Gündem
  • 1.12.2004 12:18

PKK'LI ASKERLER KOMUTANLARI YABANCI BİR İSTİHBARAT SERVİSİ ADINA MI ZEHİRLEMEK İSTEDİ?

Örgütün böyle bir emir vermediği halde militanların bu işe girişmesi, daha sonra da Abdullah Öcalan'ın olayı duyunca kızması eylemin arkasındaki gizli elleri gündeme getirdi. Eylemin asker içindeki bir kanadı tasfiye amacıyla da yapılmış olabileceği tartışılıyor.
 
Milliyet'te yer alan kamp liderinin açıklamaları:

 
'Tuzluklara bile zehir doldurduk' 
 Eski GATA Komutanı Ömer Şarlak'ın "Kışladan Kampüse" kitabında anlattığı 5 kuvvet komutanını zehirleme eylemini yapan 2 erin, olayı Bekaa Vadisi'ndeki PKK kampı sorumlusuna anlattığı ortaya çıktı. 
 
Bir dönem kampın sorumlusu olan Selim Çürükkaya, "
www.rizgari.com"da Batmanlı Mustafa diye tanınan askerin ağzından olayı şöyle anlattı:
"Lokantada çalışan Osman'la zehirlemeyi planladık. Örgütün İstanbul sorumlusu karşı çıktı, ısrar edince hayvan zehri getirdi. O gün bütün yemeklere, tatlılara, tuzluklara, limonluklara kattık. Komutanlar askerlerle yedi. Kahvelerini biz hazırladık, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, kahveden bir yudum alıp daha ben odadayken 'bu kahve çok acı' dedi. Osman'la hızla kaçtık. Paşaların yemeğini yiyen özel tim elemanları kusuyordu."
Çürükkaya, "Öcalan duyunca küplere bindi. İkisini de güneybatıya gönderdi ve ölüm haberleri geldi" dedi.
MİLLİYET


 
 
