Medya
  • 5.7.2004 13:01

OKURU GAZETECİLERE KARŞI İSYANA ÇAĞIRAN KÖŞE YAZARI!...

EKREM DUMANLI 05.07.2004 PAZARTESİ Okuru isyana teşvik etmek Türk Medyası değişecek. Değişmek zorunda çünkü. Toplum değiştiğine göre, ona bilgilendirme hizmeti veren sektörün değişmemesi mümkün mü? Meslektaşlarımın affına sığınarak bugün yayın yöneticilerini göreve çağırma yerine, okuru isyana teşvik etmek istiyorum; bize, yani gazetecilere karşı isyana... Neden mi? Anlatayım. Çeyrek yüzyıl öncesine göre daha açık bir toplum olduğumuz aşikar. Eğitim seviyesi değişti. İnsanların temel tercihleri, hayat tarzları, dünyaya bakışları yeni bir toplum yapısı çıkarıyor karşımıza. Sonuçlarının iyi ya da kötü olması ayrı bir konu; ancak bu toplumun medyayı denetim altında tutacak bir bilgi akışına sahip olduğu ortada. Kitle iletişim araçları günlük hayatın bir parçası haline geldi. Artık insanlar ideolojik masallarla uyutulmak istemiyor. Tek yönlü bilgi akışının beynini yıkamasına karşı çıkıyor. Çıkması da gerekiyor. Bireyin zeka ve algı gücünü yok sayan; ya da onlar üzerine baskı kurmaya yönelen her teşebbüs makuliyet sınavından sınıfta kalıyor, kalacak... Türk medyasını, yöneticileri yenilemeli. Bu güç ve ufuk zenginliği var onlarda. Teknolojik donanımdaki üstünlük işin cabası... O halde neden hâlâ basında kalite sıkıntısı çekiliyor, niçin hâlâ dünyaya örnek olabilecek bir gazetecilik ortaya konamıyor; bu tür soruların cevaplanması gerekiyor. Çünkü onca pozitif özelliğine rağmen medyamız irtifa kaybediyor. Oysa un da hazır, şeker de. Usta dersen, saymakla bitmez. O zaman helva nerede? Değişik okur kitlesine hitap edecek nitelikte değişik gazete modelleri henüz oluşturulamadı. Gazete sayfalarına ve ekranlarına yansıyan arabesk görüntü, kimlik bunalımının alarm düzeyini gösteriyor. En ciddi haberin hemen yanında kendine yer bulabilen podyum görüntüleri işi yeterince karikatürize ediyor. Sadece mizanpaj meselesi değil sorun. Haberin yorumdan ayrılamayışı hangi bilgiye ne kadar güvenileceği konusunu boşluğa itiyor. Arabesk yapı gazetecilik sanılmamalı Problem, haberlerde görülen seviye ve standart sıkıntısı ile sınırlı değil. Köşe yazarları arasındaki uçurum bile yayın çerçevesini yamuk yumuk bir hücreye dönüştürüyor. Analiz gücüyle dünya düşünce merkezlerine örnek gösterilebilecek bir yazarın hemen yanında tek işi insanları aşağılamak olan yazarların yer almasını açıklamak mümkün mü? Aslında yazar tiplerinin cuk diye oturacağı gazete modelleri var. Bizdeki çarpıklık farklı kitleler için hazırlanması gereken gazete modellerinin gelip tek bir gazeteye sıkıştırılması ve bu arabesk yapının gazetecilik dehası sanılması... Düşünebiliyor musunuz, kitle gazetesi olma iddiasında bulunan bir gazete yazarında önyargının dik âlâsı var, hakaret etmenin bini bir para, manipüle desen hak getire. Hayretler içinde kalıyorsunuz, kuşatıcı bir nazarla yazı yazan insanların yanında nasıl oluyor da bu kadar sığ ve hoşgörüsüz insanlar köşe bulabiliyor diye. Türk medyasında tek tek düşünüldüğünde herkesi gıptaya sevk edecek kadar değerli insanlar var. Hem yayın mutfağında var, hem vitrinde. Ancak toplam kalitede belli bir çıta yakalanamıyor. Genel seviyeyi düşüren unsurlar, özel gayretiyle gazetecilik mesleğinde mesafe almış insanlara da zarar veriyor. Daha zor olanı da söylemek zorundayım: Gazeteciliği hayat tarzı kabul edip, okumaya, düşünmeye, anlamaya odaklanmış insanlar -ki bunların arasında önemli yayın yöneticileri de var- toplam kaliteyi aşağıya çeken insanların adeta gölgesine basamıyor. Çıkarılacak gürültüden endişe ediyorlar. Bunda yanlış bir zihniyet kodlaması olarak empoze edilen “agresif gazetecilik” anlayışına safderun bir şekilde inanan okurun da vebali söz konusu. Sanılıyor ki bir gazeteci etrafındakileri ne kadar çimdikliyorsa o kadar iyi yapıyordur işini. Evet, gazetecilik -ister istemez- agresif bir işkoludur ve insanları, kurumları, kuruluşları bazen üzer. Önemli olan, iyi niyetle gazetecilik yapılması; insanlara hakaret yağdırılması değil. Ayrıca pozitif