
PSİKOLOĞA SORACAK SORUYU BANA SORUYORLAR
Hayrettin Karaman Türkiye'nin en önemli İslam Hukuku profesörlerinden biri. Fıkıh alanında da ülkenin rağbet ettiği nadir isimlerden. Karaman'ı gazetemizin ikinci sayfasında sık sık okuyor ve oradan da tanıyorsunuz. Fakat O'nun bilmediğiniz bir çok yönü var. Çocukluğundan itibaren yaşadıklarını bilen herkesin hayretler içinde kalacağı muhakkak. İlk gençlik döneminde işportacılık bile yapmış Hayrettin Karaman. O'nun İslami ilimlerle ve Kur'an ile tanışması da daha çocuk yaşta iken Zahide ninesi sayesinde olmuş. İlme merakı ve gayreti onu bugünlere getirmiş. Karaman'la tanışmanın benim için bir başka mutlu edici yanı daha var. O, babamın İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'nde üç yıl hocalığını yapmış bir alim.ATTIĞINI VURAN BİR AVCI
Karaman'la Kozyatağı'nda bulunan evinde görüştük. Eve girer girmez ilk dikkatimi çeken eşi Emine Hanım'la bundan tam kırk bir yıl önce çektirmiş oldukları fotoğrafları. Emine hanım bu fotoğrafın hatırasını şöyle anlatıyor: Hayrettin Bey ile birlikte çektirdiğimiz ilk fotoğraftır bu. Yıl 1966. Demek ki evlendikten on yıl sonra… Bu fotoğrafı, Hayrettin Bey'in askerlik için vesikalık için girdiği stüdyoda, “gelmişken bir de beraber olsun” diyerek çektirmiştik.” Karaman'ın bilgisayarının masaüstünde de yine eşiyle birlikte göründüğü bir fotoğraf var. Bu fotoğraf ise Sarıkamış'taki askerlik yıllarından bir hatıra. Madem fotoğraflarından bahsederek başladık, konusunun geçmesi muhakkak olan bir fotoğrafı daha var Karaman'ın. Bir elinde tespih, diğer elinde silahın bulunduğu bu fotoğrafta Karaman'ın üzerinde okul kıyafetleri var. O'nun silaha ilgisi daha ilkokul çağlarındayken başlamış. Hâlâ böyle bir tutkusunun bulunduğunu söyleyen Karaman, uzun yıllar avcılık yaptığını belirtiyor. Daha çok kuş avlarına çıkan Karaman sonraki yıllarda hem vakit yokluğundan hem de merhamet duygusundan dolayı bu keyfinden vazgeçmiş. “Çocukluğumdan askerliğime kadar av merakım sürdü. O zamanlar Kızıltoprak'ta oturuyordum. Trene atlardım, Gebze'ye kadar her durakta av yapma imkânım vardı. Düşünün Kartal'da bile avlanılıyordu. Mevsimine göre genellikle kuş avlardım. Attığımı da vururdum. Ama merhamet duygumdan dolayı şimdi avı sevmiyorum. Av yapmak caizdir, fakat ben her caizi sevmek mecburiyetinde değilim. Ama silahı severim”
Sade dekore edilmiş bu evde hemen hemen her duvarı hat, ebru ve tezhip eserleri süslüyor. Hat tablolarından üç tanesi ünlü hattat Hamid Aytaç'a ait. Tablolar O'nun için hem görsel açıdan hem de barındırdığı mânâdan dolayı çok önemli: “ Arkamdaki tabloda Zemahşeri'ye ait bir özdeyiş var. Kafiyeli bir özdeyiştir aynı zamanda anlamı şöyle: Ömür kısa/ Gidiş Allah'a/ Ecel yazılmış/ Emel sonsuz. Diğer tabloda ise şöyle yazıyor: Her insanoğlu sağlığı ve ömrü ne kadar uzarsa uzasın bir gün teneşir tahtasına konacaktır. Hep ölüm dikkat ederseniz. Arkamda ölüm, önümde ölüm… (Gülümsüyor) Bunlar bana hediye olarak geldi ama bu tabloları ben almış olsaydım da benzer şeyler alırdım. Çünkü ben insanların ölümü unuttuklarını düşünüyorum. Aslında postmodernizmin alametlerinden biri de şuymuş: Hayatın sonunu düşünmemek. Onların için önemli ve gerçek olan şimdi burada olmak. Bu sebeple postmodern dünyalılar kendilerine ölümü hatırlatacak şeylerden kaçarlarmış. Bunun tabii sonucu olarak da cenaze hizmetleri profesyonelleştirilmiş.” Karaman'la görüştüğümüz odadaki bir diğer hat tablosu Yusuf Peygamberin Allah'a niyazını Kur'an ayetleriyle anlatıyor. Bunlar dışında ferman biçiminde yazılmış Ayet el-kürsi, Sadrettin Özçimi'ye ait bir ebru tablosu ve çeşitli hat tabloları var. Karaman'ın en çok ilişki kurduğu ve değer verdiği nesne ise kitap.
