir dille karşı çıktı. Filistin’in sadece bir toprak parçası olmadığını, orada yaşayan Hristiyan, Müslüman ve Yahudi herkesin vatanı olduğunu vurguladı. “Filistin’i kimseye satmam,” diyerek Herzl’in önerisini reddetti.
Osmanlı’nın hoşgörü mirası ve Siyonizm zulmü
Tarih, gerçekleri gizlemeye çalışanlara karşı bazen en gür sesiyle konuşur. Netanyahu’nun dirilen Osmanlı ruhundan korkarak sarfettiği, tarihi çarpıtan sözlerine karşı Osmanlı’nın Yahudilere sunduğu asırlık hoşgörü ve güven ortamının hafızası hala capcanlı duruyor. Osmanlı toprakları, Avrupa’nın dışladığı, kovduğu, zulmettiği Yahudilere hem bir barınak olmuş hem de hür bir biçimde var oldukları yeni bir hayatın kapısını açmıştı.
Siyonizm ise Avrupa’daki kadim Yahudi düşmanlığının 20. yüzyıldaki gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya geldi. Avrupalılar karşıtlıkları körükleyip yapay sınırlarla huzursuzluğa mahkûm ettikleri Orta Doğu’ya bir de İsrail adında terör devleti hediye etti. İsrail ise Avrupa’da uğradığı zulmün daha ağırını yaklaşık 80 yıldır masum Filistinlilere tatbik ediyor. Siyonistler dedelerinin huzurla yaşayarak kimliklerini muhafaza edebildiği Osmanlı’ya şükran duyacakları yerde çarpıtılmış tarih anlayışıyla cürümlerini örtme derdinde. Fakat tarihi hakikat kimin zalim kimin müşfik olduğunu bir bakışta gösterecek kadar aleni.
Güncellenme Tarihi : 15.6.2025 09:55