habercilik de gazeteciliğin en vazgeçilmez bir parçasıdır. Okur kitlesi değişime sevk etmeli Habercilik anlayışıyla, yorumculuk yaklaşımıyla Türk basını zihnî bir tıkanıklık yaşıyor. Bunu çözmek için yayın yöneticilerine büyük görev düşüyor. Ancak, yakın zamana yansıyacak bir yenilenme dalgası görünmüyor ufukta. Hep değişimin yanında yer alan basınımız, söz konusu kendisi olunca statükoyu aşamıyor... Yöneticilerin yapmaktan çekindiği köklü değişiklik için okur kitlesine görev düşüyor. Çünkü talep netleştikçe arz yeni bir şekil kazanacak. O, adeta ensesine vurularak tembih edilmiş manşetlere, abartılmış bilgilere, yalan yanlış yönlendirmelere razıysa; zaten zekasını yok sayan muameleyi hak etmiş demektir. Türk basınında önemli adımların atılması için galiba okuru isyana teşvik etmemiz gerekiyor. Dilerseniz hadiseye tüketici bilinci açısından yaklaşalım. Okur hassasiyetinin en azından tüketici şuuruna ermesi gerekmiyor mu? Peki tüketici dernekleri nerede? Her meseleye Hızır gibi yetişen bu dernekler; konu basına gelince dut yemiş bülbüle dönüyor. Bunu anlamak mümkün değil. Başkasını bilmem, ama en azından Zaman okuruna seslenmek istiyorum: Ey okur! Ne zaman habere yorum katıp seni yönlendirmeye çalışırsa bu gazete, ne zaman tek sesli yayın yaparsa, ne zaman insan hakları ve demokrasiden taviz verirse, ne zaman bilgi üzerinde tahrifat yaparsa.. bu gazeteyi okuma! Tepkini göster! Sana yakışan, gazetelerin en güzelini okumaktır. Onun için araştırmak, soruşturmak, doğru bilgiye ulaşmak, o bilgiyi güzel Türkçemizle sana sunmak bizim en kutsî görevimiz. Lütfen bu konularda hatamız olursa bizi uyar! Genel okur kitlesi için de demek isterim ki: Ey okur! Senin zekanı hafife alan, sana “bu haber şu anlama gelir, böyle anlamak zorundasın” muamelesi yapan, dünyayı tek bir ideolojiye göre yorumlayan, “karşıt düşünce”ye tek satır bile yer vermeyen basına itibar etme! Etme ki koro halinde haber ve yorum yazanlar, seni sürü gibi görmesin! İdeolojik gazetecilik mağarasından çıkmak çok mu zor? Birkaç gün önce ilginç bir olay yaşandı. Yaklaşık 7 ay önce İstanbul’u kana boyayan terör eyleminin mahkemesine devam edildi. Bu arada sanıklardan biri, saldırı sırasında ölen canlı bombanın Zaman dağıtıcısı olduğunu iddia etmiş. Hayret! Menhus olaydan sonra bu kişinin hayatı didik didik edilmiş; böyle bir şey ortaya atılmamıştı. Belki de hedef saptırmak için ortaya atılan bir iddia vardı karşımızda. Ayrıca binlerce dağıtıcıdan biri böyle uğursuz bir işe karışmış da olabilir. Her işyeri için böyle bir risk var. Adamlar Sabancı firmasında çalıştı, gitti Sabancı’yı kalbinden vurdu... Yapılan seri bir araştırma sonucu anlaşıldı ki ismi geçen şahıs, Zaman’da hiç çalışmamış. Genel Yayın Editörümüz Bülent Korucu, bütün gazetelerin en zirve üç yöneticisine durumu bildiren bir mesaj gönderdi. En önce de önyargısından endişe ettiği Pravda’ya bildiriyor gerçeği. Ertesi gün ne mi oldu? Sanığın gerçek dışı iddiası sadece yerli Pravda’da yer aldı; üstelik Korucu’nun gönderdiği doğru bilgiye de yer verilmedi. Gazetenin okurları bu yanlı, tek renkli, tek sesli yayıncılığın farkında mı acaba? İdeolojik gazeteciliğin bitişini bile fark edememiş gazete(ler)in yöneticilerine acımaktan çok, okurunun durumuna üzülmek gerekiyor. Yazık ki ne yazık. Koro halinde konuşan onca insanın arasında düşünce zenginliğinden söz edilebilir mi? Aleyhlerine yazdığımız her cümleye karşı “panik” vehmine kapılan ağabeylerin abisine de iki çift lafım var: Bak güzel abicim, toplum çok değişti. Bu saatten sonra Türk insanını demokrasiden vazgeçirmek de mümkün değil; cuntacı-gazetecilik yapmak da. Böyle giderse entelektüel birikimiyle şöhret yapmış okurunuz bir gün isyan edecek. Bizden söylemesi... Ayrıca dikkat çeken bir başka konu daha var: Neredeyse her dindarı tarikatçı diye suçladığın halde Bektaşi fıkraları anlatırken ağzından bal akıyor. Bu ne öfke, bu ne sempati. Kamuoyu merak ediyor da... Ekrem Dumanlı Zaman Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 22:31

İLGİLİ HABERLER