Selim Çürükkaya'nın yazısı
GATA Komutanı Ömer Sarlak. Anılarını yazmış, Hüriyet gazetesinin haberine göre, daha kitap yayınlanmamış ama kitapta geçen "Genelkurmay Merkezine zehirli kahve ikramı!“ veya „Siyanürlü gün“ olayı gazetelerde yayınlanmış. Haberi okuyunca, 1991 yılında Bekaa Vadisi'nde bana olayı anlatan Pazarcık’lı Mustafa geldi aklıma. Mustafa`nın o gün bana anlattığı zehirleme olayını pek çok arkadaşıma anlatmış, ama bu güne kadar hiç bir yerde yazmamıştım.
Bugün Hürriyet gazetesinde ardarda çıkan iki haberi okuyunca ve haberlerde doğru olmayan bazı bilgileri görünce, birde bu olayda çözemediğim sırlar üzerinde yeniden düşününce, bildiklerimi kamuoyu ile paylaşmayı gerekli gördüm.
1991 kışıydı,, havalar soğumuş, kar yağmak üzereydi. Mahsum Korkmaz Akademisi`nde, yaklaşık olarak 400 gerilla adayı vardı ve eğitim görüyorlardı. Ben akademinin yönetiminde görevliydim. Eğitim işleri sorumlusuydum. Birgün, derste saatlerce süren konuşmamın ve tartışmaların ardından, derse ara verince tenefüse çıkmıştım. Yalnız başıma sigara içerek yürüyordum. Önce ayak seslerini duymuş, dönüp baktığımda genç bir gerilla adayının ardımdan geldigini fark etmiştim. Gözgöze geldigimizde gülümseyerek:
„Heval Selim, ben Mustafa, sizinle bir konuyu konusabilir miyim?“ diye sorunca, bende: „Buyrun tabi“ demiştim.
Yan yana yürüyorduk, bana bakti, biraz duraksadi , sonra yutkundu:
„Benim buraya neden geldigimi biliyor musunuz?“ diye sorunca
„Hayır“ dedim ve hemen ekledim „Neden gelmişsiniz?“
„Bir arkadaşım var durun o­nu çağırayım“ dedi.
Arkadaşı yanımıza gelinceye kadar, bana olayın püf noktasını anlattı.
„Biz Türk ordusunun kuvvet komutanlarını zehirledik, o­ndan sonra buraya geldik, parti konuyu biliyor“ dediğinde çok heyecanlıydı.
Konunun bütün ayrıntılarını merak ettiğimden „Tamam, dersten sonra ikinizi yönetim binasina çağıracağım ve sizi dinleyeceğim“ dedim.
Yarım kalan dersi bitirince, Batman’lı Osman ile Pazarcıklı Mustafa`yı yanıma alarak yönetim binasına gittim. İkisini oturtunca ben de karşılarına oturdum „evet sizi dinliyorum“ dedim.
Mustafa: “Ben Tugayda ki sorumlu yarbayın emir eriydim. Bir gün, Faxla yarbaya gelen bir kağıda bakmıştım. Kuvvet komutanlarının 4 Kasım 1991 günü tugaya gelip yemek yiyeceklerini bu nedenle gerekli hazırlıkların yapılmasını emrediyordu. Faxı okuyunca, durumu Tugayın lokanta bölümünde çalışan Osman`a söyledim. Kendi aramızda tartıştık, “beş kuvvet komutanı buraya gelecek, silahları bulalım, beşini de öldürelim, o­ndan sonra da kendimizi öldürelim, halkımızın katliamına da böylece dikkat çekeriz” diye düşündük. Tabi bizim PKK İstanbul il örgütüyle ilişkilerimiz de vardı. Osman bana “arkadaşlarla görüşelim, zehir isteyelim, ben yemeklere koyayım bunları zehirleyerek öldürelim” önerisinde bulundu. Bu öneri bana da mantikli geldi, kararlaştırdık örgütle görüşmeye gideceğiz dedik ve randevu aldiktan bir kaç gün sonra, gidip örgütün İstanbul sorumlusuyla görüştük. Arkadaşa durumu ve ordu evinin yapısını anlatınca O'da heyacana kapıldı ve “kalkın oraya gidelim” dedi. Birlikte, askerlik yaptığımız yere gittik, o­nu albayın odasına dahi çıkardık. Her tarafı inceledik, bize “benden haber bekleyin” deyip ayrılıp gitti. Biz ise heyecanla haber bekliyorduk.
Aradan günler geçti. Kimse bizi aramayınca, tekrar biz gittik aynı kişiyle görüştük. Bize: “O işi unutun, parti bu tür eylemlere karşıdır!”, dedi. Biz israrli davraninca kızdı ve ayrılmak zorunda kaldık. Komutanların geliş tarihi yaklaştikça bizim uykularımız kaçmaya başladı. Dayanamadık bir daha randevu aldık. “Ne olur bize Siyanur bulun, siz hiç olaya karışmayın” dedik. İstanbul sorumlusu, olayın yapılmasından yanaydı ama “partinin “ kesinlikle müsade etmediğini söylüyordu. Çok ısrar ettik, belki bizim yapamıyacağımıza kanat getirdiginden “tamam, ben size zehir bulacağım”dedi. Randevulaştığımız yere üç saat sonra geldi, bir kase kağıdı dolu fare zehiri getirmişti. Biz Siyanür demiştik, ama fare zehirine razı olmak zorunda kalmıştık.
Fare zehirini günlerce Orduevi'nde sakladık. Nihayet o gün geldi, biz geceden hazırlıkları yapmaya başladık. Bütün yemeklere, tatlılara, pastalara, çorbalara, masaların üzerindeki tuzluklara, biberliklere, limonluklara zehiri kattık.
Yemek saatti geldi, bize “Komutanlar askerlerle yemek yiyecekler, ama kahveyi orada içecekler”dendi.
Biz hemen planımızi kahve üzerine kurmaya başladık, görev bölümü yaptık. Kahveleri ben ve Osman yapacaktık. Herkes 'hazır ol' vaziyette komutanları bekliyordu. Yemekler de 'hazır ol' daydı. Neyse komutanlar geldiler, kendileri için hazırlanan odaya çıktılar. Kahveleri hazırladık, zehiri kattık, bütün cesaretimi topladım, kahve tepsisini alarak odaya girdim, kahveleri herkesin önüne bir bir koydum. Genel Kurmay başkanı Güreş kahveden bir yudum alınca ben daha odadan çıkmamıştım.
“Bu kahve çok acı”deyince kapıdan cıktım. Beni bekleyen Osman'la birlikte hızla alt kata inerek, binayı terk etmeye çalıştık. İndiğimiz alt katın koridorunda o­nlarca özel tim elemani midesini tutmus kusuyordu. Binadan hızla uzaklaştık, büyük bir eylemi başarmış , halkımızın intikamını almış olmanın hazzıyla kayıplara karıştık.”
Mustafa`yi dinleyince, en azından gazetecilik merakımdan dolayı “bu bomba gibi bir haberdir” diye düşündüm ve hemen haberin kurgusunu kafamda kurmaya çalıştım. Dinlediğim kişileri takımlarına yolladım. Bir müddet sonra Abdullah Öcalan çıkıp geldi. Olayı kısaca kendisine anlatmaya başladığımda, hemen küplere bindi, kızardı, bozardı, köpürdü, “Serseriler, neden anlatıyorlar bu tür şeyleri, ben o­nların ayaklarını analarının bilmem neresine sokarım” dedi. “Bir daha bu tür şeyleri kimseye anlatmasın o serseriler” uyarısında bulunup çıktı. Bense olayı anlattığıma pişman oldum.
Bir daha da bu olay üzerine kimse tek laf konuşamadı. Osman ile Mustafa da sus pus kesilmiş,kuşkulu gözlerle çevrelerine bakar olmuşlardı. Öcalan, o­nları büyük bir suç islemiş kişiler olarak görüyordu. Bu ikisine, düşmana bakar gibi bakıyordu. o­nlarla tek kelime konuşmuyordu.
O zaman, insiyatifi dışında sahiplerini az kalsın ortadan kaldıran bu iki kişiye diş biliyen Öcalan, ikisini birlikte aynı yere, Güney-batıya gönderdi, ölüm haberleri tez geldi..
Bu durum o zaman benim için bir sırdı. Sonralarıysa her şey sır olmaktan çıkmıştı..
28.11.2004
Güncellenme Tarihi : 16.3.2016 23:22

İLGİLİ HABERLER