MOLALARDA FUZULİ VE YUNUS OKUYOR
Çalışma odası küçücük. Zaten pencerenin bulunduğu duvarların dışındaki tüm duvarlar kitaplarla kaplı. Kitapları konularına göre bölümleyen Hoca'nın kütüphanesinin sadece üçte biri bu evde bulunuyor. Kitap raflarından ona en yakın olanında Fuzuli ve Yunus'un Divanları var. Karaman Hoca için bu kitaplar çalışmaktan bunaldığı anlardaki en büyük yardımcılar. Şiir kitapları O'nun vazgeçilmezlerinden. En çok okuduğu kitabı soruyorum. Hani insanın çok sevip tekrar tekrar okuduğu kitaplar vardır ya… Karaman'ın bu soruya verdiği cevaptan sonra kendime gülüyorum. O'nun cevabı tabii ki Kur'an-ı Kerim. Peygamberimizin hayatı ile ilgili yazılan farklı kitapları da okumaktan büyük keyif aldığını söylüyor Karaman. Sevdiği şairleri ise şöyle sıralıyor: “Divan şiirini severim. Mehmet Akif Ersoy'u, Necip Fazıl Kısakürek'i ve Sezai Karakoç'u severek okurum. Aşık Sümmani ve Aşık Veysel sevdiğim halk ozanlarından. Koşma tarzındaki şiirleri çok severim.”
25 YIL SONRA F'DEN Q KLAVYEYE GEÇMİŞ
Karaman Hoca kalemden daktiloya, daktilodan siyah-beyaz bilgisayara ve nihayet laptop'a geçmiş bir yazar. Yenilikleri yakından takip ediyor, öğrenme isteği ise sonsuz. O'nun teknolojinin zorlu yollarındaki en büyük yardımcıları ise torunları. 1985 yılında bilgisayar alana kadar daktilo ile 25 sene F klavyede yazı yazmış Karaman, daha sonra aldığı bilgisayarın klavyesinin Q olması ve işi bilenlerin bununla devam etmesi gerektiğini söylemesi üzerine Q klavyeye geçmiş. Bu tahmin edeceğiniz üzre epey zor. “Bazı arkadaşlar hâlâ kalemini öper, kalemim sağ olsun der, kimisi daktiloda kalıyor, ben bilgisayara geçenlerdenim.” diyor. İlk bilgisayarı siyah-beyaz bir Macintoshmuş. “İkincisi bilgisayarım aldığım Büyük Mevlana Ödülü'nün hediyesidir. Dell marka bir laptop bu. Hatta bir öğrencim bunu gördeğinde bana “Sen de mi “Del”lendin?” demişti” (Gülüyor) Torunlarım bu gibi işlerde hep benden önden gittiği için hiç benim problemim olmuyor. Takıldığım yerleri onlara soruyorum.”
GÖRÜLENİN ÖTESİNDE NE VAR?
Bir ara camdan dışarıyı seyrettik. Sokakta ne gördüğünü sordum Hoca'ya. Şöyle cevapladı: Evleri gördüm ve caddede büyük bir yer kaplayan reklam panosunu gördüm. Oradan aklım reklamcılığa geçti. Reklamcılığın ne kadar aldatıcı, ayartıcı bir şey oyduğunu düşündüm. Tüketimi körüklediğini ve aslında tüketimin bizler için çok büyük bir problem olduğunu düşündüm. İkinci kez baktığımda ise yağmuru gördüm. Yağmuru çok severim. Peygamber efendimiz yağmur yağarken özellikle dışarı çıkar ıslanırmış. Neden böyle yaptığı sorulduğunda ise “Rabbinin sanat elinden yeni çıkmış, onunla ilgisi , ilişkisi en taze, olan bir varlıkla temas kuruyorum” demiş. Ben de buna meftunum her yağmura baktığımda bunu hatırlarım. Bu kış insanlar “Her hava ne güzel” deyişinde ben “Hava ne kötü” dedim.
PSİKOLOĞA SORACAK SORUYU BANA SORUYORLAR
Herkesin en güvendiği fıkıhçılardan biri olduğundan O'na muhtelif konularda cevaz almak için çokça soru sorulduğunu biliyorum. Bu epey ağır bir yük. Karaman sıkıntılı bir iş de olsa bu durumdan memnun: “Sorusu olan insanın sorumluluğu size sormaktan ibarettir. Sizin dediğinizi uyguluyorsa, yanlış olsun, doğru olsun o şahıs sorumluluğunu yerine getirmiştir, cennete girer. Ama onu yanlış yönlendirmiş olabilirsiniz. Kasıt olmaz genelde, kimseyi meşru olmayan bir yola sevk etmem, bundan eminim, dinim imanım gibi. Verdiğim cevaplarda her zaman “Acaba daha iyi araştırabilir miydim? sorusu keskin kılıç gibi başımın üzerindedir. On kez cevap verdiğim bir soru bile bana sorulsa “Yanılır mıyım?” diyerek kitaba tekrar baktığım çok olmuştur. Karaman Hoca'ya sorular genellikle internet üzerinden geliyor. Hoca bu soruları kendi içinde bölümlere ayırmış:“Günde yüz tane soru rahat gelir. Tabii bunlardan bir kısmı itiraz, selam, küfür ve ilgilenmediğim bilgilerden oluşuyor. Onları da sayarsak iki yüz tane geliyor. Onları geçelim. Soruların bir kısmı da şöyle mübalağa ederek söylüyorum mesela “Tuvalete girdim, çıktım. Abdest almam gerekir mi?” gibi… Bu tür sorulara cevap vermiyorum. Onlara içimden bir ilmihal okumalarını söylüyorum. Bir diğer soru çeşidinde de soruyu soran gerçekten ne ilmihalden ne de benim internetteki sitemden okusa da cevabının bulamayabiliyor. Bunlara mutlaka cevap veriyorum. İnsanlar bana sadece fıkıh sorusu sormuyorlar. Psikoloğuna, arkadaşına, eşine, ana-babasına sorması lazım geleni de bana soruyor. Hatta bazıları cevap beklemediğini sadece rahatlamak için yazdığını belirtiyor. Ben epey bir insanın babasıyım bu anlamda. Bundan mutluyum ama bu yoran bir mutluluk.”
Bu kadar okurun derdine derman olan Hayrettin Karaman'ın da soruları var elbet. Hiç düşündünüz mü, O kime soruyor sorularını? Bu sorunun cevabını verirken Karaman iç geçiriyor: “Benim sorularımı soracağım insanlar vardı. Hepsi öldüler. Bilmediğim bilemediğim, daha çok aydınlanmak istediğim meçhullerim için bunları bulabileceğim kaynakları tükettikten sonra Allah'a sığınıyorum. Ben beşer olarak yapabileceklerimi yaptıktan sonra onun beni karanlıkta bırakmayacağına iman ediyorum. Onun için de meçhuller beni bunaltmıyor.”
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
1934 doğumlu olan Hayrettin Karaman, Cumhuriyet sonrası Türkiye'nin geçirdiği değişimin de en büyük tanıklarından. O şu sıralar bu tanıklığı anlattığı kitabına son halini vermekle meşgul. Çalışma odasında bu konuyla ilgili dokümanların bulunduğu iki büyük koli var. Kitabın adı “Bir Varmış Bir Yokmuş” olarak belirlenmiş. “Hayatım ve Hatıralar” alt başlığı ile çok yakında İz Yayıncılık tarafından yayınlanacak olan bu kitapta, özveri, mücadele ve gayretle işlenmiş ve Türkiye'nin kaderi ile eş zamanlı olarak ilerleyen bir insanın tarihini bulacaksınız. yenişafak
Güncellenme Tarihi : 24.3.2016 20:56